Bonn Üniversitesi, Tarih ve Latin Filolojisi bölümünü bitirdikten sonra 1987’de Alman Dışişleri’nde göreve başlayan Johannes Regenbrecht, özellikle Rusya- Ukrayna-Belarus coğrafyası-tarihi konusunda uzman bir isim. 1.5 yıl önce İstanbul Başkonsolosluğu’na atanan Regenbrecht, kişisel gözlemlerini aktardı.
2020’de Almanya’nın İstanbul Başkonsolosu olarak atandınız. Daha önceden, ülkemize gelmiş miydiniz?
Türkiye, bizim de ailecek tercih ettiğimiz ve severek tatil yaptığımız bir ülke. Birçok kez yaz tatillerimizi, Bodrum da dahil olmak üzere bu güzel ülkenin çeşitli bölgelerinde geçirdik. Bizim için deniz ve kumsalın yanısıra, Türkiye’nin sahip olduğu zengin tarihî-kültürel miras ve doğal güzellikler de hep ön planda oldu; örneğin harika bir şekilde düzenlenmiş Efes Antik Kenti veya Pamukkale’nin traverten terasları gibi… Önceki yıllarda, Federal Dışişleri Dairesi’nin temsilcisi olarak Güney Kafkasya ve Ortaasya ülkelerine yaptığım seyahatlerin birçoğunda muhteşem şehir İstanbul’da bir mola verme fırsatı bulabildim.
Daha önceki görevlerinizden biraz bahseder misiniz?
Görev icabı atandığım ülkeler, Meksika’dan Çin’e kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Hafızamda özellikle yer eden görevlerim arasında; o zamanlar hâlâ Birleşmiş Milletler’in (UNMIK) geçici yönetimi altında bulunan Priştine’deki (Kosova) görevimi; “Turuncu Devrim” (2004) sırasında Kiev’deki Alman Büyükelçiliği’ndeki elçilik görevimi ve Dışişleri Dairesi’nin Ukrayna sorumlusu olarak Kırım’ın devletler hukukuna aykırı ilhakı ve 2014’te Rusya’nın Doğu Ukrayna’ya askerî müdahalesi sonrası Ukrayna’ya destek faaliyetlerini sayabilirim.
Bonn Üniversitesi, Tarih ve Latin Filolojisi bölümünden mezun oldunuz. Hangi tarihsel dönem sizi daha çok ilgilendiriyor ve neden?
Oldum olası Ortaçağ Avrupa tarihine çok meraklıyımdır. Aynı zamanda 19. ve 20. yüzyıl Avrupa tarihiyle, Doğu Avrupa tarihiyle ve Osmanlı İmparatorluğu’nun oluşumu ve gelişimiyle de yoğun bir şekilde ilgilendim. Geç Antik Çağ’da Konstantinopolis, Ortaçağ’da Bizans ve modern çağda İstanbul olarak her daim küresel bir cazibe merkezi olmaya da devam eden Boğaziçi metropolünün tarihsel gelişimi beni büyülüyor. Konstantinopolis’in Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesinin hikayesi de benzersizdir. 1453 yılı, dünya tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Nesrin İçli, Almanya’nın İstanbul Başkonsolosu Johannes Regenbrecht ile #tarih için konuştu
Türkiye’yi, İstanbul’u ve diğer şehirleri gezme fırsatınız oldu mu? Sizi en çok etkileyen şehir hangisidir?
Eşimle birlikte, hareketli bir geçmişi, muhteşem yapıları ve dinamik bir şimdiki zamanı harmanlayan ve bizi her seferinde yeniden şaşırtan birçok şehri ziyaret ettik. Türkiye’deki seyahatlerimiz sırasında insanlarla da tanışma fırsatı bulduğumuz için özellikle mutluyuz. Birçok insan mükemmel seviyede Almanca konuşuyor. Almanya ile Türkiye arasındaki bu yoğun ve derin bağlar bizi çok etkiliyor.
Türkiye ve Almanya’nın yüzyıllar öncesine dayanan bir kültürel işbirliği var. İki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek için neler yapmayı planlıyorsunuz?
