Bilim insanları, sanatçılar, aydınlar… Her dönemin siyasi mücadeleleri içinde kimi zaman felakete uğrayan, kimi zaman ikbal peşinde koşan, direnen, teslim olan veya orta yolu bulan insanlar… Evrim Binbaş’ın Cambridge Üniversitesi Yayınlarından çıkan yeni kitabı, 15. yüzyıl tarihçisi Şerefeddin Ali Yezdî’nin hikayesini anlatıyor.
Biz genellikle II. Mehmed’i fatih, Emir Temür’ü de cihangir olarak algılarız. Onlardan sonra gelen II. Bayezit ve Şahruh’u da pasif hükümdarlar olarak görürüz. Evvelce okul kitapları II. Bayezit’ten “sofu” diye söz ederlerdi, şimdi ise ya hiç bahsetmiyor veya devri sönük geçmiştir diyorlar; Şahruh’un ise adı bile anılmıyor. Şahruh’un adına ancak bilimsel yayınlarda rastlanır. Oralarda da o, çoğunlukla şeriatı yasaya tercih eden bir hükümdar olarak göze çarpmaktadır.
Bakış açımız halen bir “zaferler” bakış açısıdır. Oysa, insanın hem ailesinin hem de milletinin zorluk, kriz dönemlerini de öğrenmesi, onun ileride olabileceklere karşı alternatiflerle donatır, güçlendirir. Yaşadığı dönemde krizlerle karşılaştığı zaman da “onlar bunun üstesinden şu şekilde gelmişler, ben de şimdi böyle yapayım” diyerek geçmişten kuvvet alabilir.
Bu satırları yeni çıkan bir kitap dolayısıyla yazıyorum. İlker Evrim Binbaş’ın Cambridge Üniversitesi Yayınları arasından çıkan, Temürlüler devrinde tarihçi olmanın düşünsel bağlamını ve gerektirdiği mücadeleleri ele alan kitabı, askerî zaferler hikayesi olmamakla dikkati çekmektedir. Intellectual Networks in Timurid Iran (Temürlüler İran’ında Düşünsel Ağlar) adını taşıyan eser, özellikle kriz dönemleri ve bu dönemde yaşayan aydınlar ve tarihçiler üzerine. Kitabın altbaşlığında da belirtildiği gibi, bu çalışma bir tarih yazımı incelemesi ve özellikle tarihçi Şerefeddin Ali Yezdî ve tarihçiliği üzerine. O zamanın İranlı aydınlarının yoğunlukla bulunduğu Fars vilayetindeki Yezd’de doğmuş olan bu tarihçiyi anlamak gerektiği için, eser tarihçiyi o dönemin bağlamı içine oturtan bölümlerle başlıyor.
Yazar bu tarihçinin hayatını bize anlatırken, sadece onun zirveye ulaştığı dönemleri değil, atlattığı ve atlatamadığı badireleri de gözümüzün önüne sermekte. Bu anlatımdan görüyoruz ki Yezdî o dönemde güç için mücadele eden grupların içinde olmaktan çok, aydınlar arasında gayri resmî yollarla kurulmuş olan iletişim ağlarının içinde yer almaktadır. Yezd’den Kahire’ye kadar uzanan güzergahta eğitim görmüş olan bu tarihçi, o dönemde artık yeşermek değil de gelişmekte olan Nakşibendilik veya ona benzer tarikatlara mensup olmamıştır. Ancak kendisinin ezoterik bilimlere (ulum-i garibe) ve özellikle ilm-i hurufa olan ilgisi çerçevesinde, ömrünün ikinci yarısında ruhani kimlik sahibi olmak ve hatta hükümdarlık kisvesine bürünmek isteyen bir Timurlu şehzadeye mensup olmuştur. Bu durum ise onun hayati bir tehlike yaşamasına sebebiyet vermiştir. Sultan Muhammed adını taşıyan bu şehzade, 1443-1446 arasında amcası İbrahim Sultan’dan sonra Fars vilayetine vali tayin edilmiş, gerek kendi eğilimleri gerekse çevresinin de etkisiyle 1446’da isyan etmiştir. Sonunda üzerine yürüyen dedesi Şahruh ile çatışmaya girmeyerek Luristan’a çekilmiştir. Ancak kendisine destek vermiş olan şairler, bilginler onun yerine cezalandırılmışlar ve idam edilmişlerdir. Şerefeddin Ali Yezdî ise rasathanede yararlı olacak bir biliminsanı olması dolayısıyla, Uluğbey’in oğlunun da araya girmesi ile Semerkand’e gönderilmiş ve bu badireyi atlatmıştır.
Yezdî kendini bu tür hadiselerin içinde ilk defa olarak bulmuyordu. Timur’un en büyük oğlundan torunu İskender Mirza (1404-15) Şiraz’da Fars valisi olduğu dönemde mehdilik peşinde olmuş, ancak hem kendi yerini alma girişimine hem de bu tür bir yaklaşımlara karşı olan Şahruh’a yenilmişti. İskender Mirza’nın çevresindekiler cezalandırılırken, onun yerine tayin edilen İbrahim Sultan’ın (1415-35) maiyetinde çalışmalarına devam eden Yezdî, özellikle kendisine tevdi edilen Timur tarihi ve şeceresi yazımına bu dönemde başlamıştı. Ancak gerek İskender Sultan’ın çevresindekilerin, gerekse ilm-i huruf üstadı birçok kişiye takınılan menfi tavır ve kovuşturmalar özellikle Şahruh’a karşı yapılan suikastin (1427) ardından şiddetlenmiş ve o dönemin yazar-çizerleri kendilerini gittikçe belirsizleşen bir ortamda bulmuşlardır. Muhammed Sultan’ın 1446’daki isyanından sonra ise durum daha vahimleşmiştir.
İlker Evrim Binbaş’ın eserinde bu siyasi çalkalanmalar ve çeşitli badireler içinde Şerefeddin Ali Yezdî’nin kendi düşündüklerinden ödün vermeden siyasi ortam ve liderlere ters düşmeyecek bir şekilde eseri üzerinde çalıştığını görüyoruz. Yezdî bu durumu, Şahruh’u hem bu dünyanın sultanı hem de manevi alemin halifesi olarak gösteren yeni bir orta yol bulmakla çözümlemeye çalışmıştır. Yazar-çizerlerin işi her dönem zor!