4. Mehmed devrindeki Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi (1631-1692), “kara kaplı” denilen elyazması defterde topladığı fetvaları ile tarihe geçmiştir. Bir dizi gündelik konuda 6.000 civarında hükmün bulunduğu eseri kaleme alan Ali Efendi, padişahın sefer kararına karşı fetva verebilen, çağırdığı zaman ayağına gitmeyen bir dönem hukukçusuydu.
Medeni Kanun’la çağdaş yargı düzenine geçilmezden önce Selçuklu/Osmanlı Türk-İslâm yönetimlerinde toplum düzeni, dinî/şer’î temelli hukukla sağlanıyordu. Dayak cezasından kısas denen idama, nikahtan köle satışına kadar toplum ve birey sorunlarını çözecek yasalar, Kur’an’a dayalı ilkelerle şeriat bilginleri tarafından hazırlanıyor; halkın “kara kaplı kitap” dediği şer’î fetva mecmualarında kadı ve naiplerin yargılama hizmetine sunuluyordu.
“16 kitap-1851 madde” içeren, 1876’da basılan ve yürürlüğe giren Mecelle yeniliği ile karmaşık hâle gelmiş türlü çeşitli elyazması fetva mecmualarından kurtulmak amaçlanmıştı. Bu “düstur” (kodeks-codex), İslâm hukuku açısından önemli bir yenilikti. Zira Osmanlı coğrafyasında davalar, yüzyıllarca çelişkiler içeren fetvalar esas alınarak sonuçlandırılmıştı!
1876 öncesinde kadı denen yargıçlar, davacıyı-davalıyı, varsa tanıkları dinler, kanıtlara bakar, “sözde” fetvaları inceler, hüküm verir, çoğu durumda rüşvet ve kayırmalarla haklının değil haksızın lehine kararlar alırdı. Her fetva din bilginlerince öngörülmüş, onanmış, geçerliliği tartışmasız, şeriata uygun ve gerekli hükümler içerse de uygulamalar sorunluydu.
Dinî/şer’î ilintisi bulunan her türlü sorun için kadıya başvurulabilirdi. Yöntem gereği kadının, davacı ve davalıyı, varsa tanıkları dinlemesi, kanıtları incelemesi, fetvalara bakması, önceki benzer davaları da inceleyerek hüküm kurması beklenirdi ama, çoğu durumda hüküm, onun iki dudağı arasında biçimlenirdi. Fetvalarda gerçek olay ve kişilerden sözedilmez; davacı-davalı Zeyd, Amr, Bekir; kadınsa Hind, Zeynep gibi simge adlarla anılır; hüküm de: “el-cevap: Olur”, “el-cevap: Olmaz” denerek bağlanırdı.
Medrese okumuş, din hukukunu öğrenmiş kadıların raflarında İslâm yasalarının temel kaynağı Kur’an-ı Kerim, tefsir ve hadis kitapları, fetva mecmuaları kuşkusuz vardı ama deneyimli kadıların çoğu fetvaları ezberden bilir; bilmeyenler “kara kaplı kitap” denen fetva derlemelerine bakar veya “karakuşî” (keyfî) hükmederdi. Mektepli/medrese çıkışlı kadılar bir mülâzemet (adaylık/staj) döneminden sonra yıllık dönüşümlerle bir kadılık, bir müderrislik yaparlardı. Kadılığın aşamaları, nahiye, kaza, sancak, il kadılıkları idi. Kadılık aşamalarından medrese müderrisliğine, tekrar kadılığa geçişler arasında terfilere koşut beklemeler, arada “pâye” denen aylıkla açıkta kalışlar, en son da emekliye ayrılış sözkonusu idi. “Mevleviyet”, üst düzey il kadılıkları demekti. Bu aşamadaki kadılıklar, vilayetlerin büyüklüğüne oranla sınıflandırılmıştı. Üst düzey kadılıklar Galata, Eyüp, Üsküdar, Edirne, Bursa, Şam, Mısır, İstanbul’du. Bunlardan sonra en üst basamak, Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği idi. Kadıasker/ kazasker efendiler, Adalet Bakanı ve temyiz yargıcı idiler. Rumeli Kadıaskeri için son basamak, ulema sınıfının serveri (önderi) sayılan şeyhülislâmlıktı.
