Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Onun arabası var!

Recaizade Mahmut Ekrem’in Sultan Abdülaziz döneminde yaşanan trajikomik bir aşk hikâyesini abartılı bir “alafranga züppe” karakterin etrafında anlatan romanı Araba Sevdası, hem “Eleştirel Basım” hem de “Sadeleştirilmiş Basım” olarak iki edisyon halinde yayımlandı.

AYLA DURU KARADAĞ

Yirmili yaşlarının başında bir delikanlı, anadilini pek beğenmeyen ama bildiğini iddia ettiği dili de tam konuşamadığı için yarım yamalak iki dili karıştırarak/bozarak konuşan, ne giydiği, nasıl göründüğü, elindeki mecmuanın Fransızca olduğunu görenlerin kendisi hakkında düşündükleri her şeyden daha önemli olan, bir de tabii sokaklarda görününce bile dikkatleri üstünde toplayan arabası… Bu saydıklarımın çok yabancı geldiğini sanmıyorum; herkesin gözünün önüne hali hazırda tanıdığı -en az- bir kişi gelir. Oysa ben bir romandan, üstelik 1896 yılında Recaizade Mahmut Ekrem tarafından yazılmış ve 1940’tan itibaren Latin harfli edisyonlarıyla da sık sık karşılaştığımız Araba Sevdası’ndaki anti-kahraman Bihruz Bey’den bahsediyorum.

İletişim Yayınları, “İletişim Klasikleri” dizisinde Türkçe klasikleri yayımlamaya ilk realist roman Araba Sevdası’yla başladı. Kitap titiz ve uzun bir çalışmanın ürünü. Aslına bakılırsa kitap değil “kitaplar” demeliyim, çünkü İletişim Yayınları kitabı hem “Eleştirel Basım” hem de “Sadeleştirilmiş Basım” olarak iki edisyon halinde hazırlamış. Fatih Altuğ’un yayına hazırladığı ve nasıl çalıştığını, romanın dil ve biçim özelliklerini değerlendirdiği “Sunuş” yazısının ardından, Jale Parla’nın önsözünde romanın dönemi içindeki ve Türk romanındaki yerini, önemini okuyoruz. Bu edisyonların bir diğer özelliği ise Türk roman tarihinde ilk resimli roman olma özelliği Araba Sevdası’nın Ressam Halil Paşa tarafından Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilirken çizilen resimlerini de içermeleri. Eleştirel Basım’da Osmanlıca ve Fransızca kelimeler dipnot olarak verilmiş. Sadeleştirilmiş Basım’da ise Fransızca kelime ve cümlelerin aynı şekilde dipnot olarak verildiğini görüyoruz. Böylelikle hem günümüz okurunun okuma zevki bölünmüyor hem de Bihruz Bey’in bozuk Fransızca kullanımı korunmuş oluyor.

İlk resimli roman Araba Sevdası’nın, Türk roman tarihinin ilk resimli romanı olma özelliği var. İletişim Yayınları’nın yeni baskısında, kitap Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilirken Ressam Halil Paşa tarafından çizilen resimler de yer alıyor.

Araba Sevdası’nın anti-kahramanı Bihruz Bey’e oradan da Batılılaşma/yanlış Batılılaşma örneklemesine gelecek olursak, o dönemden bu döneme Bihruz Bey’i getirip oturtursak hiç yadsımayız sanırım. Öncelikle, madem Bihruz Bey bu kerte hayatımızda neden sevemedik biz Bihruz Bey’i? Başka bir soruyla bu cevaba yaklaşmaya çalışalım; Erol Köroğlu “Türk Romanında Batıcılığın Yeri” makalesinde, “Roman, içinde yer aldığı genel edebiyat alanının, kendine özgü uzlaşımları ve tarihi olan bir parçasıdır; temel derdi öyküler anlatmaktır ve bu anlatı eylemini, edebiyatla sınırlı olmayıp, başka söylem alanlarını da kapsayan temsiliyet mekanizmaları aracılığıyla gerçekleştirir.[…] 1870’lerdeki ilk örneklerinden günümüze Türk romanında Batıcılık nasıl temsil edilmiştir?” diyerek bizi yeni bir soruya sevk eder. Bu soruya da Zeynep Kerman’ın Araba Sevdası’yla ilgili yazdıklarıyla cevap verebiliriz: “1885 yılında başlayan romantizm-realizm tartışmasından sonra iyice güçlenen realist akımın etkisi altında kaleme almıştır (Recaizade Mahmut Ekrem). Romanda alafranga, hayalperest ve gösteriş meraklısı bir Tanzimat genci olan Bihruz Bey’in hayat macerası çevresinde bu dönemde yetişen alafranga meraklısı, köksüz, müsrif tiplerle alay edilmektedir. Hatta roman bir yönüyle, kahramanı Bihruz vasıtasıyla romantik akımla alay eden bir karakter de göstermektedir.”

