Kasım
sayımız çıktı

Yeni bir nesle yeni gardrop: 60’lar modasına ‘mini’ devrim

MARY QUANT (1930-2023)

2.Dünya Savaşı’nın dehşetini yeni yeni üzerinden atan bir neslin genç kadınları değişimin peşindeydi. Mary Quant, mini etekten tayta, düz ayakkabılardan suya dayanıklı rimele, hayatlarının kontrolünü kendi ellerine almak isteyen bu neslin üniformalarını tasarladı. 13 Nisan’da öldüğünde 60’lar modasında estirdiği değişim rüzgarı hâlâ etkisini koruyordu.

Londra’yı sallayan 60’lar “gençlik depremi”nin soundtrack’ini Beatles yazdıysa, kostüm tasarımcısı da Mary Quant’tı. Genellikle söy­lendiği gibi mini eteğin mucidi değildi belki -André Courrèges de aynı dönemde etek boylarını yu­karı çekmişti- ama, onun elinde bu devrimci kıyafet, savaş sonrası karneye bağlanmış bir hayatın çıkışında kadın özgürleşmesinin, eğlencenin, cüretkarlığın, aslına bakılırsa topyekun yeni bir haya­tın sembolü hâline gelmişti.

O dönemin kadınları hayatla­rının, kariyerlerinin, doğurgan­lıklarının kontrolünü ellerine alan ilk nesildi. Bu yeni nesil, 2. Dünya Savaşı’nın dehşetini taşıyan bir tarihten kopmak, ebeveynlerinden farklı seçimler yapmak istiyordu. Quant, çığ gibi yaklaşmakta olan değişim ar­zusunu içgüdüsel olarak sezmiş; bu yeni tavrın yeni bir gardroba ihtiyaç duyacağını isabetli şekil­de öngörmüştü. Sonuç, zama­nın ruhuna toz yutturarak onu peşinden sürükleyen, bugün bile moda anlayışımızı şekillendiren tasarımlar olacaktı.

resim_2024-08-25_171649387
Giderek kısalan etekler ve alçalan topuklarla 60’ların özgürleşen kadınlarının ihtiyaçlarına uyumlu yeni bir gardrop tasarlayan Mary Quant.

Barbara Mary Quant, 1930’da Londra’nın güneyinde iki öğretmenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1953’te Goldsmit­hs’in illüstrasyon bölümünden mezun oldu; sonraki 1 yılını bir şapkacıda çalışarak geçirdi ama bundan nefret etti. “Bir düşes gibi görünmekle ilgilenmiyordum” diyordu. Bir avuç kadının birkaç saatliğine takıp kenara atacağı şapkalar için günlerini harca­mak onu heyecanlandırmıyordu. Birilerinin, kendisi ve arkadaşları gibi kadınları işe yetişmek için otobüsün arkasından koşarken ayaklarına dolaşacak eteklerden kurtarması gerekiyordu. Mini etek ve altında rengarenk opak taytlar, evin dışında bir hayatın ve beraberinde getireceği sonsuz olasılıkların aksesuarı olarak düşünülmüştü. Bu genç kadın­ları çanta taşıma yükünden azat etmek için, kıyafetlerinin her yanına cepler eklemişti. Bütün gün çalışıp, bütün gece dans edebilmeleri için ayakkabıların topuklarını alçaltmıştı.

Moda yazarı Ernestine Carter “doğru zamanda, doğru yerde, doğru yetenekle doğmak pek az kişiye nasip olur” demiş ve son dönemde bu şansa mazhar olan modacıları “Chanel, Dior ve Quant” olarak saymıştı. Mary Quant’ın 1955’te King’s Road’daki ilk mağazası Bazaar’ı açışı, Coco Chanel’in savaş sonrası Paris’teki mağazasını yeniden açmasıyla hemen hemen aynı tarihlere denk geliyordu. Her ikisi de Dior’un “New Look”unun başını çektiği yüksek modanın dışarıda bıraktığı genç-bağımsız kadınla­rı giydirmeye talipti. Quant arala­rındaki farkı “benim Chanel’den daha güzel bacaklarım vardı” diyerek özetleyecekti.

