İktidar sahipleri tarihin her döneminde her medeniyette her siyasi ve dinî yapıda, devlet işleri için ahaliden toplanan paraları gaspettiler. Doğu’da ve Batı’da, krallar ve sultanların etraflarındaki ayrıcalıklı kesimin aldığı rüşvetler, muazzam kişisel servetlerin kaynağını oluşturdu. Çok öne çıkanlar cezalandırıldı ama özellikle Osmanlı toplumunda yıllar içerisinde gelenekselleşen bu mekanizma “işini bilen” idarecilerin yanısıra, “yiyor ama çalışıyor” diye düşünen bir kitle yarattı.
Tarih boyunca büyük servetlerin temel kaynakları savaş ganimeti, sömürgelerin/fethedilen yerlerin sürekli yağmalanması veya devletten yetki ve ayrıcalık elde etmek şeklinde tezahür etmiştir. Devlet makamlarına tayin edilmek veya iktidar erkini bizzat veya vekaleten kullananlara yakın olmak, servet ve ayrıcalık getirmiştir. Servet ayrıcalık, ayrıcalık da servet anlamına gelmiştir.
Bununla birlikte toplumlar, devlet görevinin kötüye kullanımından sağlanan servetler konusunda hassasiyet göstermiştir; çünkü bu, sonuç olarak devlet işleri için ahaliden toplanan paraların usulsüz gaspından kaynaklanır. Nice devlet adamı, kendisinin ve çevresinin çıkarı için ahaliyi ezen vergiler salmış, ödeyemeyenler her türlü eza-cefa çekmiştir. Elde edilen muazzam servetler rakiplerin ve hükümdarların fazla dikkatini çekince, bu kişilerin kellesi gitmiş, servetleri de hükümdara veya ihtiyaç halinde hazineye irat kaydedilmiştir.
Çeşitli dönemlerde, aşırı para toplayarak servet edinen ayrıcalıklı kişilerin idam edilerek isyanlarının önlenmeye çalışıldığına da rastlarız. Bu bizi servetin sadece yetki ve ayrıcalık değil, aynı zamanda şiddet kullanımıyla bağlantılı olduğunu da hatırlatır. Çoğu ülkede kamu görevleri parayla satılmış, göreve gelenler de verdikleri rüşvetin fazlasını çıkarmak için acımasızca soyguna girişmiştir. Ormana sığınan Robin Hood’dan tutun da dağa çıkan Anadolu eşkıyalarına kadar sayısız hikayenin arkasında acımasız vergi ve haksız müsadere (el koyma) vardır.
Din adamları da usulsüz servet ediniminde diğerlerini aratmamıştır. Kardinaller ve piskoposlar arasında, devlet yönetiminden pay ve makam sahibi olarak efsanevi servet edinenler saymakla bitmez. Fransa’yı modern bir devlet haline getiren Kardinal Richelieu ve Mazarin hayal edilemeyecek servetler biriktirmişlerdi ama, bunlar Mazarin’in Fransa’yı idare etmesi için 14. Louis’ye miras bıraktığı Colbert’in kendisi ve ailesi için biriktirdiği servetlerin yanında küçük kalır. Onlardan 150 yıl sonra Napoléon da sürekli olarak arkasından iş çeviren, düşmanlarıyla komplo kuran Bakanları Talleyrand ve Fouché’yi saatlerce azarlar, sonra da milyonlar bahşederek görevlerinin başına gönderirdi. Hükümdar onları, onlar da hükümdarı kullanırdı.
Aradan bir 130 yıl daha geçti. Almanya’daki Nazi hiyerarşisinin tepesindeki bazı kişiler çok kısa süren iktidarlarında öyle muazzam servetler edinmişlerdi ki, örneğin pabucu delik eski pilot Goering’in serveti şatolarına, upuzun zırhlı trenlere sığmıyordu.
Şurasını unutmamak gerekir. Kimse tek başına fazla çalamaz, rüşvet yiyemez. Yiyen, yedirmek zorundadır. Eski Türk geleneğinde beyler ve vezirler topladıkları artığın bir kısmını çevrelerine taşırarak paylaşmak zorundaydı. Bunu yapmazlarsa, itibarsızlaşır ve konumlarını muhafaza edemezlerdi. Krallar ve sultanlar bu nedenle etraflarında ayrıcalıklı bir kesim oluşturur, onlar da kendi yakın çevrelerine yedirirlerdi. Bu ortaklık, sistemin sürekliliğinin en büyük garantisiydi. Sorun işin çığırından çıkmasıydı, çünkü insan ihtirasının sınırı yoktur. Sonra da hukukun delinmesi için usuller geliştirildi. Modern toplumda işler biraz zorlaştı ama, riske rağmen kötü niyetliler her zaman işlerini yürütmenin yolunu bulmuştur.