Kasım
sayımız çıktı

Şehir içinde bir hayal şehir: BÜYÜK SARAY’IN İZLERİ

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yakın zamanda restorasyona aldığı Bukoleon Sarayı, aslında Bizans İmparatorluğu’nun neredeyse bir şehir boyutlarındaki Büyük Saray’ının ek bölümüydü. Saray 11. yüzyıla dek kullanılmış; 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet’e harabesi kalmıştı. Sultanahmet Meydanı’ndan denize kadar, yerin bazen üzerinden bazen altından Bizans’ın en görkemli yapısı…

İstanbul’un geçmişi çok kat­manlı… Bizans’tan Osmanlı İmparatorluğu’na, oradan cumhuriyete uzanan, birbirinin üzerine bina edilen, kucaklaşıp karışan bu tarihsel izleri görmek, şehri gezmenin en heyecan verici taraflarından. Doğu Roma İmparatorluğu’nun Byzantion’u başkent olarak benimsedikten sonra kurduğu İmparatorluk Sa­rayı’nın izlerini sürmek de böyle bir deneyim. İran’dan Mezopo­tamya’ya, Akdeniz coğrafyasının bütün kültürleriyle ilişki içindeki bu saray, dörtbir yandan gelen eserlerle süslenmiş; pek çok mimari üslup burada en parlak örneklerini vermiş.

Bizans imparatorlarının 4.-11. yüzyıllar arasında kullandıkları Büyük Saray (Palatium magnum) adlı saray kompleksi, sürekli yeni eklemelerle büyütülmüş olduğundan adeta şehir içinde bir şehir haline gelmiş. Düşünün; bugünkü Sultanahmet Cami­i’nin bulunduğu yerden doğu ve güney tarafında Marmara kıyısına kadar uzanan 100 bin m2’lik bir alandan bahsediyoruz. Kuzeybatı tarafında şimdiki Sultanahmet parkının yerinde olan Hippodrom ile Septimus Severus zamanında yapılan Zeuksippos hamamla­rına, kuzeydoğuda ise Ayasof­ya’nın önünde uzanan Augouste­on meydanı ile Senato’ya komşu, etrafı duvarlarla çevrili bu koca saraydan bugüne pek az kalıntı kalmış. Sahil yoluyla, kalıntıla­rının denizle ilişkisi de kesilmiş. Artık burası bir hayal sarayı…

11. yüzyıldan itibaren yapının önemini kaybettiğini biliyoruz. Ancak önemi azalsa da yine de 1204’te İstanbul’u ele geçiren La­tin şövalyeleri burada toplanmış; 1261’de şehri geri alan 8. Mikhael de Blakhernai Sarayı’nın tamiri bitinceye dek burada oturmuş. Bizans Devleti’nin son 1.5 yüzyılında ise Büyük Saray artık tamamen harabe haline gelmiş. 1453’te İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’in bu perişanlık karşısında“Kayser’in kasrında örümcek perdedarlık ediyor/ Efrasiyab’ın sarayında da baykuş nevbet çalıyor”dediği söyleniyor.

Yıllar içinde araziye Meclis-i Mebusan binası, Sultanahmet Ce­zaevi gibi pek çok bina yapılmış. Şehrin büyük talihsizliklerinden 1912 İshak Paşa yangını ise Büyük Saray’ın talihi olmuş. 900’e yakın binanın küle dönmesiyle Bizans dönemine ait hayaletler ortaya çıkmış. Bölgenin arkeolojik park haline getirilmesi düşünülse de bu iddialı proje rafa kaldırılmış.

Bugünlerde kompleksin gü­neybatı tarafındaki Bukoleon Sarayı’nın İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı tarafından restore edilmesiyle uzun yıllardır görülmeyen sütunlar açığa çıkıyor. Üstelik İBB Miras, resto­rasyon sahalarını ziyarete de açtı. Gezerken sarayın hikayesini ve görmeden geçilmeyecek hatıra­larını bir de bizden dinleyin…

AYASOFYA’YA BAĞLI MOZAİK MÜZESİ

Bizans’ın gündelik hayatından sahneler

Sarayın Hippodrom ve Ayasofya’dan başlayarak bir yamaç boyunca de­nize doğru uzandığından bahsetmiştik. Dolayısıyla tek planlı Avrupa sarayla­rından farklı olarak teraslarla düzen­lenmiş, bahçeler içinde pek çok saray haline inşa edilmiş bu yamaç sarayını gözümüzde canlandırmak için gezi­ye Sultanahmet Meydanı’ndan baş­lamak gerek. Sultanahmet Camii’nin külliyesinin olduğu yerde, içinde bir kabul ve istirahat salonu olan Kathis­ma Sarayı’nın bulunduğu düşünülüyor; ama bu saraya ait herhangi bir iz he­nüz bulunamadı. Hemen arkasında ise 1930’larda nereye ait olduğu bilinme­yen bir avlunun mozaikleri ortaya çık­tı. Burası bugün kurumsal varlığını de­vam ettiren Ayasofya Müzesi’ne bağlı Mozaik Müzesi olarak kullanılıyor.