Gerçekten de iki ülke arasındaki ilişkilerin uzun bir geçmişi var. 1877’de açılışı yapılan bugünkü başkonsolosluk binası da bunun en güzel kanıtı. Aynı şekilde Sultan 2. Abdülhamid’in hediyesi olan Tarabya’daki arazi üzerine inşa edilen Alman Büyükelçiliği’nin tarihî yazlık rezidansı da ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin tarihî bir örneği. Bu yerleşke, günümüzde Tarabya Kültür Akademisi’ne de evsahipliği yapıyor; Alman ve uluslararası sanatçılar Türk proje ortaklarıyla biraraya gelerek ortak çalışmalar yürütüyorlar ve çeşitli sanat dallarında projeler üretiyorlar.
Kültürel çalışmalarımızın temeli, karşılıklı alışverişe dayanıyor. Köklü bir geleneğe sahip Alman Lisesi başta olmak üzere İstanbul’da Almanca dilinde eğitim veren dört okulumuzda; başkonsolosluk binamızın tarihi “Kaisersaal” salonundaki etkinliklerde; kültür projelerin desteklenmesinde; birbirimizden birşeyler öğrenmek ve geleceğe birlikte bakmak istiyoruz.
Son derece zengin geçmişe sahip Alman-Türk ilişkileri, özellikle bireysel karşılaşmalar ve ilişkiler sayesinde de şekillenmekte. Geçen sonbaharda Türkiye-Almanya İşgücü Antlaşması’nın 60. Yıldönümünde de bunu yaşadık. Taksim Sanat’taki fotoğraf sanatçısı Ergun Çağatay’ın fotoğraflarından oluşan “Biz Buralıyız” adlı olağanüstü sergi, bu vesileyle gerçekleşen birçok etkinlik arasında öne çıktı. Sergi şu anda Çanakkale’de de gezilebilir.
Görevimin diğer odak noktası, belediyelerarası işbirliklerini güçlendirmek ve sivil toplumla diyalogu teşvik etmek. Başkonsolosluğun, iki ülkeyi etkileyen güncel konularda fikir alışverişine olanak tanıyan, kadınların sosyal ve ekonomik olarak güçlendirilmesi veya belediyelerin iklim değişikliğinin zorluklarıyla nasıl başa çıkacağı gibi konuların tartışıldığı bir forum olmasını arzu ediyorum.
Türkiye ile Almanya arasındaki ticari ilişkileri geliştirmek için planlarınızı öğrenebilir miyiz?
İstanbul ile yakın komşuları Edirne ve Bursa, tarihî ve kültürel açıdan eşsiz olmanın yanısıra, birlikte dünyanın en büyük ve en modern metropol bölgelerinden birini oluşturuyor; iki kıta arasında bir köprü görevi görüyor. Olağanüstü bir ekonomik dinamiğe sahip bu bölgede, birçok Alman ve Türk-Alman şirketinin de merkezi bulunuyor. İstanbul’daki Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası ile yakın işbirliği içinde, bu şirketlerle düzenli olarak, örneğin yuvarlak masa toplantılarında buluşuyor ve fikir alışverişinde bulunuyorum. Kişisel izlenimler ve bilgiler edinmek için elbette yerinde ziyaretler de yapıyorum. Pandemi hafifler hafiflemez, Almanya’dan gelecek ticari heyetlere de yeniden evsahipliği yapacağız. Bu da zaten güçlü olan ticari ilişkilere yeni ivme kazandıracaktır. Ek olarak, bu yıl idari bölgemizde bulunan birkaç büyük ekonomi metropolünde, iki ülkeden şirketlerin, devlet kurumlarından temsilcilerin ve ticaret odalarının katılımıyla bölgesel çapta “Alman-Türk İş Günleri”ni düzenlemek istiyoruz.
Türk mutfağında favorileriniz neler? En çok sevdiklerim arasında sebze yemeklerini, peyniri, lahmacunu, karnıyarığı, aşçımız Muhsin Şef usulü yaprak sarmayı, balığı (özellikle levrek) ve kebabın her türünü sayabilirim.
Pandemi döneminde Almanya Konsolosluğu’nda alınan önlemler neler oldu?
Birçok kurum gibi, pandeminin ardından bizler de dönüşümlü çalışma sistemine geçtik. O zamandan beri de çok temkinli bir strateji izliyoruz. Bu sayede normale dönmeyi ve çok az kısıtlamayla iş akışlarımızı ayakta tutmayı başarabildik.