Osmanlı kültürüne özel dalkavukluk, ortalama bir zamanlamayla III. Murad’dan II. Mahmud’a 260 yıllık süreçte olageldi. Tanzimat öncesi evrelerde dalkavuklara rağbet zirvede olmalı ki, dalkavuk esnafı, loncası, kâhyası, öyküleri; ellerini eteklerini öptükleri sultanları, kapılarını çaldıkları saraylar, konaklar, dip bucağında oturdukları meclisler hep vardı.
Dünün dalkavukları, günümüzün dalkavuk bozuntuları yanında zemzemle yıkanmış üstün yeteneklerdi. Ruh hallerini rahatlatan hünerlerle öfkeyi, bunalımı gülümsemeye dönüştürür, devletlileri, streslerini alıp rahatlatır, yaptıklarını, anlattıklarını da lâtifeler olarak kültür tarihine miras bırakırlardı. Olağanüstü yeteneklerdi.
Çalışmakla, tahsille başka meslekler kazanılırdı ama dalkavukluk bir bakıma Allah vergisiydi.
Yerinde ve zamanında söz ustalığı, jest-mimik, denk düşen fıkra ve lâtife bulmak ve anlatmak… Kişi özgürlüğünün anılmadığı as kes devirlerinde, padişahla devletlileri, kışın saray ve konaklarında yazın yalılarında oyalayan dalkavuklar Doğu’da ve Batı’da asırlar boyu olageldi.
Meddahlık, kıssahanlık, ortaoyunculuğu gibi dalkavukluk da bir eski zaman, eski kültür ve eski hayat tarzının gereksinim duyduğu bir tür meslekti. Dalkavukları yaşatan asıl ortam saray olsa da, ricâl konaklarından köy kâhyasına, mirasyediye kadar her düzeyde, gerginlik alan, öfke yatıştıran veya tam tersine öfkelendirip kızdırabilecek feraset sahipleri dalkavuklardı. İncili Çavuş, Tıflî Çelebi, Bekri Mustafa, III. Murad’ın cüceleri IV. Murad’ın musahipleri… birer dalkavuk muydu? Evliyâ Çelebi ile Melek Ahmed Paşa arasında da bir tür efendi-dalkavuk ilişkisi acaba var mıydı? Harem taşlıklarında erkek dünyasını sarakaya alarak vâlide sultanı, hasekileri gülücüklere boğan cariyelerse ün tün verememiş dalkavuklar olmalı.
Ne kadar doğrudur bilinmese de dalkavukluğu zenaat edinenlerin de loncaları, kethüdaları nizamnameleri hatta hizmet karşılığı alacakları ücretleri gösteren narh cetveli varmış. Bunu yazıp belgeleyenler, çarşı maskaralarını, mukallitleri, tufeylileri, şaklabanları, yardakçıları… dalkavuklarla aynı kefeye koyanlardır. Oysa meddahlık nasıl tek kişilik tiyatro idiyse dalkavuk da tipiyle kavuğuyla, çalımıyla, eteklemesiyle, konuşması ve öykünmeleriyle bir animatör, yaptığı iş de animasyondu.
Osmanlı kültürüne özel dalkavukluk, ortalama bir zamanlamayla III. Murad’dan (1574-1595) II. Mahmud’a (1808-1839) 260 yıllık süreçte olageldi. Tanzimat öncesi evrelerde dalkavuklara rağbet zirvede olmalı ki dalkavuk esnafı, loncası, kâhyası, öyküleri; ellerini eteklerini öptükleri sultanları, kibarları, zenginleri, kapılarını çaldıkları saraylar, konaklar, dip bucağında oturdukları meclisler hep vardı.
Şu da gerçek ki ökse gibi yapışıp kapılanan dalkavuğu tokatlayıp uzaklaştırmak zormuş. Dahası cihangirler, serdarlar; tahtlar saltanatlar devirmiş inkılapçılar dahi huzurlarında, şaklabanlık yapmaya, takılıp kızdırmaya, güldürmeye; nabza göre şerbet vermeye müheyya, hazırcevap ve fıkra-gû bir dalkavuk bulunsun isterler hatta onunla paslaşırlardı.
Osmanlı sarayında sultan ve etrafında cüceler. Dalkavuk esnafı arasında cücelerin ayrı bir yeri vardı.
Ne kadar yetenekli, olsalar da dalkavuklar zelil adamlar kabul edildiğinden, bunların, esnafın ve askerinkine benzer serpuş külah giymelerine izin verilmeyerek içi boş, dışı sarıksız kavuk giymeleri yeterli görülmüş. Serpuşlara sarılan tülbent veya çemberler, bir sınıfı veya rütbeyi temsil ettiğinden dal-kavuğun, giyenin kimliğini boşalttığı varsayılmış. Bu da bir sav.
Eski kurumlu hanımlar, tavırlarını beğenmedikleri, dalkavuğunun pöhpöhlemesiyle kendisini adam sınıfına koyan erkekler için “Bey atta dalkavuğu (seyisi) kıçında!” derlermiş. Bu mazi manzaralarını bugün, lüks otomobillerin arkasında koşuşturanlara bakarak gözönüne getirmek mümkün. Dünün devletlileri, rakiplerini kötületmek için dalkavuklarına her Allahın günü sövdürüp saydırtır, taklitler, öykünmeler yaptırtır bundan haz duyarlarmış.
