Aralık
sayımız çıktı

‘Kelimelerin kuyumcusu’ hep bu dünyada kalacak

“Kalabildiğimiz tek yer, ötekilerin bellekleridir” diyen Oruç Aruoba’nın hayatıyla ilgili bildiklerimiz, belli başlı birkaç önemli dönemeçten öteye gitmiyor. Oysa olanca samimiyetiyle yazıya döktüğü iç dünyası, en yakınlarımızda bile göremediğimiz bir şeffaflıkla okurlarına açılıyor. 31 Mayıs’ta kaybettiğimiz Aruoba’yı dostlarının hatıralarıyla anıyoruz.

Yıldırım Arıcı’nın objektifinden Oruç Aruoba…

Oruç Aruoba’yı tanımlamak için kullanılan unvanlar koca bir liste olup uzanıyor: Şair, felsefeci, yazar, çevirmen, akademisyen, radyocu, yayıncı, psikolog… Kendisine sorulduğunda ise “yazar” denmesini tercih ettiğini söylüyordu Aruoba. Kullandığı biçim nasıl tanımlanırsa tanımlansın; ister deneme, ister şiir, şiirsel metin ya da haiku, kendi içsesini yazıya dökerken nesiller boyunca onu okuyanlara da kendilerine ve dünyaya alışılmış yargıların dışında, ilk kez görüyormuşçasına bakma yolunda bir kılavuz oldu. Olanca mütevazılığıyla “kendi kendilerini yazdırdılar” dediği kitapları sayesinde, iç dünyasını en yakınlarımızda bile görmediğimiz bir şeffaflıkla okurlarına açtı. Bu denli yakından tanıyormuş gibi hissettiğimiz Aruoba’nın hayatıyla ilgili belli başlı birkaç dönemeç haricinde bilgiye ulaşmak ise oldukça zor. 

Metis Kitap’tan yayımlanan kitaplarında geçen biyografisi kısacık: “1948’de doğdu. 1973’ten başlayarak Hacettepe, Tübingen, Victoria-Wellington üniversitelerinde akademisyenlik ve öğretim görevliliği yaptı. 1983’te üniversiteyi terketti, çeşitli yayın kuruluşlarında çalıştı, yazı ve çeviri işleriyle uğraştı. Hume, Nietzsche, Kant, Wittgenstein, Rilke, von Hentig, Celan ve Başo’dan çevirileri vardır”. Ölüm ilanından iki çocuğu olduğunu, “muharrir şair” annesinin Türkiye Kadınlar Konseyi’nin kurucularından olan ve Türk Kadını dergisini uzun süre tek başına çıkaran Muazzez Kaptanoğlu olduğunu öğreniyoruz. İlanda babası İsmail Fahir Aruoba’nın mesleği ise yazılmamış. 

Gülden Öktem, Milliyet’te yayımlanan yazısında Fahir Aruoba’nın orduda görev yaptığını yazmış. Fahir Aruoba’yı babasının arkadaşı olması nedeniyle çocukluğundan beri tanıyan Hıncal Uluç ise sağ görüşlü olmasına rağmen solcu arkadaşlarına destek olduğunu hatırlamış. Oruç Aruoba’nın doğduğu Kocaeli’den ortaokul yıllarında Ankara’ya taşınması da babasının mesleği nedeniyle olmuş. Ortaokul ve liseyi TED Ankara Koleji’nde okuduktan sonra, Hacettepe Psikoloji Bölümü’nde lisans ve yüksek lisans eğitimlerini tamamlamış. 1972-1983 arasında aynı üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışırken bir yandan da Felsefe Bölümü’nde Hume, Kant ve Wittegenstein üzerine yazdığı tezle doktorasını tamamlamış. 1983’te YÖK’ü protesto ederek üniversiteden ayrılmasının ardından hem akademi hem de Ankara faslı kapanarak, İstanbul ve yayıncılık serüveni başlamış.

Sevin Okyay, Oruç Aruoba’ya veda ederken ‘insanı rahatsız etmeyen bir hoca tavrı’ olduğunu anlatıyordu. Hocalığı yalnızca öğrencilerine mahsus değildi. 

T24’te yayımlanan “Oruç ile” yazısında, Ayça Atikoğlu, 1983’te Milliyet’te birlikte çalıştığı Aruoba’yı “Oruç sinirlenmezdi ya da belli etmezdi. Küçümsemezdi ya da belli etmezdi. Nietzsche bıyıkları ile hep tebessüm ederdi. Koca felsefeciyi yazıişlerinde çalışsın diye aşağıya gönderdiklerinde bile ne tevazuunu kaybetti ne de bildiklerini bilmeyenlere karşı en ufak bir kibir gösterdi” diye anlatmış. Sevin Okyay ise başka bir yüzünü görmüş Aruoba’nın: “… Ben ince fırçalarla, sıkı tartışmalar hatırlıyorum oysa. Bir de o insanı rahatsız etmeyen hoca tavrı… Ama senin hocalığın sadece öğrencilerine mahsus değildi ki” demiş: “Bir silahşor eksik kaldık. Onlar Üç Silahşor’dü; Oruç (Aruoba), Enis (Batur), Ömer (Madra). Ben de sonradan kuyruklarına takılan d’Artagnan. Canım Oruç, yıllarca her gün aynı işyer(ler)inde görüştükten sonra uzak uzak uzun yıllarımız da geçti. Çok özleyeceğiz, çok. Bizi bırakma. Büyük meçhul konusunda bilgilendir. ‘Nasıl olsa öleceğimize göre, yaşamalıyız,’ demiştin. Tamam da, daha uzun süreydi keşke” diye veda etmiş. 

“Kalabildiğimiz tek yer, ötekilerin bellekleridir” diyen Aruoba, kendisini olanca samimiyetiyle aktardığı metinleri okundukça bu dünyada kalmaya devam edecek.