Millî Mücadele’nin başlangıcında önemli roller üstlenen Rauf Bey, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşa, kendilerine Anadolu hareketi güçlenince katılan İsmet Paşa’nın önemli mevkilere gelmesinden rahatsızdı. Gerginlik zaferden sonra da sürecek; Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’le İsmet Paşa arasında yaşanan Lozan krizinde İsmet Paşa’yı destekleyecekti.
Gazi Mustafa Kemal (Atatürk), Lozan Antlaşması’nın 24 Temmuz 1923’te imzalanmasından sonra bir gün Rauf (Orbay) Bey ile Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın Çankaya’ya geldiklerini; Rauf Bey’in kendisine Ankara’ya dönmek üzere olan İsmet (İnönü) Paşa’yla karşılaşamayacağını ve seçim bölgesi olan Sivas’a gitmek istediğini söylediğini yazar. Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta anlattığı kadarıyla Rauf Bey’i bu fikrinden caydırmaya çalışmış, ama başarılı olamayınca isteğini ancak Bakanlar Kurulu başkanlığından istifa etmesi hâlinde kabul edebileceğini söylemiştir. Bu konuda hatırlanması gereken önemli nokta, Rauf Bey’in anılarında istifa fikrinin kendisine ait olduğunu yazmış olması ve bunun Ali Fuat Paşa’nın anılarında da böyle anlatılmasıdır. Sonuç olarak Rauf Bey, 29 Temmuz’da Ankara’dan Sivas’a doğru yola çıkacak, 4 Ağustos tarihinde de Bakanlar Kurulu başkanlığından istifa edecektir.
Ancak, Çankaya’da gerçekleşen, tam tarihini kesin olarak bilemediğimiz ama 26 Temmuz’da gerçekleşmiş olması kuvvetle muhtemel bu üçlü görüşmenin ilginç bir boyutu daha vardır. Nitekim Gazi Mustafa Kemal, aynı görüşmede Ali Fuat Paşa’nın da kendisine, “Senin, şimdi, apotrların (apôtre = havâri) kimlerdir; bunu anlayabilir miyiz?” biçiminde bir soru yönelttiğini anlatır. İlginç olan şu ki, Ali Fuat Paşa’nın sorusu yalnızca bir dışlanmışlık, sahnenin arkalarına itilmişlik duygusu dile getirmiyor; bir de İsmet Paşa’yla Rauf Bey arasındaki gerginlikte Rauf Bey’den yana bir duruş sergiliyordu. Bu da bizce üzerinde biraz durulması gereken bir konudur.
Rauf Bey, Ali Fuat Paşa ve Refet (Bele) Paşa gibi Millî Mücadele’nin başlangıç aşamasında önemli roller üstlenmiş kişiler; o aşamada fazla bir başarı olasılığı görmeyen ve ancak 1920 başlarında, yani Anadolu hareketi iyice güçlendikten sonra kendilerine katılan İsmet Paşa’nın yükselip önemli mevkilere gelmesinden rahatsız olmuşlardı. Ali Fuat Paşa, Batı Cephesi komutanlığını İsmet Paşa’ya devrettikten sonra hiçbir önemli askerî göreve gelmemiş; Refet Paşa ise 1. İnönü Savaşı’ndan sonra hep yönetsel görevlerde bulunmuştu. Ayrıca bu iki subay, İsmet Paşa’nın askerî yeteneksizliği konusunda alıp yürüyen ve Ali İhsan Paşa’nın 1. Ordu komutanlığından alınması sırasında subaylar arasında ayyuka çıkan olumsuz dedikodulara da kendilerini fazlaca kaptırmışlardı. Nitekim Refet Paşa, Ali İhsan Paşa’dan sonra kendisine önerilen 1. Ordu komutanlığını da İsmet Paşa’nın emri altında olmamak için reddetmişti. Bütün bunlar, yakın arkadaşları olan ve Malta’dan döndükten bir süre sonra da Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey’in kulağına gidiyordu tabii.
Alttan alta süren bu gerginliklere, Anadolu zaferinden sonra bir boyut daha eklendiği görülüyor. Bu da Ankara Hükümeti’ni Lozan’da baş delege olarak kimin temsil edeceği meselesidir. Gazi Mustafa Kemal’e bakacak olursak, Rauf Bey bu göreve talipti. Rauf Bey ise anılarında, böyle bir talebi olmadığı gibi, görevin İsmet Paşa’ya verilmesini de kendisinin teklif ettiğini söyler. Öte yandan, hem kendi anılarından hem de Ali Fuat Paşa’nın anılarından TBMM çevrelerinde Lozan’a Rauf Bey’in gönderilmesi lehinde, ama ne kadar yoğun olduğunu bilemediğimiz bir eğilim olduğu da anlaşılıyor. Hatta bu konudaki tartışmaların Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’yı tercih etmesi üzerine de sürdüğü iddia edilebilir; zira bir sohbetlerinde Kâzım Karabekir Paşa’nın İsmet Paşa’ya Lozan’a baş delege olarak bir asker gönderilmesinin doğru olmayacağını söylediğini İsmet Paşa’nın anılarından öğreniyoruz.
