Kasım
sayımız çıktı

Rüşvet ve yolsuzluk

İktidar sahipleri tarihin her döneminde, her medeniyette, her siyasi ve dinî yapıda, devlet işleri için ahaliden toplanan paraları gaspettiler. Doğu’da ve Batı’da, krallar ve sultanların etraflarındaki ayrıcalıklı kesimin aldığı rüşvetler, muazzam kişisel servetlerin kaynağını oluşturdu. Çok öne çıkanlar cezalandırıldı ama özellikle Osmanlı toplumunda yıllar içerisinde gelenekselleşen bu mekanizma, “işini bilen” idarecilerin önünü alamadı. Dünden bugüne, “yiyor ama çalışıyor” mekanizması…

Dergimizin Ocak 2018 sayısında, tarih boyun­ca rüşvet ve yolsuzlukla ilgili ayrıntılı bir dosya hazırla­mıştık. O tarihten bugüne, top­lumları kemiren bu “gelenek” çok daha yeni, elektronik ve sofistike boyutlar kazandı ama, işin “tamamen duygusal” yönü, özellikle iktisadi sıkıntı ve kriz­lerin artmasıyla iyice kuvvet­lendi.

“Tarih boyunca büyük ser­vetlerin temel kaynakları savaş ganimeti, sömürgelerin/fethe­dilen yerlerin sürekli yağma­lanması veya devletten yetki ve ayrıcalık elde etmek şeklinde tezahür etmiştir. Devlet ma­kamlarına tayin edilmek veya iktidar erkini bizzat veya veka­leten kullananlara yakın olmak, servet ve ayrıcalık getirmiştir… Nice devlet adamı, kendisinin ve çevresinin çıkarı için ahaliyi ezen vergiler salmış, ödeyeme­yenler her türlü eza-cefa çek­miştir. Elde edilen muazzam servetler rakiplerin ve hüküm­darların fazla dikkatini çekin­ce, bu kişilerin kellesi gitmiş, servetleri de hükümdara veya ihtiyaç hâlinde hazineye irat kaydedilmiştir… Çoğu ülkede kamu görevleri parayla satıl­mış, göreve gelenler de verdik­leri rüşvetin fazlasını çıkarmak için acımasızca soyguna giriş­miştir. Ormana sığınan Robin Hood’dan tutun da dağa çıkan Anadolu eşkıyalarına kadar sa­yısız hikayenin arkasında, acı­masız vergi ve haksız müsadere (el koyma) vardır. Din adamla­rı da usulsüz servet ediniminde diğerlerini aratmamıştır. Kar­dinaller ve piskoposlar arasın­da, devlet yönetiminden pay ve makam sahibi olarak efsane­vi servet edinenler saymakla bitmez.. Hükümdarlar onları, onlar da hükümdarı kullanır­dı. Yiyen, yedirmek zorunda­dır. Eski Türk geleneğinde de beyler ve vezirler topladıkları artığın bir kısmını çevrelerine taşırarak paylaşmak zorunday­dı. Bunu yapmazlarsa itibarsız­laşır ve konumlarını muhafaza edemezlerdi. Krallar ve sultan­lar bu nedenle etraflarında ay­rıcalıklı bir kesim oluşturdular ve onlar da kendi yakın çevrele­rini beslediler. Bu ortaklık, sis­temin sürekliliğinin en büyük garantisi oldu. Modern toplum­da işler biraz zorlaştı ama, riske rağmen kötü niyetliler her za­man işlerini yürütmenin yolu­nu buldu”.