Şu gerçek ki dalkavuksuz edemeyen veya böylelerine tahammül edebilen hükümdarlar ya akıllı-bilge ya cahileblehtiler. Akıllı taç sahipleri, dalkavuğun yaltaklanarak anlattıklarını tebessümle dinlerken, huzurdaki dalkavuğu salya sümük izleyip onayla- yan cahil veya dangalak devlet adamlarını tanıma fırsatı bulurken, câhil hükümdarın bir çocuk masumiyetiyle dalkavuğa hayran kalışını, kahkahalı tepkilerini izleyen akıllı erdemli devlet adamlarıda, nasıl bir zavallıya kulluk ettiklerini görür, içlerinden ah vah etmiş olmalılar.
Evliya Çelebi’den Ercüment Ekrem Talu’ya kadar birçok seçme yazar, ünlü dalkavukların yaşam öykülerini, kimlere dalkavukluk ettiklerini, anekdotlarını kaleme alabilirlerdi. Yazık ki bu içerikte kaynaklardan yoksunuz. Seyfeddin Özege’nin, Eski Harflerle basılmış Türkçe Eserler Kataloğu’ndaki 23 bin kitap künyesi arasında Dalkavuknâme adında tek kitap kaydı var. Vasilaki Türkçeye çevirmiş ve 1870’te basılmış. Belagatçı Samsatlı Lukianos’un (125-192’ye doğru) eseri. Bu kitap devrin durumu ile manidar benzerlikler ve ahlâkî tenkitler” içermektedir.
Başka bir gerçek, saray enderunlarının bir yönüyle dalkavuk da yetiştiren birer mektep oluşudur. Buradan, Divan-ı hümayun ve Babıâli kalemlerinden yetişenler, üstlerinin, en tepede de kulu oldukları padişahın dalkavukları idiler. İtiraz edemezlerdi. En akıllarına yatmayan karşı görüşü bile dolambaçlı yollardan isabet buyurdunuz diyerek hikmet-i hükümet kurtuluşuna bağlarlardı. Hızır İlyas Ağa’nın Letâif-i Enderûn’u bir yönüyle, yetenekli Enderun gençlerinin zorunlu dalkavukluklarını içerir.
III. Murad döneminin ünlü meddah ve dalkavuğu Lâ’lin Kaba.
Doğu saraylarında halife ve sultanları, devlet ileri gelenlerini meclislerde, güldürüp eğlendiren İslâm dünyası dalkavukları için 1000 -1500 yıllık bir tarihten söz edilebilir. Adını tarihe yazdıran ünlü dalkavuklar, Harünürreşid(786-809) çağında yaşayan Eşebî Temmâ ve Ebü’l-Hasan Halil’dir. Dalkavukluğun bir meslek oluşu için Halife Mütevekkil (847-861) zamanı gösterilir. Bu asrın ünlü dalkavuğu Ebü’l- Enhas’tır. Söylentilere göre Mütevekkil’in sarayındaki Ebbadeî Muhannes adlı dalkavuk, karnına bir yastık bağlayarak halifenin önünde Hz. Ali’nin taklidini yaparmış. Dalkavuk deyimi, Gazneli Mahmud’un (997-1030) çağdaşı ve dalkavuğu Telhek’in adından Türkçeleşmişde denir. Gazneliler çağının en tanınmış dalkavuğu ise Ebülfevaris imiş.
Dalkavuklar hükümdarların gözüne girer hatta bazen güzel nükteler yanında iğineleyici sataşmalardan da çekinmezlermiş. Batı saraylarında daha çok cüceler ve sakatlar krallara dalkavukluk yapmaktaydılar.
Dalkavuklara ve şaklabanlara aşırı düşkün olan III. Murad’ın meclisinde maskaranın biri yapacaklarını yapmış ve işini bitirip gideceği sırada, kendisine ihsanda bulunurken, “Yok hünkârım bugün altın istemem, yüz değnek isterim” der. Sebebi sorulunca, “Hele ellisini vurun, ondan sonra sual buyurun” deyince padişah, “-Vurulsun!” diye ferman eder ve elli değnek vurulur. Elli olunca maskara, “durun!” Bir ortağım var, ellisini de ona vurun” der. Ortağının kim olduğu sorulunca, “- Her gün beni davete gelen Bostancıdır. Ben ihsan alıp giderken -Seni ben getirdim aldığının yarısı benimdir” der ve elimden alır. Deyneklerin yarısının da onun hakkı olmak lâzım gelir, cevabını verir. Padişah bu lâtifeden memnun olarak ihsanını bir misli daha fazla vermiş. Bostancıya da elli deynek vurulduktan sonra, maskaralara bir daha bu gibi şeylerin yapılmaması tenbih edilmişti (Peçevî İbrahim Efendi- Pe- çevî Tarihi)
19. yüzyıl mirasyedilerinden Veli Efendi-zâde Mehmed Efendi dalkavuklarına kış günü yaz oyunu, yazın kış oyunu oynattırırmış: Ortalık buz tutmuşken kendisi tandır başında kürklü börklü salep içerken, pencereler açtırır, yazlık entarili ayakları çıplak tir tir titreyen dalkavuklarına dondurma yalama yarışı yaptırır; yaz günü, ince patiska entari yalın ayak bahçede oturur, buzlu şerbet içerken kat kat kalın, kürkler, yün çoraplar giydirilmiş dalkavuklarına kaynar salep ikram ettirirmiş.