Nahiye-sancak kadıları arasında mevleviyet (yüksek kadılık) düzeyinde bulunanlar; yargı görevlerine koşut, çarşı-pazar denetimi, narh, su, yol sorunlarının çözülmesi, gelip-geçen kamu görevlilerinin masraflarının avarız sandığından karşılanması gibi yönetim görevleri de üstlenirdi. Bu günlük işlemleri, vilayetten-payitahttan gelen buyrukları ahaliye duyurur; Sicill-i Mahfuz denen deftere de tarih koyarak bunları yazdırırdı.
Osmanlı yargı düzeninde “kitab-ı fetavi” denen başvuru kaynaklarının ilk akla geleni, -eleştirilen fetvalar içerse de- Türkçesi de basılan Şeyhülislâm Ebussuud Efendi fetvalarıdır. Kütüphanelerde, ulemadan kimilerinin imzalarını taşıyan veya anonim pek çok fetva derlemeleri vardır. Bunlara şer’î hukuk dilinde “kütüb-i fetavî“, “câmi-i kitap”, halk dilinde de “kara kaplı kitap” denilmiştir. Bunları taşra kadıları kadar üst düzey kadılar da edinmek, okumak, yorumlamak durumundaydı. Küçük kadı, kadı yardımcısı konumundaki naiplerle mahkeme katiplerinden, fetva bilgileriyle kadıya danışmanlık edenler çok kez görülmüştür. Kadıların fetvaya dayalı hükümlerine itiraz, istinaf, temyiz içinse Divan-ı Hümayun’a başvurulurdu.
Çatalcalı Ali Efendi’ye (1631-1692) ve eseri Fetâva-i Ali Efendi’ye gelince… Şeyhülislâmlığı 4. Mehmed’in saltanatındadır (1648-1687). Bu padişahın 18 defa şeyhülislâm atama-azil yaptığı dikkate alınınca Ali Efendi’nin bu görevde 12 yıl (1674-1686) gibi uzun bir süre kalması önemlidir (1692’deki ikinci şeyhülislâmlığı 1 aydır). Ali Efendi, Çatalca’da tekke şeyhi Mehmed Efendi’nin oğludur. Medrese eğitimi görmüş, müderris olmuştur. Sadrazam Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa’nın Girit Seferi’nde ordu kadısı, 1671’de de Rumeli Kazaskeri’dir. Medreseden hocası Yahya Efendi’nin yerine 1673’te şeyhülislâmlığa atanmış; 13 yıl kaldığı bu görevden dürüstlüğü nedeniyle 1686’da alınarak Bursa’ya, oradan Rodos’a sürülmüştür. Önce Bursa’da, sonra Rodos’ta sonra yine Bursa’da 4 yıl sürgünden sonra 1690’da İstanbul’a dönmesine izin verilmiştir.
Bir elyazmasında topladığı fetvaları, 17. yüzyıl Osmanlı toplum yaşamına ve tarihine ışık tutan bir kaynaktır. Elimizdeki bu nüshada, Ali Efendi’nin kendi kalemiyle kaydettiği birkaç fetvasının altında imzası “Ali” de okunur. Son yapraktaki Hicrî 1080 (Miladi 1669) tarihi de, mecmuayı şeyhülislamlığından önce kaleme almaya başladığını gösterir. Elyazmasının bütün yapraklarında derkenar edilmiş Arapça-Türkçe fetvaların bir kısmı, ölümünden sonra başka kadılarca yazılmış olabilir.
Döneminde “Nâib Çelebi” sanıyla da ünlenen bu zatın, Fetavâ-i Ali Çelebi adlı büyük boy, 253 yapraklı elyazması eseri, 506 sayfayı dolduran yaklaşık 3.500 fetva içeriyor. Sıralanan örnek olay ve hükümler: Mektepte veya sokaktaki falaka; kadınların ev ve sokak kıyafetleri; koku sürünmek ve abteshane kuralları; savaş koşulları; sanat ve ticaret ilişkileri; menzil/mesken (ev) yapımı; değirmende un öğütme; evlenme-boşanma; kavga ve uzlaşma; köle-cariye hakları ve diğer bir dizi konudadır. Başka kadı, kazasker ve şeyhülislâmların mecmualarından alıntılar da derkenar edilmiştir. Bu Arapça-Türkçe olanlar da katılınca, eserdeki fetva sayısı 6.000 civarına ulaşmaktadır.
