Aralık
sayımız çıktı

Sansür memurunun saltanatı

Osmanlı gazeteciliği daha ilk adımlarını atarken otoritenin çatık kaşlarıyla karşılaşmıştı. Ama yine de 2. Abdülhamid döneminde (1876-1909) yayınların izinle çıkabildiği, sıkı sansüre tabi tutulduğu, matbaaların anında kapatıldığı bir rejime rağmen, hızla serpilip gelişmeyi başardı.

ÖZGÜR TÜRESAY

Osmanlı basınıyla siyasi iktidarlar arasındaki gerilimli ilişkinin ta­rihi, gazeteciliğin yeni geliştiği yıllara uzanır. 1866’da Girit kri­zi, basınla ilk çatışmadır. Na­mık Kemal, Tasvîr-i Efkâr’da, İstanbul Rumlarının krizde ta­kındığı tavrı ve gerekli tutumu almayan hükümeti eleştirir. Ardından 1867’de Ali Suavi’nin çıkardığı Muhbir gazetesinin Girit krizi ve Belgrad kalesin­den çekilen birlikler konu­sundaki yorumları hükümetle gerilimi tırmandırır. Ziya Bey Muhbir’de, bir meclis olması halinde, hükümetin böyle ka­rarlar alamayacağını yazar. Ba­sın kontrolden çıkmıştır. Muh­bir kapatılır.

Fuad ve Âli Paşalar 12 Mart 1867 tarihli kararname-i âli ile yeni bir basın rejimi kurarlar. Hükümet artık gazeteleri ka­rarname yoluyla kapatabile­cektir. Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Bey Paris’e kaçarak Ye­ni Osmanlılar adıyla ve basın yoluyla muhalefetlerini Avru­pa’da sürdürürler. Onlar yurt­dışındayken Osmanlı basını ni­telik değiştirir ve gelişir.

Nişan G. Berberyan’ın karikatürü 8 Şubat 1876’da Hayal’de yayımlandığında derginin yayıncısı Teodor Kasap, 3.5 yıl hapse mahkum oldu. Karikatürün altındaki diyalog şöyle: – Nedir bu hal Karagöz? – Kanun dairesinde serbesti Hacıvat! (Turgut Çeviker Koleksiyonu)

1873’te artık pek çok gaze­te ve dergi yayımlanmaktadır. Sürgünden dönen Yeni Osman­lılar çevresinin yayımladığı İb­ret, Sirac, Hadika gazeteleri ile bir mizah dergisi olan Diyojen muhalif bir çizgidedir. Gaze­teler ardarda kapanır. Namık Kemal’in Vatan yahut Silist­re oyununun Veliaht Murad Efendi’yi tahta çıkarmaya yö­nelik bir harekete dönüşmesi üzerine, Nisan 1873’te Namık Kemal ve çevresi Kıbrıs, Rodos ve Akkâ’ya sürülürler. Osmanlı basınında bir dönem daha ka­panmıştır.

Ebüzziya Tevfik, gazete­si Hadika’nın 14. sayısında (26 Kasım 1872) basının 1860- 1872 arasındaki bilançosunu çizen bir tablo yayımlar. Tablo gazeteleri dört kategoride ele alır: Hâlen yayımlananlar (ber­hayat olanlar), bir süre sonra kapatılacağı öngörülenler (has­ta olanlar), artık çıkmayanlar (vefat edenler) ve çıkma izni bile edinemeyenler (cenîn-i sâkıt).

Her gazetenin adının kar­şısında Hadika’nın deyimiyle “yaralanma” yani alınan ka­patılma cezalarının sayısı be­lirtilmiştir. Halen yayımlanan gazetelerin sayısı, biri resmî (Takvîm-i Vekayi), üçü yarı resmî (Takvîm-i Ticâret, Rûz­nâme, Basîret) ve altısı bağım­sız (Hakayıkü’l-vekayi, İbret, Hadîka, Diyojen, Letâif-i Âsâr, el-Cevâib) olmak üzere 10’dur. Hadika’nın hükümetin sözcüsü olmakla suçladığı Hakayıkü’l-vekayi dışındaki beş bağımsız gazete, toplam 15 kez kapatıl­mıştır. Vefat edenlerin sayı­sı 24’tür. Hastalar yedi tane­dir: Tasvîr-i Efkâr, Mecmua-i Fünûn, Rûznâme-i Mecmua-i Maârif, Mirat, Hülâsatü’l-ah­bâr, Terakkî ve Mümeyyiz. Çık­ma izni bile edinemeyenler, ya­ni gazetenin deyimiyle “düşük” yüzünden yayın hayatına atıla­mayanlar ise İstikbâl, Sirâc ve Lisân-ı Sıdk’tır.

