19. yüzyıl sonlarına doğru büyük hız kazanan teknolojik gelişmeler, ülkeler ve insanlar arasındaki mesafeleri kısalttı. Artık bir “iletişim çağı” başlamıştı. Dr. Zamenhof’un icat ettiği Esperanto lisanı, her dilden-milletten insanın ortak konuşacağı bir dil iddiasıyla ortaya çıktı ve kısa sürede etkili oldu. Osmanlı Devleti’nde ve sonrasındaki erken Cumhuriyet devrinde gazeteci Ahmet İhsan (Tokgöz) ve öğretmen Mehmet Hulusi (Aydınoğlu) bu dilin öncüleri oldular.
Esperanto dilinin mucidi
Aslen göz doktoru olduğu halde filoloji sahasında tanınmış olan Ludwig Lazar Zamenhof’un (1859-1917) yakasında Esperanto rozetiyle bir portresi.
İnsanoğlu 19. yüzyılda elektrik ve buhar enerjisini elde etmiş, teknoloji ürünleriyle mesafeler kısalmışsa da, farklı lisanların konuşulması ciddi bir iletişim problemi oluşturuyordu. Ticaret gemileri, demiryolları, telgraf hatları geliştikçe toplumlararası mesafeler kısalıyor, etkileşim hızlanıyordu.
Haberleşme ve konuşmada ortak bir dile sahip olma ihtiyacı giderek artmıştı. Mevcut dillerden birinin ortak dil sayılarak ihtiyacın giderilmesi akla yakın görünse de uluslararası rekabet, toplumların dil ve milliyet bağlarını reddedip bir başka milletin dilini ortak dil olarak benimsemesini imkânsız kılıyordu.
16. ve 17. yüzyılda coğrafi keşifler ve askerî operasyonlarla sömürgeciliğe başlayıp, dünya ticaret yollarını aşındıran Avrupalılar için uluslararası ortak bir dil ihtiyacı ortadaydı. Akdeniz havzasında denizciler ve tüccarlar açısından “Lingua Franca” bu ihtiyacı nispeten karşılıyordu. Fransızca 18. yüzyıl sonlarından itibaren diplomasi dili olarak bir ölçüde ortak dil olarak benimsenmişse de, bütün dünya halklarının kendi dillerini terk edip Fransızcayı kabul etmesi düşünülemezdi.
1880’de Alman Katolik papazı Johann Schleyer, 20 yıl süren çalışmanın ardından temeli İngilizceye dayanan “Volapük” adını verdiği yapay bir dil icat etmişti. Bu dilde “vol” dünya, “pük” dil demek olduğundan, kelime “dünya dili” anlamına geliyordu. Avrupa’da büyük bir heyecanla karşılansa da zorluğu sebebiyle kısa sürede gözden düşmüştü. Bu sırada aslen göz doktoru olup filolojiyle de meşgul olan Dr. Ludwig Lazar Zamenhof devreye girdi.
Dr. Zamenhof o zamanlar Rusya’ya bağlı, günümüzde Polonya’daki Bialystok şehrinde 1859’da doğmuştu. Babası İngilizce ve Fransızca öğretmeniydi. Zamenhof’un çocukluğundan itibaren çokdilli bir dünyası olmuştu. Ailesinde Rusça konuşuluyordu. İbranice ve Yidişçeyi de ailesinden öğrenmişti. İngilizce, İtalyanca, Almanca, Fransızca bilgisiyle yapma bir dili oluşturabilecek lisan bilgisine çok erken yaşta sahip olmuştu.
Yoğun bir Yahudi nüfusu olan Bialystok’da Rusça, Lehçe, İbranice, Yidişçe ve Almanca konuşuluyordu. Yahudiler refah seviyesi ve kültürel gelişim noktasında önde gelmelerine rağmen Çarlık Rusyası’nda baskılara maruz kalıyorlardı. Bialystok Yahudileri’nin çoğunluğu, yükselen siyonist hareketin taraftarlarıydı. Dr. Zamenhof da Moskova’da bulunduğu, Varşova’da Tıp Fakültesi’nde eğitim gördüğü zamanlardan itibaren Yahudi toplumunu iyi gözlemlemiş ve aktif bir siyonist olmuştu.
Öncelikle dünyanın her yanına dağılmış Yahudilerin o yıllardaki dil ayrılıklarını gidermek için Yahudilere yönelik ortak bir dil inşa etmeye niyetlendi. Bir süre sonra Yahudilerin dil birliğini sağlamaktansa tüm dünya ulusları arasında milliyet ve dil unsurlarının çatışmalara sebep olmamasına, insanların ana dillerini unutmadan ortak bir dille bağlantı kurmalarına çalışmanın daha doğru olduğu düşüncesiyle siyonist hareketten ayrıldı ve kendini tamamen yeni bir suni dil için çalışmaya verdi.