Anlaşılan o ki Rauf Bey, Lozan’a gitmek istemiştir. İçeriği Osmanlı Devleti açısından gayet kötü, uygulanması ise daha da kötü olan Mondros Bırakışması gibi bir metne imza atmış olan adam sıfatıyla tarihe geçmek istememesini doğal kabul etmemiz gerekir. Ancak, sorun çözülüp Lozan’a İsmet Paşa’nın gitmesine karar verildikten sonra da Rauf Bey’in bu psikolojiden kurtulamamış olduğunu görüyoruz. Nitekim İsmet Paşa’yla Rauf Bey’in Lozan görüşmeleri sırasındaki yazışmalarına baktığımızda, Rauf Bey’in kendisine ve başında bulunduğu hükümete de olası bir başarıdan pay çıkartmaya çalıştığı izlenebilir. Bu hâl bazen öyle boyutlara varmıştır ki, genellikle duygularına hâkim olmayı bilen, soğukkanlı bir diplomat olan İsmet Paşa bile sinirlenmiş; amacını çok aşan telgraflar çekmiş ve bu durum kendisine Mustafa Kemal Paşa’nın çektiği bir telgrafta hatırlatılmıştır.
Bir örnek olarak Lozan’da Yunanistan’dan istenmesi sözkonusu olan savaş tazminatı meselesine bakabiliriz. Ankara’nın, Yunan Ordusu’nun Ege’ye doğru çekilirken Batı Anadolu’da gösterdiği sertlik sonucunda ortaya çıkan zarar ve ziyanın tazmin edilmesini istemesi gayet haklıydı tabii. Ancak artık Büyük Britanya’dan maddi destek alamayan, Anadolu’daki hezimetle birlikte iflas noktasına gelmiş bir Yunanistan vardı ve bu ülke Lozan’da yapılan mübadele antlaşmasıyla 1.5 milyona yakın bir nüfus almayı kabul etmişti. Bu durumda İtilâf Devletleri araya girdiler ve İsmet Paşa’ya sözkonusu tazminat yerine Osmanlı Devleti’nin 1915’te Bulgaristan’a bırakmış olduğu Karaağaç’ın Türkiye’ye verilmesini önerdiler. İsmet Paşa’nın hemen Ankara’ya ilettiği bu gerçekçi teklif, Rauf Bey’in başkanlığındaki Ankara Hükümeti tarafından kesinlikle reddedildi. Ayrıca Rauf Bey’in bunu İsmet Paşa’ya bildirdiği yanıtta, Yunanistan’ın verebilmesi mümkün olmayan bu parayı İstanbul’daki Yunan vatandaşlarının malları ile ve 1913 sınırını kabul ederek ödeyebileceği tarzında, yani hukuken hiç de kabul edilebilir olmayan çözümler öneriliyordu.
Lozan’da zaten canını dişine takmış bir biçimde, deneyimli siyasetçilerle laf yarıştıran İsmet Paşa, bu tür telgraflaşmalardan iyice bunalmış ve zehir zemberek telgraflar çekmiştir. Bir keresinde Ankara’daki Bakanlar Kurulu’nu barış sürecini hafife almakla suçlar. Dolaylı olarak “yeniden savaşa mı tutuşmak istediklerini” sorar. Başka bir sefer Lozan’dan ayrılmaya hazır olduğunu, kendisine güvenilmiyorsa yerini Rauf Bey ve diğer Bakanların almasının daha iyi olabileceğini söyler. Bu mantığını, yaşanmakta olan süreci 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun 2. Abdülhamid tarafından Yıldız Sarayı’ndan yönetilmesine benzetmeye kadar vardırır. Lozan’ın imzalanmasına 4 gün kala Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgraf da çok anlamlıdır: “Her dar zamanda Hızır gibi yetişirsin. 4-5 gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana merbutiyetim bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim, aziz şefim”. Zira Mustafa Kemal Paşa, iki taraf arasında mahirane bir hakemlik yapar gibi davranarak sonuçta İsmet Paşa’dan yana ağırlığını koymuştur.
Rauf Bey’in yukarıda aktardığımız suçlamalardan çok rencide olduğunu biliyoruz. İsmet Paşa’yla karşılaşmak istemediği gibi antlaşmanın imzalanmasından sonra da Lozan’daki Türk heyetine pek heyecansız, kerhen yazıldığı her hâlinden belli olan bir tebrik telgrafı göndermiş, Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’ta sert bir dille eleştirdiği gibi, Mondros Mütarekesi’nden başlayan kısa bir Millî Mücadele tarihi dersi vermiştir. Bu da tahmin edilebileceği gibi, İsmet Paşa’nın kırılmasına, hatta kızmasına neden olmuştur ki, bu da 4 ay sonra gerçekleşecek olan bir Halk Fırkası Meclis Grubu toplantısında, o zamanlar başbakan olan Paşa’nın Rauf Bey’i, farklı bir konuya ilişkin olsa da, hırpalamaya çalışmasını açıklar.