Günümüz Türkiye toprakları İslâmla Türk hakimiyetinin başlamasından en az 400 yıl önce tanıştı. Daha 7. yüzyılda sınırlar Toroslara kadar ulaşmıştı. Peki bu yeni din nasıl bu kadar hızlı ilerledi, 1071 öncesi ve sonrasında Müslümanlar arkalarında nasıl eserler bıraktı?
HZ. Muhammed öleli daha 40 yıl olmadan, Diyarbakır, Harran, Malatya, Antakya, Urfa gibi kentler yeni İslâm devletinin eline geçmişti. Müslüman Araplar, Bizans’la uzun bir çatışmaya girişti. Akınlarla, kuşatmalarla, şehirlerin alınıp verilmesiyle süren fetih girişimi, İran, Mısır, Kuzey Afrika ve İspanya’daki gibi hızlı ve başarılı olmadı. Ancak İslâm, bir şekilde kök salarak, 11. yüzyıl sonunda Türklerin gelişine kadar birçok bölgede tutundu. Ardından Haçlı seferleri ve Moğol akınlarıyla darboğaza girdi, Türklerin yeniden üstünlük kurmasıyla ilerledi ve 15. yüzyılın ikinci yarısında bütün topraklarda egemenlik kurdu. Ancak, bu sürecin tarihini yazmak kolay değil. Farklı halkların yaşadığı, Hıristiyanlığın her mezhebinin temsil edildiği, pagan inanışların mevcut olduğu, her yönden akınlara maruz kalan Anadolu’nun tarihi zaten karışıktı. Buna, 12. yüzyıl öncesi kaynakların yetersizliği eklenince Anadolu İslâmı’nın başlangıcını anlatmak daha da zorlaştı. Sonraki dönemlerde kaynakların artmasıyla sosyal dönüşümü değerlendirmek görece daha kolaylaşsa da bu dosya, işte bu zor konuyu deşmeye çalışıyor. Casim Avcı, Müslüman Arap devletinin kuruluşundan itibaren Bizans’la ilişkilerini yazdı. Ahmet T. Karamustafa, İslâm’ın Anadolu’da eğitimli seçkinler ve geniş halk kitleleri arasında nasıl yaşandığını anlattı. Hayri Fehmi Yılmaz ise, arkeoloji ve sanat tarihinin sağladığı son bilgilerin ışığında, Anadolu’da ilk Müslümanlardan kalan maddi izlerin peşine düştü.