17. yüzyıl arastasının (Sultanahmet Çarşısı) yaklaşık 5 metre altında bulu­nan, geçmişte Büyük Saray’ın revak­lı avlusu olarak kullanıldığı düşünülen bu alandaki mozaikler, hiç tartışmasız Roma ve Bizans sanatının Türkiye’de­ki en önemli örnekleri arasında. Çar­şının içinden 6. yüzyıla açılan bu kat­mandan kendini gösteren mozaikleri, benzeri olmadığı için tarihlendirmek oldukça zor. Son tartışmalar 6. yüz­yılda yapıldıklarını gösteriyor. Yabani hayvanları ne kadar canlı ve gerçekçi bir şekilde tasvir ettiklerine bakılarak, Afrika’da bulunmuş sanatçılar tarafın­dan yapılmış olabilecekleri düşünülü­yor. Her biri imparatorluktaki din dışı, gündelik hayatı canlı bir şekilde tasvir etmesi bakımından eşsiz, fakat içle­rinden bazılarını görmeden geçmemek gerek.

İlki hiç şüphesiz, saçı sakalı yo­sunlara, yapraklara karışmış, Okya­nus Tanrısı Okeanos olduğu düşünü­len erkek yüzü… İstanbul, okyanusa pek uzak, ama lazım olursa bir Okya­nus tanrısının sureti var yani şehir­de. Diğeri ise Doğu halılarını andıran bir bordür dizisi içinde resmedilmiş sarışın bir başka erkeğin portresi. Bu kuzeyli adamın 4. ve 5. yüzyıllardan itibaren sarayda muhafız olarak görev yapan önemli mevkideki bir Viking’i tasvir ettiği düşünülse de kim olduğu­nu teşhis etmek mümkün değil. Ayrıca hamle yapmak üzere kanatlı aslanla­rın, sepetle tavşan yakalamaya çalışan, kaz güden, elindeki tekerle oynayan çocukların, ayılarla güreşen bir erke­ğin, üzerindeki adamı sırtından atan katırların tasvirleri arasında kaybola­bilirsiniz.

Kaz güden bir çocuk.
Okyanusa uzak İstanbul’un Okyanus Tanrısı Okeanos mozaiği.

MERDİVEN KULESİ

Yer üstünde kalan nadir kalıntılardan

Büyüksaray kompleksinin toprağın üzerinde kalan nadir kalıntıların­dan biri, en doğudaki terasın üzerin­de bulunan Merdiven Kulesi. İki teras arasındaki bağlantıyı sağlayan bu tuğla hatıllı taş yapının içinde eskiden bir merdiven ya da rampa olduğu görülü­yor. İçindeki tüm mekanları tonozlu bu kalıntının, büyük bir tören mekanına sahip Magnaura Sarayı’nın parçası ol­duğu düşünülüyor. 1. Konstantinos za­manında yapıldığı tahmin edilen Mag­naura’nın içinde, 6 basamakla çıkılan bir taht varmış. Yabancı elçiler burada kabul edilir, tören esnasında gizli me­kanizmalar sayesinde taht tavana dek yükselirken tahtın iki yanındaki altın kaplama aslan heykelleri kükrermiş. Yakın zamana dek şahıs malı olan Ku­le, artık restore edilmek üzere İBB ta­rafından satın alındı. Kalıntılar, Akbı­yık Sokak’tan görülebilir.

Merdiven Kulesi, Akbıyık Sokak’ta görülebilir.

KHALKİ KAPISI

Saray’ın ana girişi, bugün otelin içinde

Büyük Saray’ın ana girişi Khal­ki (bakır) kapısı, bugün Four Seasons Oteli’nin içinde bulunuyor. Türk devri boyunca 19. yüzyıla dek Arslanhane ve Nakkaşhane olarak kullanılan eski kiliseye de bu kapı­dan giriliyormuş. Adını vaktiyle da­mının yaldızlı bakır levhalarla kaplı olmasından alan kapı ve arkasında­ki saray, 1. Konstantinos tarafından yaptırılmış; 532 yangınından son­raysa Iustinianos tarafından yeni bir plana göre tekrar inşa ettirilmiş. Sa­ray, adeta bir müze gibi heykeller ve mozaiklerle süslenmiş. Kapının üs­tünde ise bir Hz. İsa ikonası varmış. Kapı, 1803’te bir yangında yanıp tah­rip olmuş.