Uzun ve meşakkatli uğraşılar sonucunda 1887’de Internacio Lingvo (Uluslararası Dil) isimli kitabını dünyaya tanıttı. Dr. Zamenhof yazar olarak kendi adını belirtmeden, müstear olarak Dr. Esperanto (Dr. Umutlu) adını kullanmıştı. Böylelikle kendisi yeni icat ettiği dile “Uluslararası Dil” adını verse de, Esperanto ismi daha çok sevilip benimsendi. Taraftarlarına da Esperantist adı verildi. Dünyanın önemli şehirlerinde her yıl kalabalık kongreler düzenlendi. Bu kongrelerde dilin asla değiştirilemeyecek kuralları ve kelime türetme usulleri belirlendi. Kendilerine bir bayrak ve marş düzenlediler. Dr. Zamenhof 1917’de ölmeden önce eseri olan dilin dünyanın her noktasına yayıldığını gördü.
Kozmopolit yapıyı savunan, insanlığın ortak dil sayesinde barışa, huzura kavuşacağına inananların hayranlığını ve sempatisini toplayan bu hareketin karşısında duranlar da oldu. Fransa’da birçok Esperantist olmasına rağmen, Fransa devletinin dünyadaki ve bilhassa sömürgelerindeki egemen konumunu kaptırmamak için bu yeni dile pek sıcak bakmadığı iddia edilir. Hitler ise Kavgam kitabında Esperantonun bir Yahudi komplosu olduğunu belirtir. Naziler iktidara geldiklerinde Esperantoyu yasakladılar. 1943’te Nazi işgalindeki Polonya’da Zamenhof’un aktif Esperantist kızları Lidia ve Zofia, Treblinka toplama kampında gaz odasına gönderilirken, oğlu Adam da Nazi kurşunlarıyla can verdi.
Osmanlı döneminde Esperanto faaliyetleri
Bizde ise Servet-i Fünun’un sahibi ve başyazarı Ahmed İhsan (Tokgöz), neredeyse bir Esperantist gibi çalışıp mecmuasında bu dili tanıtan övgü dolu yazılar yazdı, hatta bir de kitap kaleme aldı. Servet-i Fünun’un 27 Mayıs 1901 tarihli 532. sayısında Hasan Hamid’in, 26 Ekim 1905 tarihli 757. ve 31 Mayıs 1917 tarihli 1350. sayılarında ise imzasız olmakla beraber muhtemelen Ahmed İhsan’a ait ve Esperantoyu geniş ölçüde tanıtan yazılar yayımlandı.
Haşet Yayınevi’nin 1910’da Paris’te iki cilt halinde bastığı Zamenhof’un eserinden çevrilen Fransızca-Türkçe-Esperantoca sözlük ve gramer kitabında, Servet-i Fünun gazetesinin reklamı ve iç kapağında Ahmet İhsan Matbaası adının bulunması, bu kitapların yayımlanmasında Ahmed İhsan’ın doğrudan katkısı olduğuna delildir. Ahmed İhsan’ın 1912’de neşrettiği Esperanto: Bir Lisan-ı Beynelmilelin Faidesi adlı kitabın sonundaki “ihtar-ı mahsus” bölümünde Türkiye’deki Esperantistlere yönelik bir anket de vardır. Hazırlanan formda Esperanto dilini bilen, kullanan veya taraftar olanların meslekleriyle birlikte isimlerini içeren bir liste hazırlamak amacıyla sorular yöneltilmiştir.
Tanzimat döneminde, kozmopolit, çok dilli, çok dinli Osmanlı toplumunu birarada tutabilmek düşüncesiyle Osmanlılık ideolojisi yaygınlaştırılmak istenmişti. Kapitülasyonların hüküm sürdüğü o yıllarda, ecnebiler Osmanlı topraklarında serbestçe ticaret yapabiliyordu. Bunlar İstanbul, İzmir, Selanik, Bursa, Beyrut, Yafa gibi ticaret merkezlerinde koloniler halinde yaşıyor ve Osmanlıları ticaretin dışına itiyorlardı. 19. yüzyılda Osmanlı vatandaşı gayrimüslimler —kendi okullarında olsun, misyoner okullarında olsun— çocuklarının lisan eğitimine çok emek verdikleri halde Türklerin lisan bilmezliği ticarette zafiyetlerine de sebep olduğundan, kısa sürede ve kolaylıkla öğrenildiği iddia edilen Esperanto ile bir anlamda bu açığın kapatılması da düşünüldü.