Brigitte Bardot, Audrey Hep­burn, Twiggy, Beatles, Rolling Stones gibi ikonları giydirmeye başlayan Bazaar, kısa sürede 1960’lar Londrası’nın en canlı çekim merkezlerinden biri hâline geldi. Kıyafetleri ucuz değildi belki ama, çalışan bir kadın için ulaşılabilir fiyatlardaydı. Bunun da etkisiyle müşterilerin oluş­turduğu kuyruklar uzarken, şemsiyelerini vitrine vurarak bu “ahlaksız” kıyafetleri protesto eden melon şapkalı İngiliz be­yefendilerin sayısı da artıyordu. Quant’ın estirdiği rüzgar herkesi çarpmıştı.

resim_2024-08-25_171653558
Quant, 60’lar modasında neşeli bir özgürlüğün, rahatlığın ve çocuksuluğun sembolüydü.

Ancak işin ticari kısmı, tasa­rımları yapmakla bitmiyordu. 1961’de toptan satışa başlayan, 2 yıl sonra da Amerikalı peraken­deci JC Penney danışmanlığında kurduğu Ginger Group ile kitlesel pazara açılan Quant, bir süre sonra asıl para kazanabileceği alanın “yeni nesil kadınlar için yeni bir yüz” tasarlamaktan geç­tiğini farketti. 1966’da kozmetik ürünlerini mücevher kutusu­na benzeyen ambalajlarından çıkarıp papatya logolu suluboya tüplerine koyarak kozmetik seri­sini başlattı. Kadınları gözyaşına, tere ve yağmura karşı başka bir zırhla donatan suya dayanıklı maskarası, serinin en çok ilgi çeken ürünü olmuştu. Getirdiği tüm yeniliklerde olduğu gibi burada da kadınların sınırları çi­zilmiş bir alanda hareket etmesi gerektiği fikrine meydan okuyor, bunun yerine insanlara ken­dileri olabilmeleri için alan açıyordu. Ağlamak da buna dahildi…

resim_2024-08-25_171658699
Bu tavır, kadınların sokak eylemlerinde savunacağı güçlü bir etki yaratmıştı

Bazaar 1969’da kapandı­ğında, dünyanın dörtbir yanın­daki gardroplarda 7 milyon Quant etiketi vardı. Kozmetik ürünleri de 70’lerde ortadan kayboldu. Tâ ki 1984’te Japonya’da canlan­dırılıp, 90’larda yeniden Batı’ya ihraç edilmeye başlanana kadar… Japonya, Quant için mantıklı bir pazardı. Onun, ilhamını “asla büyümek istemeyen bir çocuk”­tan alan tasarımları, Japonya’nın kadınlar için ergenlik öncesi çocuksuluğu yücelten kültürüyle bir şekilde örtüşmüştü. Geriye dönüp baktığımızda, bir oyuncak bebeğinkine benzeyen Vidal Sas­soon imzalı saç kesiminden kısa plili etekler, beyaz çoraplar ve rugan ayakkabılarıyla 8 yaşında bir çocuğun okul üniformasını andıran kıyafetlerine; Quant’ın tasarımlarında çok genç bir kızın cinselleştirilmiş bir izdüşümünü görmek bugün bize rahatsız edici geliyor. Ancak belki de 1950’le­rin ağır, kasvetli havasını ancak gençliği ve tazeliği öne çıkaran bu yaklaşım dağıtabilirdi. Bu bakım­dan 1973’te Londra Müzesi’nde açılan ilk retrospektif sergisinde, ziyaretçilerin Quant’ın yarat­tığı değişimi görebilmeleri için 50’lerin kıyafetlerine ayrılmış karanlık bir oda kurulacaktı.

2019’da Victoria ve Albert Müzesi’nde açılan yaşamboyu retrospektif sergisi için ise Qu­ant, halka açık bir çağrı yayımla­mış; kıyafetleri sahiplerinin eski fotoğrafları ve kişisel hikayele­riyle birlikte sergilemişti. Mini eteklerin, dizaltı çizmelerin ve dar süveterlerin henüz “skandal” sayıldığı bir dönemde bu kıyafet­leri giymenin ne demek olduğu­nu anlatan kadınların hikayeleri, Quant devriminin özeti gibiydi.

V&A Müzesi onun ölümünün ardından “Quant’ın modaya katkısını abartmak mümkün değil. O, 1960’ların modasında neşeli bir özgürlüğün temsilcisi olarak genç kadınlar için yeni bir rol model ortaya koydu. Bugünün modası onun öncü vizyonuna çok şey borçlu” derken sonuna kadar haklıydı.