Paranın rengi ve kokusu olmadığı gibi, dünya görüşü veya ideolojisi de (dini-imanı dahil) yoktur. İktidar sahipleri tarihin her döneminde, her rejimde, halktan zorla gaspettikleri veya yasal yollarla topladıkları vergilerin bir kısmını devletin kasasından kendi kasalarına aktarmıştır. “Kamu ve devlet yararı” için alınan-verilen rüşvetler kişilerin servetlerine servet eklemiş, dünya tarihi çok büyük oranda ve tabii “belgesiz” olan bu hadiseleri kaydedememiştir.
Bugün, para hareketlerinin neredeyse yarısı (belki de fazlası) kayıtdışı olan ülkemiz belki pek varlıklı değildir ama, rüşvet ve rüşvete dayalı hareketler bakımından tarihte gayet zengin örnekler çıkarmıştır. Bu “işini bilen” devlet ve “işini bilen” vatandaş halleri, tepeden aşağı küçülen şekilde tüm toplumu sarıp sarmalamış, yönetim hatta yaşayış sistemlerini etkilemiştir. O kadar ki, bugün artık “yiyor ama çalışıyor” diye ifade edilen durum âdeta rüşveti meşrulaştırmış, kamu görevinin bizdeki doğal bir niteliği halini almıştır. Ancak dediğimiz gibi, rüşvet alma-verme devlet görevlileri ile sınırlı bir alış-veriş değildir; sivil toplumun neredeyse bütün katmanlarında, küçülen oranlarda, yüzyıllardır devam eden bir gelenektir. Dolayısıyla devlet katında da günlük hayatta da bir işi halletmek, bir süreci hızlandırmak veya bir belayı geçiştirmek için rüşvet alıp verilmesi sadece tarihî olarak değil, gündelik anlamda da “haber değeri” taşımaz.
Ne var ki gerek uzak gerek yakın tarihimizde bilinen rüşvet vakaları, para yiyen kişilerin bu varolan sistem içerisindeki “normlar”ın, yani “normal” addedilen miktarların çok üzerine çıkmaları sonucu ortaya dökülmüştür. Yani özetle “canım, o kadar da olmaz” hali vardır. Zira yazılı olmasa da rüşvet miktarlarının “kabul edilebilir” yani varolan sistemi etkilemeyecek ölçüde belirlenmesine dikkat edilirdi. Bu limitlerin aşıldığı belli olduğunda, durum civardaki diğer rüşvet alıp-vericilerin dikkatini çeker ve ilgili şahıs ipe, hapse, sürgüne yollanırdı.
Ülkemiz aydınında “Türkler’in göçebe geçmişi”ne dair bir tür olumsuz yaklaşım vardır. “Sonradan Anadolu’ya gelme” bir tür “sonradan görme” gibi yansıtılır ve bunun yanına “köylülük” de eklenir. Ancak hatırlamak gerekir ki, rüşvet başta olmak üzere çeşitli kepazelikler İstanbul’un fethinden, Fatih döneminden hemen sonra, merkezî devletle kurumsallaşmıştır.