1932 yılında Türkiye’nin ilk banka soygununun yaşandığı Bursa, henüz bu olayın şokunu üzerinden atamadan 1933 yılında iki kişinin öldürüldüğü bir yol kesme ve soygun olayıyla daha sarsılır. Soyguncuların olaydan sonra üç kişiyi daha öldürüp kaçtıkları Samsun’da yakalanmaları, önce İstanbul’a ardından Bursa’ya getirilmeleri ve yargılanmaları Türkiye’yi aylarca meşgul eder. Hikaye darağacında çekti.
Yedi kişilik soyguncu çetesi, 3 Haziran 1933’te Bursa kent merkezinden Orhaneli ilçesine giden yolun 11’inci kilometresinde yedi saat boyunca pusu kurmuş ve kamyondan bozma bir otobüsün de içlerinde olduğu beş araçtaki 40 kişinin bütün değerli eşyalarını gasp etmiştir. Otobüste bulunan ve Orhaneli’ye göreve giden jandarma karakol komutanı Hakkı ve er Nuri silahlarını çekince soyguncular karşı ateş açıp ikisini de yaralar. Elinden ve omuzundan yaralanan Nuri kendini yolun kenarındaki küçük uçurumdan aşağı atıp ölü numarası yaparak kurtulur. Yaralı haldeki Hakkı ise başına son bir kurşun daha sıkan bir soyguncu tarafından öldürülür. Otobüs yolcularından Ali Ağa adlı köylünün sopayla başına vurduğu bu soyguncu sendeleyip yere düşer. Diğer çete elemanlarının üzerine ateş açtığı Ali Ağa yaralanır, az önce başına sopayla vurduğu soyguncu yerden kalkıp Ali Ağa’nın ağzına tam yedi el daha ateş eder. Ali Ağanın ölümüne 12 yaşındaki oğlu da tanıklık etmiştir.
Soygun haberi Bursa’ya saatler sonra ulaşır çünkü çete Orhaneli-Bursa telefon hattını da kesmiştir. Haber duyulunca kent genelinde arama başlar. Valilik, bütün ilçe ve köylere, mıntıka sınırlarına giren herkesin kimlik bilgilerini almaları yönünde emir yollar. 5 Haziran’da, iki gün önceki soygunun yaşandığı yere 65 kilometre mesafedeki Yenişehir ilçesine bağlı bir köye gelen iki yabancı, kendilerine dur ihtarında bulunan bir köy korucusunu öldürüp birini de ağır yaralar. Tanık ifadelerine göre bu iki kişinin eşgâli soyguna katılanlardan ikisine benzemektedir. Bu olaydan sonra soyguncular kayıplara karışır.
CSI Bursa: Çorap söküğü gibi
Jandarma ve polis ilk olarak 40 kişinin ifadesine başvurmuştur. Tüm ifadelerdeki ortak nokta, haydutların koyu bir Karadeniz şivesiyle konuştuğudur. Bunun üzerine polisler Karadenizli vatandaşların kaldığı han ve kahvelere baskınlar yapar. Soygundan bir gün önce Orhaneli otobüsünün saatini soran birkaç kişilik Karadenizli grubun bu kahvelerden birinde Laz İbrahim adlı kişiyle birlikte oturdukları ihbarını alan polis, İbrahim’i gözaltına alıp soygun mağdurlarıyla yüzleştirir. Hiçbiri İbrahim’i teşhis edemez. Ancak soyguna katılmamışsa bile kendisini kahvede beş-altı kişilik yabancı bir grupla görenler vardır.
Sorguya alınan İbrahim kendisine iftira atıldığını öne sürmektedir. O gün kahveye gitmemiştir bile. Polisin konuştuğu kahve sahibi ise İbrahim’in o gün kahvede olduğunu, hatta masadaki Cumhuriyet gazetesine sürekli imza atıp karaladığı için kendisini uyardığını ve sonunda gazeteyi masadan çekip aldığını söyler. Üstelik karalanmış gazete hâlâ durmaktadır. Polislerin, Emniyet’teki ifadesine attığı imzayla gazeteye karalanmış imzaların aynı olduğunu gösterdiği İbrahim sonunda çözülür. Evet, kahvede soyguncularla oturmuştur ama soygun yapacaklarını bilmemektedir. Yusuf adlı şoförün ismini verir polislere. Kendisini soyguncularla Yusuf tanıştırmıştır.
