Nüfus mübadelesinde toprağını, ocağını terk etmek zorunda kalan Anadolulu Rumların yüreklerinden yükselen hüzünlü bir seda… Her şiirin yansıttığı toplumsal bağlamı okura titizlikle sunan eserin duygu yoğunluğu, Semih Poroy’un çizimleriyle zirve yapıyor.
SAFFET İSPİR
İstos Yayın tarafından yayımlanan Muhacirnâme – Karamanlı Muhacirler için Şiirin Sedası, Lozan Antlaşması çerçevesinde Yunanistan ve Türkiye arasında uygulanan zorunlu nüfus mübadelesiyle Anadolu’yu terke mecbur kalan Rumların mübadillik deneyimlerini gözlerimizin önüne getiriyor. Muhacirnâme, mübadillerin göç acısını, vatan hasretini ve asıl olarak da Yunanistan’da yerleştirildikleri mahallerdeki koşulları, sıkıntıları, Yunan devletinin verimsizliğini, mübadillerin acılarına karşı kayıtsızlığını ve yozlaşmışlığını dile getirdikleri Türkçe şiirleri ihtiva eden bir seçkiden oluşuyor. Evangelia Balta ve Aytek Soner Alpan tarafından hazırlanan kitapta her şiirin yansıttığı toplumsal bağlam okura titizlikle sunulmuş. Aynı zamanda Semih Poroy da şiirler için etkileyici çizimler hazırlamış. Yeri gelmişken bu çizimlerin muhacirlerin durum ve çilelerine ilişkin şiirlerdeki tasvirleri duygusal olarak oldukça güçlendirdiğini vurgulamak gerekiyor.
MUHACİRNÂME: Karamanlı Muhacirler için Şiirin Sedası
Kitabın önemli bir boyutu yayımlanan şiirlerin doğrudan Türkçe yazılmış olmaları. Mübadelenin ardından Atina’da yayımlanmaya başlayan Muhacir Sedası gazetesinde yer alan bu şiirler gazetenin büyük kısmı gibi Yunan harfleriyle Türkçe, yani ‘Karamanlıca’ olarak yayımlanmaktaydı. Nüfus mübadelesinin hemen ardından, Atina’da böyle bir gazete yayımlanıyor olması elbette bir tesadüf değildir. Zira kitapta yer alan şiirlere yaşam koşulları, acı ve özlemleriyle konu olmuş insanların (ve dolayısıyla potansiyel okurlarının) önemli bir bölümü Türkçeden başka bir dil konuşamıyordu. Osmanlı Anadolusu’ndaki Rum Ortodoks nüfusun önemli bir bölümünün Türkdil oluşu, yani anadillerinin Türkçe olması, günümüz okuyucusunu muhtemelen şaşırtacaktır. Mübadele öncesi Anadolu’nun ağırlıkla iç kesimlerinde bulunan ama kuzeyde Karadeniz’deki kimi cemaatlerden güneyde Kilikya ve Antalya’ya, batıda ise Bursa ve Aydın’a, doğudaysa Kayseri ve Sivas vilayetlerine kadar uzanan geniş bir alandaki Ortodoks topluluklar arasında Türkçe hâkim konumdaydı.
İşte Muhacirnâme’de yer alan şiirler, ilgili literatürde çoğu zaman “Karamanlı” olarak anılan Anadolu’nun Türkçe konuşan bu Ortodoks Hıristiyan ahalisinin mübadele nedeniyle yaşadığı acıları, çektiği sıkıntıları, düştüğü perişanlıkları aktarmaktadır. Mübadele sırasında ölenler, verem, sıtma ve tifo gibi hastalıkların pençesine düşenler, kaybolanlar, ailelerin parçalanması, insanların mallarını mülklerini, doğup büyüdükleri topraklarını terke zorlanmaları, yerli halkın mübadilleri çoğunlukla aşağılaması ve dışlaması şiirlerin ana temasını oluşturuyor. Mübadiller bir yandan sürgün edilmelerine, yaban ellere atılmalarına ve geride bıraktıklarına feryat ederken, diğer yandan yeni vatanlarına bin bir güçlükle uyum sağlamaya çalışıp başka acılar da çekiyor. Türkdil Anadolulu Ortodoks mübadillerin kendilerinin dile geldiği bu şiirlerde Anadolu halk edebiyatının öğeleri de sıklıkla kullanılmakta.
Muhacirnâme’de yer verilen bu unutulmuş şiirler sadece vatanlarını terke mecbur kalmış Anadolu Ortodokslarının hatırasına hürmeten değil, günümüzde bir kez daha insanlığın karşılaştığı en önemli krizlerden birini oluşturduğu görülen göç ve mültecilik deneyimlerinin evrenselliğini de bizlere hatırlattığı için oldukça önemli. Kitapta yer alan şiirlerin her satırında okur, doksan yılı aşkın bir süre önce yaşanan Anadolu Rumlarının acı gurbet deneyimlerini değil, günümüzde her saat sayısız Suriyeli, Iraklı, Afgan ve başka bölgelerden insanın çilelerini de görecek. Hiç kuşkusuz kitabın en önemli hasleti de bu; tarihin geride kaldığı düşünülen acılarının bugün olanca ağırlığıyla hâlâ yanı başımızda olduğu gerçeğini bize en çıplak biçimde göstermesi.