1911’de Dresden şehrinden Julius Reumann imzasıyla Hariciye Nezareti’ne gönderilen mektupta; Almanya hükümetinin Türkiye’nin medeniyet yoluna girmesinden memnun olduğu, Osmanlı Devleti’nin muhtelif halklarını yekdiğerine yakınlaştıracak, ticari muamelatının genişlemesine yardımcı olacak ve öğrenilmesi gayet kolay olan Esperanto lisanını bi’l-cümle okullarda öğretiminin mecburi tutulmasından bütün devletlerin hoşnutluk duyacağı bildiriliyordu [BOA. HR.TO 542/39].
İstanbul’un işgal altında olduğu 1920’de Dersaadet Esperanto Cemiyeti namıyla bir dernek de kuruldu. Kurucuları ve kuruluş senediyle ilgili belgeler kataloglanmış tasniflerde henüz bulunamamıştır. Esperanto adıyla İstanbul’da kurulan ilk resmî dernek olmalıdır. Dâhiliye Nezareti Hukuk Müşavirliği’nin kararında “kuruluş ilmühaberinin alınmasını istirham eden dilekçeye ekli nizamnamelerin içeriğinden, siyaset ve sair hususlarla alakalı olmayıp İstanbul ve civarında Esperanto lisanının yayılmasına çalışacakları anlaşılmakla kuruluşunda bir sakınca bulunmadığı, ancak dilekçe ve nizamnamelere yapışık pulların üzerinde cemiyetin resmî mührü bulunmadığından bu eksikliğin giderilmesinden sonra faaliyetlere başlanabileceği” belirtilmiştir [BOA. DH.HMŞ 4-1/4-146].
Cumhuriyet döneminde Esperanto faaliyetleri
Cumhuriyetin hemen başlarında günümüzde adı hiç hatırlanmayan Mehmet Hulusi (Aydınoğlu) adlı bir öğretmenin Esperanto faaliyetleriyle karşılaşıyoruz. Aydın Sanayi İdadisi tarih ve coğrafya öğretmeni Mehmet Hulusi Bey’in 1925’te Cenevre’de düzenlenen 17. Esperanto Kongresi’ne Maarif Vekâleti namına katılması, devlet nezdinde Esperantonun kabul edildiğini gösterir. Mehmet Hulusi Bey, Cenevre’deki faaliyetlerinin raporunu Maarif Nezareti’ne sunmuş, Aydın’da Esperanto öğretimine izin verilmesini talep etmiştir. Bu talebe verilen cevapta “memleketimizde Esperantonun arzu edenlere öğretilmesinde bir mahzur görülmediği gibi bilakis işbu beynelmilel lisan cereyanının memleketimizde de yakinen takip edilmekte olduğunu göstererek Esperantocuların takdirini mûcib olacağından” bahsedilir [BCA. 180.09.242.1212].
Mehmet Hulusi Bey 1929 Ağustos’unda Budapeşte’de düzenlenecek Esperanto kongresine hükümet namına katılmak istediğine dair bir dilekçe yazar. 1928’deki alfabe değişikliği sonrasında sade dil ve yeni harflerle öğretim usulünün bir tebliğle sunulması talebiyle davet edilmiştir. 45 hükümetin katılacağı bu kongreye çok önem verilmektedir. “Irk itibariyle bir olduğumuz Macar milletinin bu arzusunu yerine getirmenin iki millet arasındaki dostluğu kuvvetlendireceğini” belirtir. Kongre ve konferanslar faslından tahsisat verilmesini talep eder. İmzasını da 1925 Cenevre Mümessili Mehmet Hulusi olarak atmıştır. Ne var ki “bundan önce de muhtelif zaman ve yerlerde toplanan bu gibi kongrelere katılmakta bir fayda görülmediği” gerekçe gösterilerek talebi reddedilir [BCA. 30.10.229.541.6].
Mehmet Hulusi Bey mücadelesini sürdürür. Esperantoyu uluslararası ticaret ve iktisadi harbin lisanı olarak görmektedir. Mekteplerde okutulan lisanlardan fayda sağlanamadığını ileri sürer ve öğrenilmesi kolay olan Esperanto eğitiminin okullarda verilmesini talep eder. Maarif Vekili Esat Bey’in [Sagay] Esperantonun mekteplerde öğretilmesinde esaslı bir fayda görülmediğine dair yazısıyla konu kapanır [BCA. 30.10.144.32.13].