Yusuf polislere çok çabuk çözülür. Olay gününden beri cinayetlerin şokunu atlatamamıştır ve gazetelerin yazdığına bakılırsa ifadesini ağlayarak vermiştir. Altı kişi soygunları yaparken, Bursa’nın yerlisi olan Yusuf tanınmamak için bir ağacın arkasında saklanmıştır. Rizeli olduklarını söylediği soyguncuların tek tek adını verir. Kendine ait iki otomobili olan Yusuf, ilçelerde yaşayan zengin tacirleri de sık sık Bursa’ya getirip götürmekte ve kimin yanında çok para taşıdığını bilmektedir.
Artık çete elemanlarının isimleri polisin elindedir. Emniyet Genel Müdürü’nün de Bursa’ya gelip bizzat katıldığı soruşturma sürerken sanıklar İstanbul ve Karadeniz kentlerinde de aranmaktadır. Nihayet 17 Temmuz gecesi soyguna katılan beş kişi ile onlara yataklık eden üç kişi Samsun’da bir otelde yakalanır. Boyunlarından birbirine zincirli ve elleri kelepçeli halde Samsun’dan İstanbul’a yolcu gemisiyle getirilen sanıklar iki gün İstanbul polisince sorgulanır. Daha sonra tekneyle Mudanya’ya ve oradan da Bursa’ya götürülürler. İlk ifadelerinde çetenin altıncı mensubunun Rize’de saklandığını söylemişlerdir, Şapoğlu Hüseyin adlı bu kişi de bir gün sonra yakalanıp Bursa’ya gönderilir.
26 Temmuz’da Mudanya’dan Bursa’ya gelen sanıkları tren istasyonunda 10 bin kişi beklemektedir. Sanıklar cezaevine güçlükle götürülür.
Çetenin lideri Piyade (oğlu) Mustafa adlı kişidir. Mustafa’nın 16 ve 17 yaşlarındaki kardeşi Piyade Mehmet ve Piyade Osman, kız kardeşinin kocası Karabiber Hakkı ve uzaktan akrabaları Bekir ile Şapoğlu Hüseyin çetenin diğer mensuplarıdır.
Soyguncuların yargılanmasına 2 Ocak 1934’te başlanır. Bursa Adliyesi hıncahınç doludur. İlk gün alınan sanık ifadelerine göre soygundan sonra şoför Yusuf Bursa’da kalırken altı kişi Mudanya’ya gitmiştir. Dördü buradan İstanbul’a kaçmış, Mehmet ve Osman kardeşler ise Yenişehir üzerinden Adapazarı’na gitmiş ve bu kentte yaşayan Adem adlı tanıdıklarının yanında üç hafta saklanmıştır. Yenişehir’de bir korucuyu öldüren birini yaralayan iki kardeş Adapazarı’nda da rahat durmamış, Nuri Bey adlı tüccarı ve evinde saklandıkları akrabaları Adem’i de öldürmüşlerdir.
Mahkemenin ikinci ve üçüncü günü 27 tanık dinlenir. Tanıkların tamamı çete mensuplarını teşhis eder. Hepsinin özellikle vurguladığı, Şapoğlu Hüseyin adlı soyguncunun çok zalim davrandığı ve yaralı jandarma ile köylü Ali Ağa’ya son kurşunları onun sıkıp öldürdüğüdür. Cumhuriyet gazetesinin “tam bir katil tipi var” diye tanımladığı Hüseyin bu suçlamalara “Ben onları öldürmesem onlar beni öldürecekti” diye karşılık verir. Mahkeme Şubat ayına ertelenir.
