Dünyaca ünlü Witcher serisinin yeni oyunu, Polonya’nın direniş ve yıkımla dolu tarihinden esinlenmiş. Özellikle Sovyet işgali altında geçirilen yıllar, bu fantastik oyunun dev haritasına ve 200 saati aşan muazzam hikâyesine yansımış.
Geldikleri ilk tarih bilinmese de, 5-8. yüzyıllar arasında bölgeye yerleşen Slavların kurduğu küçük kabileler birleşmiş ve gelecekteki Polonya devletinin temelini atmışlar. Ülke ismini, Poznań yakınlarındaki Warta Nehrinin kıyılarına yerleşen Polanie isimli bir kabileden almış. Kabilenin şefi efsanevi Piast, bölgede dağınık yaşayan grupları 10. yüzyılda birleştirmiş, ismini de Polska koymuş.
Hayata masal gibi başlayan Polonya’nın bahtı çoğunlukla kara. Çalkantılı, felaketlerle dolu tarihi boyunca Polonya halkı güçlüklere direnmiş. Defalarca komşu uluslar tarafından yokedilme tehlikesiyle yüzleşen Leh halkı, bağımsız ulusal kimliğini muhafaza etmiş. Ülkenin edebiyatı ve sanatı, bu direniş ve yıkımla dolu tarihi yansıtır.
CD Projekt RED adlı firmanın dünyaca ünlü “Witcher” serisi de Polonya tarihinin yaralarını taşıyor. Seri, yazar Andrzej Sapkowski’nin çok satan Wiedźmin (The Witcher) kitaplarından bir uyarlama. Sapkowski’nin yarattığı dünya, Polonya ve Avrupa mitolojisinden çokça ödünç alıyor. Fakat bu mitleri, hurafeleri, doğaüstü inanışları alıp, modern fantastik edebiyatın vahşi, karanlık, ahlâken muğlak atmosferiyle harmanlıyor. Hikâyeler, “The Continent” (Kıta) adlı bir dünyada geçiyor. Kıtanın topraklarına 1.500 yıl önce musallat olan doğaüstü güçlere karşı bir çözüm bulmak için ‘witcher’lar yaratılıyor. Küçük yaştan itibaren canavarlarla savaşmak için yetiştirilen ‘witcher’lar aslında mutantlar. Gizli bir iksir içerek doğaüstü bir güce kavuşuyorlar. Bir ‘witcher’ olan Geralt of Rivia (Rivialı Geralt) kitapların ve oyunun kahramanı. Her ‘witcher’ gibi geçimini, insanları kurt adamlardan, vampirlerden, türlü hayaletlerden ve çeşitli garip yaratıklardan koruyarak kazanıyor. Fakat ister istemez, çoğunlukla da istemeyerek, kendini saray politikalarının ve devletlerarası savaşların ortasında buluyor.
Serinin ikinci oyunun sonunda,Kuzey Krallıkları, güney komşusu yayılmacı Nilfgaard Krallığı tarafından işgal edilmişti. Üçüncü oyun, işgal edilmiş topraklarda geçiyor. Elflerin ve cücelerin azınlık olduğu ve sürekli ezildiği ‘Kıta’da, ırkçılığın gerginliği hep vardı. Bunun üzerine bir de başka bir ülke tarafından ezilen halkın gerginliği ekleniyor. Polonya’nın tarihi boyunca yüzleştiği sıkıntılar, Sovyet işgali altında geçirdiği yıllar, oyunun dev haritasında ve 200 saati aşan muazzam hikâyesinde ortaya çıkıyor. Kimileri Nilfgaard’ın işgaline sıcak bakıyor. Küçük bir köyün içinden geçerken “benim soyumda Nilfgaard kanı var, artık ismim de değişecek” diyenleri duyabiliyorsunuz. Bazılarıysa yere tükürüp okkalı bir küfür savurmadan Nilfgaard ismini anmıyor. Fırsatçı, acımasız yöneticiler halkı yeni yönetim altında da ezmeye devam ediyor. Ülkesi için kahramanca savaşıp ölen askerlerin cesetleri her yerde. Bir dolu da savaştan kaçıp soygunculuk yapan çete var.
Witcher 3, küçük bir mucize. Batılı oyun firmalarının hiçbir imkânına sahip olmadan, bu kadar büyük bir oyun yapmak çılgınlık gibi dursa da, CD Projekt Red işin altından kalkmayı başarmış. Yaptığınız büyüklü küçüklü yüzlerce seçimle bu dev dünya etrafınızda şekilleniyor. Ama nasıl bir dünya! Rüzgarla dalgalanan ağaçlar, çiçekler arasından yansıyan güneş, korkutucu yaratıklar, çirkin-güzel yüzlerce karakter muhteşem bir estetikle hayata geliyor. Witcher 3, çok ama çok güzel bir oyun. Fakat güzelliğinin altına bakın… Burada karanlık ve şeytani güçlerin hakim olduğu, zor seçimlerle dolu dünyamıza çok benzeyen bir dünya göreceksiniz.