Kasım
sayımız çıktı

Sakın açma o sayfayı ürkütürsün ‘vak-vak’ları

 İslâmi literatürde Vakvak Ağacı, fethedilecek yeni toprakların cazibesinin bir örneği ve iktidar hırsının tehlike nişaneleri olarak sembolleşti. Osmanlılar 16. yüzyılda hâlâ Akdeniz’de fetihlere girişebilirken ağacın olumlu; 17. yüzyıldan itibaren askerî başarısızlık ve iç karışıklıklar tesiriyle ağacın uyarıcı yanlarını gördüler. 1616 tarihli Falnâme’den rastgele bir sayfayı açarak bu minyatüre denk gelen kişiyi, büyük bir gönül sıkıntısı ve gam beklemekteydi.

İran destanı Şehnâme’deki (11. yüz­yıl) bir öyküye göre, Büyük İsken­der uzak diyarlarda kadın ve erkek başlı meyvelere sahip bir konuşan ağaca rastlamış. Ağaç ona taht sevdası yüzün­den yaban illerde öleceğini söylemiş ve sonunda da kehanet gerçekleşmiş. Bu anlatımda meyvelerin bolluğu yokluk ve vebaya; ağaçtan yükselen sesler de fitne ve fesada yorulmuştur. Fetihlerin durdu­ğu, devletin iç meselelerine yöneldiği bu çağda, Vakvak Ağacı yeni fırsatların işa­reti olmaktan çok tehlikelerin uyarıcısı­dır ve efsanevi anlatımla uyumludur.

1521’de yazılan Şükrî Selimnâme­si’nde de, Memlûk kadınlarının Osmanlı savaşçılarına saraydan davetkar biçimde el salladığı bir minyatür vardı. Minya­türde işlenen ve tarihi 8. yüzyıla kadar giden Çin veya Hint efsanesine göre; Vakvak Ağacı’nda biten/yetişen çıplak kadınlar bir süre sonra “vak vak” sesleri çıkartarak düşer ve adaya gelenler ölme­den önce onlarla çiftleşirler. Binbir Gece Masalları’nda ise aynı ağaç mücevher­lerle dolu olarak tasvir edilir.

Tarîh-i Hind-i Garbî’de, yemişleri cariyelerden oluşan
Vakvak Ağacı. Başlangıçta Amerika kıtasının Hindistan’la karıştırılması, buranın Yeni Dünya olduğunun farkında olan Osmanlıları efsaneler yönünden etkilemiş olmalı ki Hint menşeli bir efsane bu kitaba Amerika’nın cazibesinin bir sembolü olarak girmişti (Mehmed Suudî,
Tarih-i Hind-i Garbî, TSMK R. 1488).

Mehmed Suudî Efendi’nin 3. Mu­rad’a 1583’te sunduğu Tarîh-i Hind-i Garbî adlı eser, Osmanlı sultanı Yeni Dünya’yı keşfe ve buranın zenginlikle­rini İstanbul’a akıtmaya çağrılıyordu. Vakvak Ağacı minyatüründe, ağacın ye­mişleri çıplak cariyeler olarak resmedil­mişti.

1616’da Kalender Paşa’nın Sultan 1. Ahmed’e sunduğu Falnâme’de yer alan Vakvak Ağacı, yemişleri envaiçeşit mah­lukatın başlarından oluşan acayip ve garip bir ağaçtır. Kitaptan rastgele bir sayfayı açarak bu minyatüre rastgelen kişiyi, büyük bir gönül sıkıntısı bekle­mektedir. Fal sahibi tövbe etmeli ve iba­detlerini sektirmemelidir.

Vakvak Ağacı kimi efsanelere göre Çin etrafındaki Vakvak Adası’nda bu­lunuyordu. Osmanlılar için ise Girit’te 10 yılı aşan savaş, payitahtın kalbinde­ki Sultanahmet Meydanı’nda meyvele­ri kanlı cesetlerden oluşan bir Vakvak Ağacı’nı yeşertmişti. 1656’da devletten 9 taksit alacaklı Yeniçeriler, Kapıkulu si­pahilerini de ayartarak büyük bir isyan başlattı. Padişah 4. Mehmed’i bir “ayak divanı”na zorlayıp, durumlarından me­sul tuttukları 30’dan fazla saray ağasının kellesini istediler. Asiler saray dışında yakaladıkları birçok devlet adamını kat­ledip başlarını Sultanahmet Meydanı’n­daki ağaçlara astı. Solgun ölülerden olu­şan yemişleriyle bu ağaçlar, efsaneyi bi­len İstanbullulara meşhur büyülü ağacı anımsattı ve hadiseye “Vaka-yi Vakvaki­ye” adı yakıştırıldı.

İskender’den sonra bu ağacın tekin­siz kehanetlerine uğrayanlar Osmanlı­lar olmuştu. Girit büyük kayıplarla an­cak 1669’da fethedebildi. Yeniçerilerin kanlı isyanları ise ancak 170 sene sonra, 1826’da son bulacaktı.

İskendernâme’ye göre Büyük İskender, Vakvak Adası’na gider. Buradaki kraliçenin 6 bin kadından oluşan bir ordusu vardır. Sahnede İskender’e Hızır Aleyhisselam eşlik ediyor. Buradaki ağacın insan, fil, boğa, cin, tavşan, kaplan ve başka mitolojik varlıkların başlarından oluşan yemişleri vak-vak sesleri çıkarmaktadır. Sahne, büyük bir fatih arketipi olarak İskender’in uzak diyarlarla olan ülfetine gönderme yapar. Falnâme’de anlatılmayan ama Şehnâme’de yer alan öyküye göre, ağaç İskender’i tahtını bırakmaya davet etmiş, yaban ellerde ölüp gideceği hususunda uyarmıştı.

Falnâme’de özetle şöyle denilmektedir: “Ey fal sahibi bil ve haberdar ol! Bu fal gönül sıkıntısı, hüzün ve gama işarettir. Sefer için bu falı açtınsa bil ki iyi değildir. Alım satım, ortaklık içinse, bekleyip düşünmek daha hayırlıdır. Nasihat alıp danış ve birkaç gün sabret; küçük-büyük günahlardan tövbe edip ibadetle meşgul olasın ki talihinden uğursuzluk kalksın. Kâbe’ye, Medine’ye, Kerbela şehitlerini ziyarete niyet ettinse bahane üretmeksizin yönel. Sadaka ve hayratta kusur etme ki muradına eresin”. (Kalender Paşa, Falnâme, 1616, res. Nakşî, Nakkaş Hasan ve bazı Safevî nakkaşlar, TSMK H. 1703).