1 Şubat’taki duruşma acıklı anlara sahne olur. Babasının öldürülmesine tanıklık eden 12 yaşındaki Hüseyin’in ifadesi, duruşmayı izleyenleri gözyaşlarına boğar (Bu duruşmadan sonra Hüseyin ve yetim kalan diğer beş kardeşi için yardım kampanyası başlayacaktır). Tanık olarak dinlenen otobüs yolcularından öğretmen Ahmet Hamdi jandarmanın öldürülme anında çok korktuğunu o yüzden her şeyi rüya gibi hatırladığını ve sanıkları teşhis edemeyeceğini söyleyince hâkim kendisini, “Zaten eğer sizde öldürülen köylünün onda biri kadar cesaret olsaydı haydutlardan birkaçını yakalardınız” diye azarlar.
Mahkeme kararını 6 Şubat 1934’te açıklar. Altı sanık idama, şoför Yusuf üç sene altı ay hapis cezasına çarptırılır. Yaşı 18’den küçük Piyade Osman ve Piyade Mehmet kardeşlerin cezası 15 yıl hapse çevrilir.
Mahkemenin kararını açıklamasından iki sene sonra, 3 Şubat 1936’da idam kararları infaz edilecektir. Bursa Cumhuriyet Meydanı’nda (Heykel) gece saat 01.00’de başlayan idamlar iki buçuk saat sürer. Çete reisi Piyade Mustafa’nın son sözleri “Beni asmayın, kurşuna dizin” olurken, Cumhuriyet’in “tam katil tipi var” dediği Hüseyin psikopatlığın hakkını verecek ve son sözleri sorulunca, “Yorgan altında ölmektense urganda ölmek evladır” diyecektir.
Dört mahkumun asılı cesedi sabah 10’a kadar meydanda teşhir edilir. Akşam gazetesinin deyimiyle, “Şiddetle esen lodos, ince birer ipin ucunda can veren haydutları birer topaç gibi döndürmektedir”.
31 EKİM 1932: 3450 LİRA ÇALINDI
Birbiriyle karıştırılan Bursa soygunları
Türkiye tarihinin ilk banka soygununun adresi de Bursa’dır. 31 Ekim 1932’de Osmanlı Bankası’nın Bursa şubesine asker kılığında giren iki soyguncu, kasalardan birinde bulunan 3450 lirayı alıp kaçar. İçinde 100 bin lira olan diğer kasa, soyguncuların kasayı açmasını istediği memurun uyanıklık edip “Anahtar Gemlik’e giden bir arkadaşımızın yanında” demesiyle kurtulmuştur. Olay yalnızca Bursa için değil, tüm Türkiye için büyük bir şoktur. Gazeteler olayı günlerce yazar, soygunun “Amerikanvari” oluşu özellikle vurgulanır.
Bu olaydan yedi ay sonra gerçekleşen Bursa-Orhaneli yolundaki soygunun failleri aranırken ilk günlerde genel kanı bu kişilerin Osmanlı Bankası’nı da soyanlar olduğudur. Failler yakalandığında polis de önceleri bunu araştırır, ama iki soygunun faillerinin aynı kişiler olmadığı ortaya çıkar.
Osmanlı Bankası’nı soyanlar epey bir süre yakalanmamayı başardıktan sonra 10 Ocak 1937’de Bursa’nın İnegöl ilçesinde ele geçirilirler. İnegöllü Ahmet ve Süleyman adlı iki soyguncuyu olay planlanırken birlikte oldukları ama son anda soyguna katılmaktan vazgeçen arkadaşları ihbar etmiştir. 11 Şubat 1937’de başlayan yargılama sonucu iki sanık 28 Haziran 1937’de yedişer sene hapis cezasına çarptırılırlar.
Ancak, Orhaneli soyguncularının Kabataş İskelesi’ndeki boyunları zincirli fotoğrafı internet ortamında yıllardır “Osmanlı Bankası soyguncuları Samsun’dan Bursa’ya sevk edilirken Karaköy İskelesi’nde” diye dolaşıyor. Yani iki soygunla ilgili bilgiler fena halde birbirine karıştırılmış durumda. Üstelik bu hatalı bilgi yalnızca internet ortamında değil birçok gazete-dergi haberi ve hatta kitapta bile kullanıldı.