Kasım
sayımız çıktı

Et yemek veya yememek işte bütün mesele bu

Et yememenin tarihi en az yemek kadar eski. Bugün gelişmiş ülkelerde nüfusun %8-10’u et yemiyor. Etyemezlerin tüm dünyadaki toplam sayıları 1.5 milyar civarında. Primatlardan, insansılardan bu yana, et yememenin uygarlıktaki tarihi dört bin yıldan daha fazla. Bugün neredeyse bir yaşam tarzına dönüşen et yememe tercihinin kısa hikayesi. 

Artık eve misafir davet ederken “aranızda et yemeyen var mı?” diye sorulan bir çağdayız. Mangal sefalarına düşkün etseverler tarafından anlaşılamaz bir vazgeçiş olarak görülse de vejetaryenliğin tarihi sanılandan çok eski. Bugün dünyada 1.5 milyar insan dinî eğilimleri, sağlıklarını ve çevreyi koruma amacıyla, bir kısım insan da yeni bir dünya isteğini dile getirmek için politik nedenlerle et yemiyor. 

İnsan hep et yemiştir ama leşleri kovalayarak, kendi avlanarak. İlk atalarımızı inceleyen biliminsanları, evrim sürecinde bedenin %2’si kadar ağırlığa ulaşan beynimizin enerjinin %20 ’sini kullanır durumda olmasını, et tüketimine ile ilişkilendiriyor. 

Taştan kesici aletlerle kemiklerden et sıyıran insanımsı atalarımızın, 2.5 milyon yıldır varolduğu arkeolojik buluntulara dayanarak biliniyor. Ateşin de katkısı ile 1 milyon yıl kadar önce etin iyice tadına varıyoruz. Et yemek evrimsel süreçte beynimizi büyüterek bizi bu noktaya getirmiş olabilir. Ama şimdilerde bu beyin, bazılarımıza et yememe tercihinin hayvan hakları ve çevre koruma açısından politik bir itiraz olduğunu fısıldıyor. Bu fısıltının geçmişi aslında çok da yeni değil. 4000 yıl önce de Antik Mısır’da insanlar et yememe tercihini kullanıyorlardı. Lyon Üniversitesi’nden araştırmacıların 45 mumya üzerinde yaptıkları, MÖ 3500 ve MS 600 yılları arasındaki dönemi kapsayan bir karbon testi, insanların bu uzun dönem boyunca buğday, arpa ve bakliyat ile beslendiklerini, Nil kıyısında oldukları halde balık yemediklerini ortaya çıkartmış. Mısırlılar inek, koç, domuz ve kazı da kutsal saydıklarından, beslenmelerinde bunlara yer vermemişler. Et yememekle de kalmamışlar; deriden yapılan giysilere de olumlu bakmamışlar. 

Pisagor ve Rubens Ressam Peter Paul Rubens, Pisagor’un vejetaryenlik üzerine yazdıklarından esinlenerek “Pisagor Vejetaryenliği Savunuyor” adlı tabloyu yapmıştı (1618-1630). 

İyonyalı ünlü filozof ve matematikçi Pisagor’un (MÖ 570 – MÖ 495) et yememe seçiminde ise tinsel bir bakışaçısı rol oynamış. Tüm yaşayan varlıkların bir ruhu olduğu ve seçimler yapabildiğini, onlara insan gibi davranılması gerektiğini ileri sürüp 20 yaşında et yemekten vazgeçmiş. Biraz ekmekle bal yer, bahçeden otlar toplar ve şaraba da el sürmezmiş. Pisagor’un idealleri Antik Roma’nın kanlı arenalarında kendine yer bulamamış. Bu dönemde aslanlara yem olmamak için sessiz kalan Pisagorcular 3. ve 6. yüzyıllarda Neo-Platoncu felsefe sayesinde tekrardan seslerini duyurmaya başlamışlar. Plutarkos, 16 ciltlik Moralia adlı eserinde “Et Yeme Üzerine Denemeler”ini, Porfirius, Hayvani Gıdalardan Kaçınmak isimli eserini yazmış; sıkı bir etyemez olan Apollonius ise tahıl üzerindeki kasti sınırlamalardan yüksek sesle, uluorta şikayete koyulmuş. Aristoteles, Ovidius, Seneca ile devam eden “Pisagorcu diyet” arada unutulmuş. 