1950’lerdeki Sultanahmet Kazıları…

MAGNAURA’NIN YERALTINDAKİ İZLERİ

Halıcıdan girip, saraydan çıkmak

Sarayın yerin üzerindeki par­çaları kadar, yeraltındaki kı­sımları da ilginç. Bunlardan bir tanesi de Four Seasons Otel’in arka kapısının açıldığı Kutlugün Sokak No: 33’te bulunan Başdo­ğan Halıcılık’ın altında. Dükka­nın sahibi Mehmet Başdoğan, yıllar önce halı mağazası yapmak üzere aldığı binanın bahçesinde temizlik yaparken yeraltındaki geniş odalara açılan eski bir de­mir kapı görür. İstanbul Arkeo­loji Müzeleri’ne bağlı uzmanlar buraya gelip inceleme yaptığın­da, bir sürpriz ortaya çıkar. Ye­raltı galerileri, Magnaura Sa­rayı’na aittir. Yapılan kazılarla kamyonlar dolusu toprak, moloz ve çöp boşaltıldıktan sonra halı­cının altı ışıklandırılarak ziyare­te açılır. Zaman zaman sergilerin düzenlendiği Başdoğan Halıcı­lık’tan sonra hemen aşağısında, eski Terzioğlu Halıcılık’ın altın­daki döşeme mozaiği kalıntısını ve Bizans ayazmasını; ardından ise Nakkaş Halıcılık’ın altındaki Nakilbend Sokağı Sarnıcı’nı zi­yaret edebilirsiniz.

Terzioğlu Halıcılık’ın altındaki döşeme mozaiği.

BUKOLEON SARAYI

Her gün yeni bir parçası ortaya çıkıyor

2. Theodosios zamanında (408-450) yapılan ve birçok yapıdan oluşan Bu­koleon Sarayı, doğu ve güney tarafında denize kadar dayanan Büyük Saray’ın gü­neybatı tarafında; günümüzdeki Can­kurtaran ve Sultanahmet mahalleleri­nin hemen hemen tamamına yayılıyor­du. Cankurtaran Spor Kulübü’nden rica ederseniz, kalıntılarını görebiliyorsunuz. Oradan çıkıp Kennedy Caddesi’ne indiği­nizde de kalıntıların devamını takip ede­bilirsiniz.

13. yüzyılda Latinlerin burayı kullan­dığı, bir ihtimal Büyük Saray’dan o döne­me kalan tek oturulabilir yapının da Bu­koleon Sarayı olduğu düşünülüyor. Saray, adını imparatorların saraya deniz yoluyla geldiği limanın rıhtımında duran ve boğa­yı parçalayan aslan heykelinden almış; bu heykel 16. yy’da yerinden oynayarak de­nize düşmüştü; fakat iskelenin kalıntıları ve kemerli muhteşem bir kalıntı duruyor. Bu kalıntılar, İBB tarafından restorasyo­na alındı. Alanın denize yakın kenarın­daki kesinti üzerinden 1870’lerde bir de­miryolu geçirilmiş; 1911-12’de demiryo­lu çift hat haline getirilirken kalıntıların bir kısmı tahribata uğramıştı. 18. yüzyılda yapılan resimlerinde, sarayın cephesinin orta kısımlarında konsollara oturtulmuş üç bölümlü bir çıkma da görülüyor. Evvel­ce bu çıkmanın iki yanında bulunan aslan heykelleri, demiryolu yapılırken alınıp İs­tanbul Arkeoloji Müzeleri’ne taşınmış.

Restorasyon sırasında ortaya çıkan sütunlardan biri.

Adı sokakta kalan fener

Bizans döneminde haberleşmede kullanılan fener kulesi, Toroslar üzerinden Bizans ülkesine yaklaşan saldırıların haberini birkaç gün içerisinde bir kuleden diğer kuleye taşıyarak, kent ahalisine önden hazırlık yapma fırsatı tanıyordu. Osmanlı döneminde aynı fener, Boğaz’ın girişini göstermek için kullanıldı. Bugün fener yok, kaidesi ve onu taşıyan Bizans kulesi var. Adı ise Fenerli Sokak’ta yaşıyor.