Prof. Dr. Cemal Kafadar Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken adlı kitabında, Üsküplü Asiye Hatun’un rüya defterine bir bölüm ayırır. Kafadar şöyle der: “Kimse rüyasını ‘olduğu gibi’ bir başkasına gösteremez, ancak anlatır. Dolayısıyla elimizde rüyaların kendileri değil, görülmüş ya da uydurulmuş rüyaların sözlü ya da yazılı anlatıları, yani çatılmış- kurgulanmış metinler olabilir ancak. Bu nedenle tarihî rüyalar edebiyat tarihinin de ilgi alanına girerler…”
“… Açık olan şu ki, rüya anlatıları bağlamında siyasal bir söylem geliştirilir ve güç ilişkileri şebekesinde kimin nereye oturacağı konusunda taraflar arasında bir tart(ış)ma, bir gözden geçirme, bir ‘pazarlık’ sürdürülür. Bu yüzden rüyanın hakikati konusunda şüpheciliğe fazla prim vermeyen toplumlarda bile düşler ve yorumları siyasal açıdan her zaman tekin olmamıştır. Tabir ve tefaül gibi yollarla edinilen “bilgiler”, siyasal rejimleri ve sosyal yapıların içerdiği baskı unsurlarını tehdit edebilir. Buradan, görüldüğü anlatılan rüyaların başka amaçlarla uydurulduğu sonucu çıkmaz: İnsanlar gerçekten fetih, zafer, kargaşalık, isyan ya da kurtuluş rüyaları görebilir elbette. Hatta rüyaların, hiç olmazsa bir yanlarıyla, kişilerin kaygılarını ve üzerlerinde hissettikleri baskı unsurlarını ‘gözden geçirmeye’ yaradıklarını söylemek için, Freudcu olmaya gerek yoktur sanırım. Hükümdarın zaferi rüyası görülebileceği gibi, zulümden kurtuluşun rüyası da görülebilir. Bu yüzden kimi zaman, görülmüş de uydurulmuş da olsalar, düşler ve yorumlar kovuşturmaya uğrayabilir. Bizans imparatoru Justinyanus (521-565) çeşitli fal yöntemleri ile aynı kalemde tabirciliği de yasaklar mesela. Ama modernizm öncesi Müslüman geleneğinde olduğu gibi, Hıristiyan geleneğinde de rüyaların uzun vadede sarsılmayan saltanatı şuradan bellidir ki, imparator II. Konstans (641- 668) kendine özel bir düş yorumcusu tutar ve birkaç yüzyıl sonra Porfirogenitus’un (VII. Konstantin, 913-957) Bizans teşrifatını ele alan eserinde imparatorun sefere götürdüğü kitaplar arasında bir de tabirnameye rastlanır.
… Görülen rüyaların ya da görüldüğü iddia edilen rüyalar ekseninde geliştirilen söylemin, insanların dünya kaygılarını dile getirmekte ve çözmeye yönelmekte bir rol oynamasını mümkün kılan sosyal protokol, İslâmi gelenekte ‘istihare’ kavramında daha da billurlaşır. Yani insanların, kafalarını kurcalayan bir konuda cevap almak ümidiyle daldıkları uykularda o konuyu aydınlatacak bir şeyler görmeyi isteyebilecekleri, bir çeşit bilinçli düş çağırma tekniğinin geçerliği kabul edilmiştir…
… Kimse rüyasını ‘olduğu gibi’ bir başkasına gösteremez, ancak anlatır. Dolayısıyla elimizde rüyaların kendileri değil, görülmüş ya da uydurulmuş rüyaların, sözlü ya da yazılı anlatıları, yani çatılmış
kurgulanmış metinler olabilir ancak. Bu nedenle tarihî rüyalar edebiyat tarihinin de ilgi alanına girerler…
Rüyaların ya da rüya anlatılarının içeriğine gelince… Bu konu bile psikologların tekelinde değildir. Çeşitli tarihçilerin savunduğu üzere, rüyaların içerikleri tarih içinde oluşan kültürel yapılar çerçevesinde biçimlenir. Melik Danişmend Gazi fethedeceği şehirleri görür, 3. Murad, Avusturya imparatoruyla güreşe tutuşup sırtının yere geldiğini…
Kısacası rüya anlatıları, görenin kimliğine, görülenin bağlamına ve yorumlanışına göre değerlendirildiğinde, tarihçilerin ilgilendiği birçok sosyal ve kültürel meseleye ışık tutabilir…”
(Cemal Kafadar’ın Kim var imiş biz burada yoğ iken/Dört Osmanlı: Yeniçeri, Tüccar, Derviş ve Hatun adlı kitabından derlenmiştir. Metis Yayınları, 2009.)