6 Kanun-ı Evvel (Aralık) 1931 tarihli Akşam gazetesinde, Paris Ticaret Odaları kongresinde Esperantonun ticaret odaları arasında yardımcı dil olarak kullanılması kararı üzerine İstanbul Ticaret Odası’nın karara uyacağının İktisat Bakanlığı’na bildirildiği haberi verilir. Haberde Ticaret Odası salonlarında Esperanto konferansları vereceği belirtilen Hulusi Bey, öğretmen Mehmet Hulusi Bey olmalıdır.
13 Kasım 1947’de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü imzalı bir kararnameyle Esperanto dilinin yurdumuzda yayılması amacıyla merkezi Aydın olmak üzere emekli öğretmen Hulusi Aydınoğlu ve arkadaşları tarafından “Türkiye Esperanto Derneği”nin kurulmasına izin verilir. Bu karar 28 Kasım 1948 tarih ve 6766 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girer. Hulusi Aydınoğlu 1948’de Esperanto-Türkçe sözlüğünü yayımlar.
Günümüzde Esperantonun dünya çapındaki etkisi azalsa da, ortaya koyduğu alt-kültürle yaşayan en uzun süreli yapma dil olmuştur. Ülkemizdeki çok az Esperantistin sosyal medyada örgütlendikleri birkaç mecra dışında faaliyetleri duyulmamaktadır. 1970’lerde dernek ve sözlük çalışmalarında adı çok geçen Hayrettin Dural’a dair arşivde belge bulamadık. Yine de bugün adı hiç anılmayan isimleri gündeme getiren belgeler ve diğer neşriyattan bahseden yazımız, bu konudaki bilgi eksikliğini bir nebze giderecektir.
16. YÜZYIL
İlk suni dil: Baleybelen
Dünyada düzenli bir grameri ve sözlüğüyle günümüze intikal etmiş, bilinen ilk yapma dil Osmanlı âlim ve tasavvufçularından 1528-1604 arasında yaşayan Muhyî-i Gülşenî’nin ortaya koyarak “Baleybelen” adını verdiği dildir. Dr. Zamenhof’un Esperanto dilinden 300 yıl önce icat ettiği bu yapma dil ortaya çıktığında, takipçilerinin, konuşanlarının varolup olmadığı bilinemiyor. Baleybelen’in Halep’te bulunan yazmasına ulaşan Avusturyalı meşhur tarihçi Hammer, içinden çıkamadığı kitabı Fransız oryantalistlerinden Sacy’ye göndermişti. Onun tespitleriyle yapma bir dil olduğu anlaşıldı. Mithat Sertoğlu’nun bulduğu ayrı bir nüsha ve onun adlandırmasıyla “Balibelen” lisanı 1966’da Hayat Tarih mecmuasında tanıtıldı. Mevcut bütün yayınları ve yazmaları yeniden değerlendiren Prof. Dr. Mustafa Koç tarafından 2005’te detaylı şekilde neşredildi.
1915’ten
Savaş karşıtı bir Esperantist: Yakup Girin’in mektupları
1. Dünya Savaşı sırasında sadrazamlık makamına yazan Yakup Girin Bey, Esperanto dilinin önemini anlatmış, askerlikten muaf tutulmasını arzetmiş, “bir Esperanto bağlısı hangi dine inanırsa inansın ve hangi dille konuşursa konuşsun bütün insanları kardeş tanır. Kendi milletini sevmekle birlikte hiçbir milletten nefret edemez” demişti.
Türkiye Esperantistlerinin en aktiflerinden biri olduğu anlaşılan Yakup Girin’in 1. Dünya Savaşı sırasında zorunlu seferberlik ilan edilmesinden sonra, devrinin önemli bir entelektüeli olan Sadrazam Said Halim Paşa’ya gönderdiği mektupları çok önemlidir. Esperantonun barışçı felsefesini acımasız bir dünya savaşının hüküm sürdüğü sıralarda savaş karşıtı bir üslupla, cesaretle anlattığı satırları anti-militarist bir manifesto gibidir. Yakup Girin’in günümüzün “Esperanto Türkiye” web sitesinde Kakobo/Yakobo Guerin olarak adı geçen Esperantist olması muhtemeldir.
