Ülkemiz gündemini neredeyse tekeline alan günlük siyaset, diğer tüm insani durumları, acıları, sevinçleri, felaketleri veya mutlulukları da kendi aktüel yargılarına göre biçimlendiriyor. Politikacılar ve devlet adamları sadece bunu yapmakla kalmıyor; tarihten alıntıladıkları çeşitli olayları, görüşleri veya insanları da, kendi işlerine geldiği hallerde kullanıyor.
Bu durum belki öteden beri böyleydi ama, tarihî şahsiyetler ve hadiseler üzerinden politikacılık hiç bu denli ayağa düşmemişti. Aslında politikacıları da fazla suçlamamak lazım. Zira bu insan grubu için tarih, zaten şimdiki zaman için malzeme sağlayacak, gereğinde tahrif edilecek veya abartılacak bir alan. Üniversiteler, hocalar, uzmanlar, akademik araştırmalar; kısacası tarihle ilgilenen, işi bu olan kurumlar ve onların çalışmaları, ülkemizde öteden beri zayıf. Hocaların ve tarih eğitiminin zayıf-orta seviyesinde bulunduğu bir ülke, tarih konusunda da elbette politikacının, üçkağıtçı ve emireri gazetecinin, yalancının veya ikbal avcısının, vurguncunun at oynattığı bir alana dönüşüyor.
Bir konuyu, bir dönemi, bir insanı anlamak, bununla ilgili ayrıntılı bilgiye sahip olmak bile ancak yıllar süren bir çaba gerektirirken; böyle bir vakti, niyeti, tarih saygısı, zaman duygusu olmayan zamaneler, onyılları hatta yüzyılları bile bir-iki cümlede yorumlayıveriyor.
Bu anlamda son dönemin moda ve revaçta faaliyeti Mustafa Kemal’e saldırmak. Bu açıktan yapılamadığı için de, Atatürk’ü itibarsızlaştırmak, kişisel-özel hayatında gedikler bulmak veya onun aleyhine konuşanları öne çıkartmak gibi işleri sıklıkla görür olduk.
Atatürk’ü beğenirsiniz, beğenmezsiniz; ama onun başardığı işleri görmezden gelemezsiniz. Görmezden gelenleri veya kasaba kurnazlıkları, ucuz numaralar ve tahrifatlarla onu değersizleştirmeye çalışanları da, bana kalırsa sahici Atatürk düşmanları bile ciddiye almıyor; sadece bu kişileri kullanıyorlar.
Sahici Mustafa Kemal düşmanları için ise söyleyecek tek şey var: Boşuna uğraşmayın, silemezsiniz!