Kasım
sayımız çıktı

Tamam, hakem olsun ama attığımız gollere karışmasın

Ülkemizdeki rejim modeli, yönetim şekli, yasalar, içtihatlar, yargılama, usul, vesair tüm hukuk düzenlemeleri, hatta hukukun kendisi; dünyadaki herhangi bir devletle kıyaslanamayacak ölçüde “değişik”tir. İnsanın insanla ve otoriteyle ilişkisini düzenleyen tüm bu kodlar-kurallar silsilesi, şüphesiz dünya tarihinde de sayısız evrim, devrim geçirmiştir. Ancak bu alanda bizim, bugün Anadolu’da oturan insanların, yani en genel tanımıyla Türklerin duruşu-anlayışı-yaklaşımı öteden beri kestirilemez, bilinemez, izahı akıl-mantık kabul etmez bir hâldedir.

“Tamam, hakem olsun ama bizim attığımız gollere karışmasın” diyebileceğimiz bu hâl, kelimenin tam anlamıyla bir “kültürsüzlük”tür. Bilindiği gibi kültür, insanoğlu-insankızını yerleşik kılan tarım anlamındadır ve bu olmadan ürün ortaya çıkamaz. “Demokrasi kültürü” diye sıklıkla duvduğumuz deyim de “entel-dantel bir laf” değildir; daha iyi ve besleyici bir ürün elde etme yolundaki birikime, tecrübeye, yol-yordama işaret eder. Daha önce de belittiğimiz gibi, bizim türümüz biçe-biçile çeşitli tarihler üretmiş; bugün adına demokrasi denen üründen daha yararlı bir ürün bulamamış. Ürünün kültürü yoksa kendisi de kaliteli olmuyor, hatta hiç olmuyor.

Bununla birlikte, biz Türkleri birlik-beraberlik-dayanışma içinde saymak-sanmak da tabii büyük yanılgıdır. Turcus Turco lupus (Türk Türkün kurdudur) diye literature önerebileceğimiz atasözü -günümüzdeki “milliyetçi” ve “Türkçü” akım-parti-ideolojiler her ne kadar bize tersini söylese de- milletimizin “dış düşmanlar”dan ziyade birbirini yemek için, birbirini kurban etmek için uğraştığını gösterir. Başımıza gelen büyük doğal felaketlerden tutun da, terbiye-ahlak kurallarının bile hiçe sayıldığı bir ayrımcılık hatta nefretle kaim bir ayrışmayı gündelik hayatımızda dahi büyütüp dururuz. Güzel ülkemiz, yandaki araziden 50 cm. de olsa çalmayı “işbilirlik” sayan; yasadaki irtifa sınırını yarım kat olsun geçmeyi “zeka” kabul edip bununla övünen; kanunu herhangi bir konuda köşesinden de olsa azıcık delmeyi “başarı” addeden; yüksek girişimci ruha sahip vatandaşlarımızla doludur. “Olacak artık o kadar” durumu zaman içerisinde benliğimizi kaplamış; bu şekilde davran(a)mayan “enayiler” ise yoksulluk ve sinir içerisinde kaderleriyle başbaşa kalmıştır.

Son yaşadığımız “yargı krizi”nin arkasında da, siyaset-anayasa ikileminin ötesinde bu anlamda bir “güncellenme” ihtiyacı yatmaktadır. Yürürlükteki anayasa, “şu an toplumun ihtiyaç duyduğu adalet anlayışı”yla ilgili çeşitli zorluklar çıkarmaktadır! Yasa, kural, kaide ve normlarda kağıt üzerinde de bir değişiklik yapılmalıdır ki; hâlen, siyaseten veya “tamamen duygusal nedenlerle” ve işimize geldiği şekliyle uygulamak istediğimiz fiiller meşruiyet kazansın! Ülkenin şartları, dünyanın ateşe düşmüş, paranın suyunu çekmiş olması; huzursuzluk oluşturan çatlak seslerin, sosyal medya üzerinden atıp tutanların susturulması ihtiyacı bunu gerektirmektedir! Kısacası, tek kefeli bir adaletin hâkim kılınması artık şarttır.

Bizim coğrafyamızda-tarihimizde, baştakiler hep başta kalmak ister. Arkadakiler de başa geçince eski sıralarda kalanları unutur-ezer. Bu bakımdan, devamlılık olmaz. Devam eden yegane durum bu devamsızlık olur. Bunun adına da “gücü gücü yetene modeli” denir. Hep “enseyi karartmayalım” diyoruz ama, “kafayı sıyırma” noktasına uzanan şizoid gelişmelerle yeni bir yıla doğru geriliyoruz.