Uzak geçmişte soyut güçler olarak kabul edilen tanrılarla iletişim kurmanın en etkili yolu yine soyut bir araç, yani koku. Elbette çoktanrılı dönemlerde bileşik kokular söz konusu değil; ağaç kabukları, kökler veya reçineler oldukları gibi atılıyorlar yakılan ateşin üzerine. Isınan malzemedeki kokulu moleküller dumanla göğe yükselirken, insanlarla tanrılar arasında bağ kurulduğuna inanılıyor. Herkes en yakınındaki kokulu malzemeyi kullanıyor tabii. Örneğin Mezopotamya’da en makbul malzeme Gılgameş Destanı’na da konu olan Lübnan menşeli sedir ağaçları. ‘Fumum’, latince duman demek. ‘Perfumum’ da ‘dumanla yükselen’ anlamına geliyor. Bu kadim sözcük bugün sürülebilir kokular için kullandığımız ‘parfüm’ kelimesinin de kökeni.
Kokulu maddeleri olduğu gibi kullanan çoktanrılı medeniyetler zamanla kokuları biraraya getirmeyi öğreniyor. O günlerde bir maddenin kokusunu diğeriyle birleştirmenin en kolay yolu, onu başka bir taşıyıcı ortamın içine aktarmak, sonra da taşıyıcı ortamı kokunun kaynağı olarak kullanmak. Bunun en meşhur örneği ise Edfu’da ve diğer pek çok Mısır tapınağında bulunan farklı formülleri günümüze kadar ulaşan ‘kyphi’. İçinde hiçbir çiçek notası barındırmayan ‘kyphi’ kah macundan top haline getirilip ateşe atılıyor, kah merhem gibi sürülüyor.
Parfüm imalatı rahiplerin tekelinde. Tapınaklardaki atölyelerde üretilen parfümler dini törenlerde, mumyalamalarda kullanılıyor. Bu imalattan sadece yöneticiler, soylular, zenginler nasiplenebiliyor. Sık sık yıkanan Mısırlılar için parfümler aynı zamanda yakıcı güneşte kuruyan, çatlayan ciltler için nemlendirici yerine geçiyor.
DEVLERİN AŞKI
Kleopatra’dan Antonius’a koku tuzağı
Mısır’dan bahsedip de Kleopatra’dan bahsetmemek olmaz. Makyaj ve parfüm konusunda gerçek bir üstat Kleopatra. Hatta sırf bunları üretmek için Ölü Deniz’de bir atölye dahi kuruyor. Sahip olduğu politik gücü arttırmak için düşmanlarıyla ittifak kurmaktan çekinmeyen ‘Kleo’, bu teşebbüsleri romantik ve erotik bağlarla sağlamlaştırmayı ihmal etmiyor. Cesar’ın ardından Marcus Antonius’la yaşadığı aşkın başlangıcıyla ilgili söylentiler muhtelif.
Ama bilinen o ki, Marcus Antonius’un gemisi Tarsus limanında beklerken Kleopatra içi çiçek
taç yapraklarıyla dolu bir başka gemiyle yanaşıyor Cydnus’un (Berdan Çayı) denize döküldüğü
o noktaya. Kleopatra’nın gemisi küçük, ama etkisi büyük. Hanımefendi altın rengi kumaşlardan bir yatağa uzanmış, tütsü dumanları ile buğulanmış çiçek bezeli güvertede onu yelpazeleyen genç oğlanlar ve önceden kokulu yağlara batırılmış erguvan rengi yelken bezleri var. Sanırsınız Tanrıça Venüs dünyaya inmiş! Her asil Roma’lı gibi Marcus Antonius’un da hem hoş kokulara, hem güzel kadınlara, hem de asaletin simgesi olan erguvan rengine zaafı var. Her duyusunu tahrik eden bu karşılaşma anını takiben… Neyse, sonrası malumunuz…