Bir yaz günü dalkavuk esnafından beş on âmâyı yalısına getirtmiş. Bunlara “lâğ cengi” (laf atışması) yaptırarak eğlendikten sonra “hadi namaz vakti” demiş. Tembihli uşaklar: “Namaza buyurun diyerek körleri koltuklayıp yalının önündeki rıhtımda saf tutturmuşlar. Kayığa binmiş bir uşak da imam olmuş. ”-Allahü ekber!” deyince biçare körler secdeye gidince denize yuvarlanmışlar.
Yine bir kış günü sözde Boğaz’da balığa çıkmış. Kendisi sarılmış sarmalanmış. Dalkavuğunu denize düşersen boğulmaz yüzersin aldatmacasıyla soydurup iç donuyla karşısına oturtmuş. Dalkavuk, soğuktan mosmor olmuş, Beyefendi: “Hatırın için daha dolaşsak derim ama burnumun ucu çok üşüdü!” deyince, dalkavuk cevabı yapıştırmış: “Devletli efendim bende de sıcak bir yer kaldı, burnunu k..ıma sok!” demekten çekinmemiş.
DALKAVUK KULLARIN PADİŞAHA ARZUHALİ
Hane sahibi ne söylerse söylesin fevkalâde yardakçılıkla onaylanır!
Topkapı Sarayı’nın eski müdürü Tahsin Öz tarafından, müze arşivinde bulunan kıymetli bir vesika vardır ki dalkavuk esnafının mahiyetini gereği gibi aydınlatmaktadır. I. Sultan Mahmud devrine ait olup kime hitap ettiği belli olmayan bu vesika bir dilekçedir. Bugünkü dille içeriği şudur:
“Devletli inayetli, merhametli efendim. Kimsesiz dalkavuk kullarının arzuhalidir. Her sene Ramazan-ı şerif geldiğinde İstanbul’da davetli davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricalin devletin sair büyüklerinin mevki sahiplerinin, büyüklerin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, şerbetler, tavukgöğüsleri, elmaspâreler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer ve içeriz. Üstüne göbek tütünü ve kahveyle ikram görürüz. Lâkin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırlarıyla velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizâma bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikârdır. Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzların tard edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şâkir Ağa’nın kâhya tayin olunmasını eline memuriyetini bildiren bir vesika ihsan buyurulmasını niyaz ederiz. Emr ü ferman devletli, inayetli efendim sultanım hazretlerinindir. İmza: Dalkavuk kulları”
Bu vesikanın altına da şu dikkate değer satırlar yazılmıştır:
“Dalkavuklar kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler. Oturacakları yer trabzan yanındaki küçük minderdir. Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, zikri müstekreh (çirkin) tabirlerden ve küfürlerden gayetle sakınmaktır. Hane sahibi ne söylerse fevkalâde yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir. Verilen ihsanı gizlice alacaklardır. Verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında övünmeyeceklerdir”. (Reşad Ekrem Koçu)
DALKAVUKLA EĞLENME ÜCRETLERİ
Tokat 30 para, yumruk 40 para, ağzına fare tıkıştırma 100 para
Dalkavuğun burnuna fiske vurma, fiske başına 20 para, başına kabak vurma, her seferinde 20 para, tokatlama tokat başına 30 para, oturduğu minder veya sedirden aşağı yuvarlama 34 para, yüzüne mürekkep veya kömür vurma 37 para, ellerini ve ayaklarını domuz topu bağlama 40 para, bir salkım üzümün sapıyla beraber yedirilmesi 40 para, kafasına yumruk indirme yumruk başına 40 para, çıplak başını tokatlama tokat başına 45 para, elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çadırdatmak şartı ile sakal zelzelesine 60 para, sakal boyamasına 60 para, merdivenden aşağı yuvarlama 180 para, sakalının yarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa lâtifeyi yapan, dalkavuğun üç aylık nafakasını verir bu nafaka ayda 30 kuruştan 90 kuruştur. Eyerinin bir tarafında üzengi bulunmayan haşarıca bir ata bindirilip temaşasından hoşlanırsa 300 para, sakız (bostan) dolabına bağlanarak su içinde bir miktar durdurulmak şartıyla bostan kuyusunda bir devrine 600 para. Birden fazla her devirde ayrıca 100 para verilir.
Dalkavuk boğulur ölürse cenaze masrafı lâtifeyi yapana aittir. Kuyruğu dışarıda kalmamak üzere bir fındık sıçanını ağzınının içine kapatma 100 para. (R. Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Vakalar,1958)