Bu zatın Esperantonun Türkiye’deki yegâne mütercimi ve propagandisti olduğu iddiasıyla seferberlikten istisna tutularak askerlikten muafiyetini talep ettiği ve bir hafta arayla Sadaret makamına gönderdiği iki arzuhali vardır. Bunlardan ilki şöyledir:
“Yeni Esperanto dilinin Osmanlı Devleti dâhilinde hemen yegâne yayıcısı ve tercümanı olmam sebebiyle askerlikten muaf tutulmam için Eğitim Bakanlığına verdiğim dilekçe savaş hali dolayısıyla bu talebin kabulüne imkân olmadığı gerekçesiyle reddedildi. Bu karar isabetli olmakla birlikte Esperanto yalnız eğitimle alakalı olmadığından hatta bütün milletin hayatıyla da alakalı olduğundan barış zamanında müzakere edilinceye kadar Sadaret tarafından kesin olmazsa da geçici ve müstesna kabilinden bir askerlik muafiyeti verilmesi istirham olunur. Zira Esperanto’nun yayılmasındaki birinci maksat çeşitli milletler arasında yerleşmiş ve bir devleti her zaman sarsıntıya uğratan karşılıklı nefret ve muhalefeti ortadan kaldırıp yerine sevgi ve dostluğu ikame etmek olduğundan, bu dil hükümetin en sadık hizmetkârlarındandır.
Bir Esperanto bağlısı hangi dine inanırsa inansın ve hangi dille konuşursa konuşsun bütün insanları kardeş tanır. Kendi milletini sevmekle birlikte hiçbir milletten nefret edemez. Savaş zamanında bile kalbinde düşmanlara karşı merhamet hislerini taşımaktan bir an geri kalmaz. Nitekim Esperanto bağlısı Almanya imparatoruyla Saksonya kralı düşmanlarını yenmeye çalışırken, adaleti yerine getirirken barışın geri gelmesi için acele etmekten başka bir şey düşünemezler. Esperanto bu gibi duygu ve düşüncelerin milletler arasında yayılmasına bir anlamda vesile olduğundan insanlığın mutluluğuna hizmet etmiş oluyor. Her zaman vaktini hakkın ve adaletin kazanmasına ayıran Osmanlı hükümeti, bir Osmanlı Esperantistini himayeye almakla, aynı insaniyet duygularıyla dolu olduğunu, dost ve düşman kanının fazlaca dökülmesinden sakındığı, savaştan çok barışı sevdiği ve savaşın yalnız haksızlıkları, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak emeliyle ilan edildiğini bir defa daha dünyaya göstermiş olacaktır.
Almanya, Amerika, İspanya hükümetleri eğitim, ticaret ve sair bakanlıklarına bağlı veya bağımsız şekilde Esperanto resmî daireleri açarak, bu dairelerin reis ve memurlarının geçimlerini sağlama almışlardır. Maişetimi kendimden başkası sağlamadığı halde kimseye yük olmak istemeyen benim gibi bir ferde teşvik olmak üzere askerlikten muafiyet belgesi verilmesinde bir sakınca görülemeyeceğini ümit ediyorum. Zaten büyük ihtimalle bir-iki aydan sonra bir anlaşma imzalanarak savaş (Birinci Dünya Savaşı) memnuniyet verici bir şekilde sona erecektir. Esperanto’nun kaynağı olan Lehistan’ın tamamen Alman-Türk nüfuzu altına girdiği bir sırada bu kadarcık bir zaman için Sadaret’in sayesinde Esperanto kitap ve belgelerimi kaybetmek endişesinden kurtulayım. İleride işe başlayarak bu gibi faydalı bir dairenin kurulmasına veya başka hizmetlerin yerine getirilmesine çalışayım. Gerçi bir karar vermezden önce Sadaret tarafından Esperanto’nun incelenmesi faydadan uzak değildir. Fakat ecnebi memleketlerinde olduğu gibi Osmanlı hükümeti dâhilinde de Esperanto’nun süratle yayılması ve resmî daireler arasında bir Esperanto dairesinin açılması yararlı mıdır, değil midir gibi önemli meselelelerin çözülmesi için bu dilin Eğitim Bakanlığı’ndaki üst düzey memurlarca öğrenilmesi ve bir sene denenmesi gerekeceğinden şimdilik geçici mahiyette askerlikten muafiyet belgesinin verilmesini dilerim. Savaşın bitmesinden bir sene sonra acizâne çalışmalarımla meydana gelecek binlerce Esperanto bağlısının teşekkür ve iyi dileklerini şimdiden arz eder, sadakat ve bağlılık hislerimi takdimden şeref duyarım.
Dersaadet’te Meserret Oteli’nde Yakub Girin”
7 Eylül 1331 [20 Eylül 1915] (A.VRK. 801/42)