Erken Rönesans döneminde salgın hastalıklar tarımsal üretimi çok azaltınca kıtlık başgöstermiş ve et bu dönemde yalnızca varsıl insanların sofrasında yer bulan bir yiyecek olmuş. Aç kalınca eski felsefeler yardıma çağırılmış ve Pisagorcu diyet yeniden sahneye çıkmış. Rönesans İtalya’sının zengin sofralarındaki aşırılık kiliseden tepkiler almış. Leonardo Da Vinci (1452- 1519), hayvanların acımasızca katledilmesinden tiksindiğini söyleyerek açık bir şekilde eti reddetmiş. Aydınlanma döneminde Erasmus, Thomas More ve Montaigne et yemekten vazgeçmeseler de sürek avlarını, kanlı sporları eleştirmiş ve hayvan haklarından bahsetmişler. 

Gandhi etkisi 
Vejetaryenliğin yakın tarihinde Mahatma Gandhi’nin etkisi çok büyük. Bugün Hindistan nüfusunun %42’si et yemiyor. 

Vejetaryenlik tarihinde Mahatma Gandhi’nin bu konuda çok yazı yazmış olduğunu ve bir “jaina” olan annesinin inancından etkilendiğini de söyleyelim. Bugün Hindistan nüfusunun %42’si et yemiyor. 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan gıda kıtlığı nedeniyle “Zafer için Kaz!” sloganı ile bahçelerde meyve-sebze yetiştiren İngilizlerin savaş döneminden epey sağlıklı çıktıkları gözlemlenmiş. Bu dönemde vejetaryenlere özel karnelerle et yerine kuruyemiş, yumurta ve peynir dağıtılmış (Savaş bittiğinde İngiltere’de yaşayan 100.000 vejetaryenin sayısı günümüzde iki milyona yaklaşmıştır). 

Bugünkü endüstriyel et besiciliği hakkında rahatsız edici gerçekler, ilk defa 1950’lerde tartışılmaya başlanmış. 1960’larda “Çiçek Çocukları”nın Doğu kültürlerinin barışçıl değerlerini Batı’ya taşımaları ile birlikte hayvan haklarına yönelik akademik ilgi ve araştırmalar da artmış; vejetaryenlik 1960’ların alternatif kültür çıkışlarına uygun bir ilgi ile palazlanmış. Peter Singer’in 1975’te yayınladığı Hayvanlara Özgürlük kitabı, endüstriyel besicilik ve hayvanların deneylerde kullanılmasına karşı önemli bir harekete başlatmış. 

1980’lerden itibaren de çevre ve sağlık üzerindeki etkileri nedeni ile vejetaryenlik dünya kaynaklarının korunması ve daha akılcı kullanımı anlamında akım olarak kuvvet kazanmış. Özellikle deli dana hastalığı, lysteria ve salmonella gibi hastalıkların da gündeme gelmesi ve olumsuz sağlık etkileri nedeniyle, et yemenin gerekliliği üzerinde şimdilerde epey tartışmalar kopuyor. 

Bugün gelişmiş birçok ülkede, nüfusun %8-10’u et yemiyor. Türkiye Vegan ve Vejetaryenler Derneği 2013’te kurulmuş. Ülkemizdeki vejetaryenlerin sayısı bilinmiyor. Ama Anadolu mutfağımız etyemezleri ve veganları mutlu edecek binlerce tarif ile dolu. Ispanaklı içli köfte, fellah köftesi, kısır, mercimek köftesi ve bir dizi güzel çorbamız, bakliyat yemeklerimiz var. Yaşasın. 

 Yerli formüller Anadolu mutfağı, etyemezleri ve veganları mutlu edecek binlerce tarifle dolu. Kısır ve mücver bunların başında geliyor.