Mesainin bitmesine çok az kaldı. İçeri yaşlı, omuzları çökük, acı dolu gözleriyle yalvararak bana bakan bir kadın giriyor. Savaş başladığından beri görüşemediği oğluyla nihayet kavuşacakmış, onun için girecekmiş ülkeye. Belgeleri tamam gözüküyor ama biraz daha dikkatli bakınca pasaportunun geçerlilik süresinin birkaç gün önce bittiğini farkediyorum. Aklıma sınır muhafızlarından birinin geçenlerde yaptığı teklif geliyor. Tutuklanan adam başına 5 kredi. Alarmı çalarak askerleri çağırıyorum. Kadını alıp götürüyorlar. Çaresiz, giderken lafı yapıştırıyor: “Allah kahretmesin seni!” Eğer evde çocuğum hasta bekliyor olmasaydı bırakırdım geçsin. Ama ben de zor durumdayım. Kömür bitti, çoluk çocuk aç. Ekmek parası, elden ne gelir. SIRADAKİ!
Papers, Please! (Belgeler, lütfen), Arstotzka adındaki hayali bir doğu bloğu ülkesinde geçiyor. Komşu ülke Kolechia’yla altı yıldır süren savaşın 1982 yılında nihayet bitmesiyle sınır kapıları açılıyor. Siz de bürokrasinin demir kafesine hapsolmuş, ailesini geçirmek için çırpınan basit bir sınır kapısı kontrol memurusunuz. İşiniz, ülkeye giriş yapmak için ucu bucağı görünmeyen ve hiç kısalmayan bir kuyrukta bekleyen insanların belgelerini kontrol ederek, pasaportlarını onaylamak ya da reddetmek.
Sıkıcı ve kolay bir iş zannetmeyin. Faşist Arstotzka hükümeti her gün yeni icatlar çıkarıp işinizi zorlaştıracak. Çalışma izni, aşı kontrolleri, belge tarihleri derken basit bir pasaport kontrolü heyecan verici bir maratona dönüşüveriyor. Belgelerde bir tutarsızlık yakaladığınızda duyduğunuz tatmin, ülkesine geri dönerse öldürüleceğini iddia eden kadının yalvarışları arasında kaybolup gidiyor. Papers, Please!, bu küçük hikayelerle vicdanları zorluyor.
Aç kalmamak uğruna teker teker ilkelerinize ve saygınlığınıza ihanet ederken, bir yandan da sınırların iki tarafında da tarih boyunca yaşanan acıları, kayıpları ve mutlulukları düşünüyorsunuz. Acaba sırada bekleyen bu insanlar kim? Arstotzka gibi bir ülkeye gelmek zorundalarsa, kendi ülkeleri ne hâlde kim bilir? Karanlık, kötümser, ciddi, ama bir o kadar da sürükleyici bir oyun Papers, Please!. Özgürlük ve etik üzerine politik mesajları var, aynı zamanda gayet sağlam ve kendine özgü bir mekaniğe sahip. Bu anlamda bir oyun olduğu kadar, bir sanat eseri de.
Her oynadığınızda yaptığınız seçimlerden nefret edeceksiniz. Tarih boyunca, hatta tam şu anda sınır kapılarında umutlarla bekleyen, ölüm tehlikesi ya da bin bir farklı bela yüzünden kendi ülkesini terk etmek zorunda kalan insanları düşüneceksiniz. Ama oyuna geri dönmekten kendinizi alamayacaksınız. Yakaladığınız her hatada keyiflenip, yüzlerce pasaporta “Reddedildi” damgasını basacaksınız ve küçük kulübenizin tepesindeki hoparlörden şöyle bağıracaksınız: SIRADAKİ!
Başarısız bir CIA denemesi: Ajan 00 Kedi
Soğuk Savaş zamanında CIA, Kremlin’de neler olup bittiğini öğrenmek için türlü cin fikirler üretiyordu. Bunlardan biri de Acoustic Kitty (Akustik Kedicik) adı verilen bir projeydi. Fikri önce kimin ortaya attığı bilinmiyor ama kedilerden iyi casus olacağını, şüphe çekmeden Rus yetkilileri dinleyebileceklerini düşünmüş olsalar gerek. CIA, beş yıl boyunca birçok zavallı kedi ve 20 milyon dolar harcadıktan sonra nihayet projeyi deneme aşamasına getirebildi. Vericiyi, kedinin kafatasının altına, mikrofonu ise kulak kanalına yerleştirdiler. Anten ise derisinin altından başlayarak kuyruğunun ucuna kadar uzanıyordu. Hatta acıktığında casusluğu bırakıp gitmesin diye kedinin içine bir denetleme kablosu bile koydular.
Akustik Kedicik’in ilk iş günü nihayet gelip çattı. Dinleme cihazlarıyla dolu aracın içinden kediyi bir parka saldılar. Saldıkları anda kedi yola atladı ve bir taksi tarafından ezildi. Böylece bu “dahiyane” proje, tarihin ilk casus kedisinin ilk iş gününde ölmesiyle sonuçlandı. Proje ise derhal rafa kaldırıldı. Öte yandan, belki de proje hiç bitmedi. Ne olur ne olmaz, kedilerin yanında ne konuştuğunuza dikkat edin.
SAĞLIK
İlk ciddi diyetisyen
Soru: “Bir kilo yemek yiyorum ama bir kilo almıyorum. Bir kısmını dışkı olarak atıyorum ama yine de bir kilo etmiyor. Bu yemekler nereye gidiyor?” 1561’de doğan İtalyan hekim ve bilim adamı Santorio Santorio da kendine bu soruyu sormuş ve “tartı sandalyesi” adını verdiği bir cihaz icat etmiş. 30 yıl boyunca vücudunu her lokmada incelemiş; yediğini, içtiğini ve vücudunun dışarı attıklarını hesaplamış. Uyumadan, dinlenmeden, ekzersiz yapmadan önce vücut ağırlığını sürekli bu sandalyede ölçmüş, kayıtlarını tutmuş. Santorio, vardığı sonuçların, o zamanlar birçok hekim ve bilim adamının inandığı “insensible perspiration” (hissedilemez terleme) için kanıt olduğunu düşünmüş. Bu teoriye göre insan bedeni, akciğerlere ek olarak, deri yüzeyinden gözle görülemeyen buharlar çıkararak da solunum yapıyormuş.
Hatalı olduğu kanıtlanmış olan bir teori için bile olsa, yaptığı ölçümlerle tıp dünyasına deneysel, niceliksel ölçümleri tanıtan Santorio’ya termometre, nabızölçer ve su yatağı tasarımlarının yanısıra metabolizma çalışmaları için de müteşekkiriz.