Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet dönemleri, devletin kimi kaçınılmaz, kimi keyfî birçok “toplu temizlik” hareketine sahne oldu. Hepsinde ortak olan nokta, süreçlerin iyi yönetilememesi neticesinde masumların da zarar görmesiydi.
Başbakan Binali Yıldırım, geçen ayın ortasında yaptığı açıklamada, 15 Temmuz darbe girişim ertesinde kamuda açığa alınan ve memuriyetten çıkarılanların toplam 81.494 kişi olduğun belirtmişti. Gerek Kanun Hükmünde Kararnameler, gerekse kurumsal tasarruflarla, Eylül sonu itibariyle bu rakamın 100 binin üzerine çıktığı tahmin ediliyor. Bu, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihlerinde devletteki en kapsamlı tasfiye olarak ortaya çıkmakla birlikte, bir ilk de değil. Zira devlet kadrolarında tasfiye, çeşitli dönemlerde (1933, 1947, 1960 ve 1980) üniversitelere yapılan haksızlıkları bir kenara bırakacak olursak, siyasal koşulların zorladığı, şimdiki gibi gerekli olabilen bir uygulama. Nitekim, Sultan II. Abdülhamit mutlakiyetinden Meşrutiyet’e, imparatorluktan da Cumhuriyet’e geçiş gibi önemli dönemeçlerde de, ciddi tasfiyeler yapılmış. Meşrutiyet’in, özgürlük ortamı ve temsili rejim isteyenleri gammazlayanlara önemli memurluklar vereceğini düşünemeyiz tabii. Sultan VI. Mehmet Vahdettin’e ya da Damat Ferit Paşa’ya sadık memurların da kendilerini Cumhuriyet yönetiminde yer bulabileceklerini hayal etmek güç olur. Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin, I. Dünya Savaşı’na kadar neredeyse tüm Ortadoğu’yu yöneten bir memur kalabalığına ne ihtiyacı vardı, ne de bunlara verecek parası. Ama, söz konusu süreçler pek adil bir biçimde yönetilemedi. Parasızlık, acelecilik ve kişisel garezler kuruların yanında yaşların da yanmasına neden oldu.