Tablonun sonundaki birkaç satırlık yorum basın-hükümet çekişmesinin gazetecilerce na­sıl algılandığını gösterir: “Şu cedvele imâle-yi nigâh olunur­sa [tabloya bakılırsa] muha­rebeden kurtulmuş bir asker taburuna benzediği görülür. Şehîdlerle ümidsiz hâldeki ya­ralılar birleştirilirse sağ kalanı rub‘-ı mikdârıdır [dörtte biri­dir].”

Matbuat-ı Ecnebiye Müdürlüğü

Fransız Le Petit Journal dergisinde Bosna krizine dair bir karikatür. Bulgaristan bağımsızlığını ilan edip Bosna-Hersek Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edilirken 2. Abdülhamid çaresiz (18 Ekim 1908). 2. Abdülhamid, Osmanlı aleyhinde Avrupa gazetelerinde çıkan eleştirileri cevaplamak için Matbuat-ı Ecnebiye Müdürlüğü’nü kurmuştu.

2. Abdülhamid döneminde (1876-1909) basın bir kez daha nitelik değiştirdi. Artık siyasi gazetecilik yapılmadığından, edebî ve kültürel konulara eği­len dinamik bir basın dünyası doğdu. 1890’ların sonuna doğ­ru 2. Abdülhamid siyasi olma­yan basını bile kabul edeme­mekteydi. Bu dönemde ön san­sür iktidarın basın üzerindeki hâkimiyetinin baş yöntemiydi. Gazete ve dergiler, yayımlaya­cakları yazıları sansür heyetine yolluyor, sansür memurları uy­gun görmedikleri paragrafları, cümleleri vs. işaretleyerek ge­ri gönderiyorlardı. Bu konuda yazılı bir kural olmadığı halde, bazı kelimelerin (Murad, Yıl­dız, burun gibi) “yasak” olduğu söylentisi gazeteciler arasında yayılmıştı; bu gibi söylentile­rin nedeni çoğu zaman kraldan çok kralcı kesilen sansür me­murlarıydı.

Şemseddin Sami gibi ev hapsine mahkum edilenlerin yanısıra Ebüzziya Tevfik, Las­tik Said Bey, Süleyman Nazif, Malumatçı Baba Tahir, Avan­zade Mehmed Süleyman gibi isimler uzak vilayetlere sürül­dü. Basının eski günlerine dön­mesi ancak Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in yeniden ilanıyla mümkün olacaktı.

Yasaklanan Dua Fotoğrafı

Gazeteci Ahmet İhsan Tokgöz, anılarında 1905 yılında atanan 2. Abdülhamid’in son matbuat müdürü, basın camiasının “kılkuyruk” adını taktığı Ebûlmukbil Kemal döne­mindeki sansür uygulamasıyla ilgili bir anısını şöyle anlatır: “Ha­midiye yani Kağıthane suları yeni akıtılmış ve çeşmeler açılmıştı. Doktor Besim Ömer Paşa sular üzerine bir makale yazmıştı. Yaşlı bir adamın çeşme başında dua edişini gösterir artistik bir renkli resim, makaleyle birlikte basılacaktı. Sansür buna sual işareti koyunca ben şaşırdım. Baş sansör Kara Kemal Bey’e bir yazı yazdım, gelen cevap şudur: Azizim, çeşme resmi çok güzel ve dua her insanın gözünde kuşkusuz ki kutsaldır. Ancak bu günlerde kötü düşünceliler o kadar çoğaldı ki, gazetelerde neyi bırakıp neyi çıkaracağımı belirlerken şaşkınlığa düşüyo­rum. İşte o kötü düşüncelilerin bu güzel resmi görür görmez, ‘Hah, bunu bu biçimde burada yayımlamak, üstü kapalı olarak işimizin duaya kaldığını anlat­maktır’ diye saçmalayacaklarını yakından bildiğimden sual işareti kullanmıştım”.