Türk tipi Batılılaşmadaki kültür yozlaşmasını ve bu yozlaşma karşısında genç kuşakların takındığı yanlış tavrı anlatıyor Mahmut Ekrem. Dönemin resmini çiziyor bize kaleme aldığı tek romanında. Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde bunu ifade ederken “modern Türk edebiyatı bir medeniyet kriziyle başlar” diyerek iddialı bir cümle kurar ve haksız değildir.

Bihruz Bey’in ayak izleri Kitapta Bihruz Bey’in gittiği bazı yerlerin haritalarına da yer verilmiş. Yukarıda, Bihruz Bey’in İstiklal Caddesi üzerinde uğradığı dükkânların 1905 tarihli Goad Haritası’na yerleştirilmiş konumları görülüyor.

Bu krizi, ikilemler ve onlardan doğan çatışmayla açıklayabiliriz. Sebeplerini anlamak için de dönemden bahsetmek elzem. İlk kez Batıya gönderilen elçiler ve akabinde öğrenciler, güçsüzleşen Osmanlı “gelenekleri”nin boğuculuğu, bağnazlığı, edebiyattan günlük hayata, siyasetten sansüre her alana ulaşan bozulma, yenilik arayışları… Avrupa’nın etkisinde gerçekleşen değişimler en dokunulmaz alanlara bile sirayet ederek kültür, düşünce, inanç dünyasını ve toplumsal hayatı etkilemiştir. İşte kriz tam da burada patlak verir; bu değişim için uğraşan aydın kesim –Recaizade Mahmut Ekrem özellikle çeviri konusunda Türk edebiyatına önemli katkılarda bulunmuştur- adeta kendi eliyle bir canavar yaratmıştır ve canavarın ömrü sandığından çok daha uzundur. Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Mithat Efendi kitabında, “Bir kültür unsurunu benimsemek değil. Sadece beğenmek, eskiden de vazgeçememek, fakat bir terkibe ulaşamamak, işte Tanzimat’ın mülemması budur” der Orhan Okay. Batılılaşma sürecini Doğu-Batı âdetlerinin, kültürlerinin bir- birine karışması olarak açıklar ve oldukça iyimserdir. Jale Parla, Okay’ın alıntısından sonra durumu “Tanzimat’ta karşılaşan Doğu ve Batı böylesine gelişigüzel bir karışımı da doğurmadı. Sentez hiç değildi; ama bu karşılaşmadan doğan yeniliğe mülemma diyeceksek bunun bir mantığı vardı: Egemen bir İslâm kültürünün şemsiyesi altında sınırları son derece kesin ve kısıtlı bir Batı’ya yönelişin mantığı. Sınırlar, yenilikçilerin söyleminde, yapıtlarında, tartışmalarında, tepkilerinde tekrar ve tekrar çiziliyordu” diyerek özetler.

Bu satırlar ve -yukarıda da bahsettiğim gibi- Bihruz Bey, beni ister istemez günümüz koşullarına taşıdı: Etrafımızı Bihruz Beylerin kuşatması bir yana “Yeni Türkiye” çığırtkanlıklarındaki “kesin ve kısıtlı Yeni’ye yönelişin mantığı.” AKP ekseninde oluşan yeni sermayede bir Araba Sevdası açgözlülüğü yok mu mesela? Ya da “Daima ileri”, “Durmak yok yola devam” sloganlarında Fransa’dan yeni gelen ve “halk”ı “aydınlatma” amacı güden heyecanlı, iş bilmez ama istedikleri için her yolu mubah gören bir cüret, istediği gibi olmayınca “yanlış Batılılaştınız,” diyecek pişkinlik yok mu? Peki bütün bunlara rağmen biz yirmilerinin başındaki körpecik, taze yetim Bihruz’u niye sevmedik? Herkesin kendince cevapları vardır elbette: bugünlerin “sevdası” Bihruzunki kadar masum ve kimseye zararı dokunmadan yaşanamıyor. Erkek kimliğine vurgu yapan “Büyük kol saati” sevdalısı bakanları görünce benim kafamdaki soru şekil değiştirip “Bihruz’u neden sevmeyelim ki?” oluyor. Araba Sevdası’nda, bu tür geçiş dönemlerinde, belki de bütün ilerlemecilik oyunlarımızda oynayıp durduğumuz, çok önceden yazılmış bir senaryo/ leitmotif/arketip var. Araba Sevdası’nı tam da bugünlerde, eski bir metin okuyormuş gibi, hatta ilk roman örneklerinden birini okuyormuş gibi değil, geçmişten günümüze ayna tutan bir kitap okuyormuş gibi ele almak lazım.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Devamını Oku

Son Haberler