Ali Efendi’nin fetvaları, cetvelli sayfalarda kırmızı arabaşlıklar altında, örneğin rücu’u şehadet, fasl-ı fi’ ihtilaf, kitabü’l-ikrar, kitâbü’l-cinayet, nev’i fi cehalet-i müddet, kitâbü’l-şefaat, kitâbü’l- icâre diye gruplandırılmış, toplum yaşamını ilgilendiren kısa ve açık anlatımlı fetvalardır. Bu fetvalar içerik zenginliği yanında sistematiğiyle de dikkati çeker. Döneminin toplum yaşamına ışık tutar. Gündelik hayatın her alanına; selamlaşmaya, sövmeye veya övmeye, ev yaşamına, mesken dokunulmazlığına, konut yapımına, kira ve kiracılığa, ortaklığa, iflasa, komşuluk değerlerine, akrabalığa, çocukluğa, buluğa, miras hukukuna, borçlanmaya, vakıf koşul-kural ve hizmetlerine, çiftçiliğe, gayrimüslimlerle ilişkilere, gemiciliğe, köle ticaretine kadar fetvalar içerir. Olasılıkla komşu Müslüman toplumlarında da başvurulan bir disiplin külliyatı, bir düstur olagelmiştir.
TARİHE GEÇEN KARAR
Şeyhülislâmdan savaş karşıtı fetva
Barış isteyen Avusturya elçisine -padişahın iradesine rağmen- savaş açılamayacağına dair fetva veren Ali Efendi’ye dokunulmamış; buna karşın elçi hapsedilmişti.
Ali Efendi’nin devletin en yetkili hukukçusu olarak dürüstlük ve adaletten şaşmadığına Silahtar Tarihi’nden bir kanıt verelim.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1682’de Viyana bozgunuyla sonuçlanacak Avusturya seferi hazırlıklarını sürdürürken, İstanbul’a gelen Avusturya elçisi Comte Albert Caprara iki devlet arasındaki barışıın sürdürülmesiyle görevlendirilmişti. Yanıkkale’nin geri verileceğini, Osmanlı Ordusu’nun sefere hazırlanması için harcanan paranın da tazmin edileceğini bildirmişti. Ancak önceki Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa’dan daha güçlü ve başarılı olduğunu kanıtlamak isteyen Merzifonlu, sefere çıkmakta kararlıydı. Bunu öğrenen elçi, ikinci görüşmede “Çasarım beni barışı yenilemek için gönderdi. Siz ise savaşta ısrar ederek nahak yere kan dökmek istiyorsunuz. Allah’tan reva mıdır?” dedi. Silahtar Tarihi’ne göre, sonuç alamayacağını anlayan elçi Caprara, gizlice şeyhülislâma başvurarak: “İslâm şeriatı üzre boğazına bez bağlayıp ‘aman’ diyene kılıç vurulur mu? Üzerine sefer câiz midir?” diyerek fetva istedi. Ali Efendi, çekinmeden “el-cevap: Olmaz!” diyerek, barış isteyene savaş açılmayacağı fetvası verdi.
Bu gelişmelerden sonra şeyhülislâmdan fetva isteyen elçi hapsedildi ama, ne padişah ne sadrazam “sen nasıl böyle bir fetva verirsin” diyerek dönemin en yetkili yargıcı konumundaki Şeyhülislâm Ali Efendi’ye ilişmedi!
Diğer yandan 4. Mehmed’in aşırı av düşkünlüğü nedeniyle ulema “Padişah niçin Cuma’ya ve duaya bile gelmez. Bir sarhoş sefihi kaymakama devleti teslim etmiş. Kendi heva vü hevesinde; avında ve kuşunda. Avdan el çekip tahtına otursun” dedi. Şeyhülislâm bu kararı Davud Paşa Kasrı’nda huzuruna gitmeden sadaret kaymakamı aracılığı ile padişaha bildirdi. Korkan padişah, av sevdasına ara vererek zafer duası için camiye gitti. Budin’in düştüğü haberi gelince durumu görüşmek üzere şeyhülislâmı çağırdığında da Ali Efendi “Gelmemize ulemanın izni yoktur!” diyerek gitmedi. Doğal ki azledildi (İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Osmanlı Tarihi 3. Cilt, s: 438, 485-486).