Kasım
sayımız çıktı

Osmanlı sarayında son padişah cenazesi ve son cülûs…

Bundan 100 yıl önce, 3 Temmuz 1918’de 35. Osmanlı padişahı Sultan Mehmed Reşad vefat etmiş, 4 Temmuz’da ise son padişah Vahideddin tahta çıkmıştı. Gazeteci Ruşen Eşref 5 Temmuz 1918 tarihli Vakit gazetesinde çıkan “İki Saltanat Arasında” başlıklı yazısı, bu tarihî hadiseyi belgeleyen eşsiz bir kaynaktır.

Osmanlı tarihinin dört asırlık devrinde nice acı ve tatlı olaylara tanıklık eden, görkemli parlak törenlerle birlikte kanlı ihtilallere de sahne olan Topkapı Sarayı, 4 Temmuz 1918’de pek çok emsali yaşanmış geleneksel merasimlerden ikisine son kez evsahipliği yapmıştı.

Tam 100 yıl önce, 4 Temmuz Perşembe günü, Topkapı Sarayı’nda Osmanlı padişahlarının “son cenaze” ve “son cülus” merasimi icra edildi.

Sultan Mehmed Reşad, 27 Nisan 1909’da meşhur 31 Mart İsyanı akabinde hal‘edilen Sultan II. Abdülhamid’in yerine Osmanlı hanedanının “ekber evladı” olarak tahta çıktığında 65 yaşındaydı ve bu durum onu tahta çıkan en yaşlı şehzade yapıyordu.

Meşrutiyet rejiminin kurulduğu bir dönemde tahta çıkan Sultan Reşad, padişahlık iradesini neredeyse hiç kullanamadı. Saltanat süresince köklü değişimleri getiren kanunlara, devletin sonunu getiren askerî yenilgilere yol açacak ittifaklara imza atan Sultan Reşad’ın ne sosyal ne siyasal ve ne de askerî gelişmelerle direkt bir ilgisi vardı.

Halim-selim, yumuşak tabiatlı bir padişah olan Sultan Reşad, İttihat Terakki yönetiminin bütün icraatına imza atmış, her istenileni kabul etmesinden dolayı yapılan eleştirilere; “Herkes bana işlere karışmıyor diyor. Meşrutiyet döneminde ben işe karışacak olsam biraderin [Sultan II. Abdülhamid] suçu neydi?” diyerek kendini savunurdu.

Bir ihtilal neticesinde tahta çıkan Sultan Reşad’ın ilk yılları İttihatçı-İtilafçı siyasal rekabet ve mücadelesinin içinde geçti. O, bu dönemde yaşanan siyasi mücadeleler, entrikalar ve suikastlerin uzağında, bunlara dahil olmadan seyirci kalmış ve bu kavgadan galip çıkanların taleplerini tereddüt etmeden yerine getirmişti. 23 Ocak 1913 tarihinde İttihatçıların gerçekleştirdiği Babıâli Baskını’ndan sonra ipleri tamamıyla ele geçiren İttihat ve Terakki Fırkası’nın oligarşik iktidarında padişahlık iradesinden mahrum, bir onay makamı haline getirilmişti.

Dokuz yıllık saltanatı savaşlar ve felaketlerle doludur. Peşpeşe tam üç savaşa girilmiş; Trablusgarp Savaşı ile Afrika kıtasındaki son topraklar kaybedilmiş; Balkan Savaşı ile 500 yıllık Rumeli vilayetleri elden çıkmış; içinde bulunulan Cihan Harbi ise devletin sonunu getirmişti. Talihsiz Sultan Mehmed Reşad’ın belki en büyük talihi, bu meşum savaşın sonunu ve devletin tarih sahnesinden silinmesini görmeden bu dünyadan ayrılması olmuştur.

Sultan Reşad, saraydan dışarıya neredeyse adım atmayan selefi II. Abdülhamid’in aksine halk arasına karışmış, Rumeli vilayetleri kapsayan resmî bir seyahat yapmış; Hereke, İzmit ve Bursa’yı ziyaret etmişti. Bu güleç, iyimser sakin tabiatlı padişah halkın sevgisini kazanmıştı.

Sultan Mehmed Reşad 1918’in yaz aylarına denk gelen Ramazan ayının 15. günü (24 Haziran 1918) geleneksel olarak icra edilen Topkapı Sarayı’nda Hırka-i Saadet dairesindeki merasime iştirak etmiş ve bu tören sırasında rahatsızlığı artmış olduğu için yere yığılmıştı. Böbrek yetmezliği çeken ve şeker hastalığı ziyadeleşen padişah sarayda tedavi altına alındı. Tam dokuz gün hasta yattıktan sonra Ramazan ayının 24. gününde, 3 Temmuz 1918’de vefat etti.


İmparatorluğun son padişahları Sağda Sultan V. Mehmed Reşad ve solda kardeşi VI. Mehmed Vahideddin Osmanlı tahtının son padişahları oldular.

Sultan Reşad’ın ölümü üzerine 4 Temmuz 1918 günü gazetelerde çıkan resmî tebligatta: “Padişahlara yaraşır yüce ahlak ve hasletleriyle bütün tebaasının kalplerini kazanmış olan Sultan Mehmed Han-ı Hâmis Hazretleri birkaç senedir giriftar bulundukları şeker hastalığının son zamanlarda şiddetlenmesiyle sekiz gün kadar hasta yattıktan sonra dünkü Çarşamba günü akşama doğru saat yediyi on dakika geçerek vefat emişlerdir” deniyordu.

Sultan Reşad’ın vefatı üzerine derhal Sadrazam Talat Paşa, Enver Paşa ve Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi, veliaht-ı saltanat Vahideddin’in Çengelköy’deki köşküne giderek vefat haberi verdikten sonra tahta cülûslarını tebliğ ettiler.

4 Temmuz günü Topkapı Sarayı’nda, bir tarafta merhum padişah Sultan Reşad’ın cenazesi Hırka-i Saadet Dairesi’nde yıkanıp kefenlenerek son yolculuğuna hazırlanırken, hemen yanı başında kurulan taht, cülûs edecek yeni padişah için hazırlanıyordu.

Topkapı Sarayı’nda ölüm ile yaşamın içiçe geçtiği bu tarihî anda orada bulunan Ruşen Eşref (Ünaydın) isimli genç bir gazeteci, tanıklık ettiği bu hadisenin önemi ve kıymetinin son derece farkında olarak yaşananları derin bir özümseyişle kaydetmiş, harikulade ifade kabiliyetiyle gazetesinde yayımlamıştır.

Ruşen Eşref, 5 Temmuz 1918 tarihli Vakit gazetesinde çıkan “İki Saltanat Arasında” başlıklı yazısı ile bir taraftan habercilik kabiliyetini sergilerken öbür taraftan bir gazeteci ve Osmanlı aydını sıfatıyla tarihî bir ana tanıklık yaptığının bilincinde olarak hiçbir şeyi kaçırmak istememiş; bizzat görerek, duyarak bu müstesna olayı gazete sütunlarına taşımıştır.

5 Temmuz 1918 tarihli Vakit gazetesinin ilk sayfası.

Topkapı Sarayı’nda geleneksel olarak icra edilen “cenaze” ve “cülûs” merasimine katılan Ruşen Eşref, bu merasimlerin son kez yapıldığını düşünmemişti hiç şüphesiz. O, yaşanan tarihî ana şahit olarak bir tarafta biten, öte tarafta yeni başlayan iki saltanat arasında, hayat ve mematı bu kadar yakından hissederek hem duygularını hem de tanık olduklarını satırlara dökmüştü.