16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar süren kutuplaşmaların öncekilerden farkı, devletle farklı kesimlerin karşı karşıya gelmesiydi. Bunların dışında ordu içi güç mücadelesi ve dini görüş ayrılıkları da kutuplaşmalara sebep olmuştu.
16. yüzyılın ikinci yarısında eyaletlerde merkezi otoritenin zayıflaması, uzayan savaşlar sebebiyle asayişi sağlayacak yeterli kuvvetin kalmaması üzerine, Celalîlik adı verilen isyan hareketleri ve sayıları on binlerle ifade edilen eşkıya çeteleri ortaya çıkmıştı.
1596-1610 arası Celalîler yüzünden halkın can ve mal emniyeti kalmamıştı. 1608’de Kuyucu Murad Paşa büyük bir orduyla Celalîler üzerine gönderildi. Murad Paşa üç yılda 65 bin eşkıyayı ve işbirlikçilerini öldürttü. Murad Paşa’dan sonra 17. yüzyılda Varvar Ali Paşa, Kara Haydar, Katırcıoğlu, Abaza Hasan Paşa, Abdünnebi isyanları çıktı. İstanbul üzerine yürüyen Abdünnebi Üsküdar’a kadar gelip “Anadolu bizim, Rumeli sizin olsun!” diyecek kadar işi ileri götürmüştü. Bu isyanlar Köprülü Mehmed Paşa tarafından zorlukla bastırılabilmiştir.
Bu eşkıyalık hareketi, toprak düzeninin bozulmasına, nüfusun yer değiştirmesine, şehir ve kasabaların harap olmasına, can ve mal emniyetinin kalmamasına sebep olmuş, mevcut düzeni temelinden sarsarak Anadolu’da “Celalî Fetreti” adı verilen bir dönemin yaşanmasına yol açmıştı.
Yeniçeri – Sipahi kavgası
Kapıkulu askerlerinin piyade sınıfı yeniçeriler, süvari sınıfı sipahilerden oluşmaktaydı. İki kapıkulu sınıfı arasında rekabet ve mücadele eksik olmazdı. Bu mücadelenin büyük ve kanlı bir kavgaya dönüştüğü ilk tarih olan 1582’de III. Murad’ın oğlu Şehzade Mehmed’in sünnet töreninin kırkıncı günü, İstanbul Subaşısı yanındaki yeniçerilerle, yakışıksız hareketlerini gördüğü sipahileri cezalandırmaya kalkışınca ortalık karışmıştı. Padişahın huzurunda, sünnet düğünü devam ederken Atmeydanı bir anda savaş meydanına döndü. İki sipahi öldürüldü.
1595’teki sipahi isyanını yeniçeriler bastırdı ve 300 kadar sipahi öldürüldü. 1603’te ise Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa ile iktidar mücadelesine giren Sadaret Kaymakamı Mahmud Paşa, kendi safına çektiği sipahileri Hasan Paşa’ya karşı tahrik etmiş, Hasan Paşa da yeniçerilere sığınmıştı. Padişahtan emir çıkınca, yeniçeriler sipahi karargâhlarını basıp ileri gelenlerini idam ettiler.
1648’teki isyanda sipahilerin karşısında yine yeniçeriler vardı. Sultanahmet bir kez daha savaş alanına döndü. Ateşli silahların kullanıldığı çarpışmadan Sultanahmet Camii de etkilenmiş, tüfek atışları kapı ve pencerelerine büyük hasar vermişti. Bu kavga sipahilere pahalıya mal olmuş, öldürülen iki yüzden fazlası cenaze namazları bile kılınmadan denize atılmıştı.
Sipahiler 1657’de yine başkaldırınca Köprülü Mehmed Paşa kendi ıslahatlarına karşı ayaklanan sipahilerin barındıkları Yenicami Hanı ve Elçi Hanı’nı basıp ele geçirilen sipahi ağalarını Sultanahmet Meydanı’nda idam ettirdi. Sipahiler, bu olaydan sonra etkilerini kaybedip baş kaldıramaz hale geldi.
Kadızadeliler ve Sivasîler
İstanbul halkı 1630-1656 yılları arasında Kadızadeli-Sivasî mücadelesi diye anılan dini temelli bir kavgaya sürüklenmişti. Taraflardan biri olan medreseli ulema cephesine Kadızade Mehmed Efendi adlı vaizin önayak olmasından dolayı yandaşlarına “Kadızadeliler” denmiştir. Kadızade, devletin kötü durumunu, dinden uzaklaşıp bidatlerin (Peygamberden sonra dine sokulan şeyler) çoğalmasına bağlamış, bidatlerin yayılmasından sorumlu tuttuğu tarikatlara düşmanca tavır almıştır.
Kadızade’nin tarikatlara saldırması, bu çevrelerde ona karşı muhalefeti doğurmuştu. Kendisine karşı muhalefetin lideri, İstanbul’daki Halveti şeyhlerinden Abdülmecid Sivasî idi. Bu yüzden karşı cephe, “Sivasîler” olarak anılmıştır.
Kadızade 1635, Sivasî 1639’da ölse de taraftarları arasında düşmanlık sürmüştür. İstanbul halkı, Kadızadeliler ve Sivasîler diye ikiye bölünmüş, birbirlerinin camisine gitmez selamını almaz olmuşlardı.
Kadızadelilerin sonunu, çıkardıkları bir olay getirdi. 22 Eylül 1656’da Fatih Camii’nde kılınan Cuma namazında, müezzinler bir ağızdan nağme ile peygambere salavat getirince Kadızadeliler bunun bidat olduğunu söyleyerek müezzinlerin üzerine yürüdü ve dışarıda da süren büyük bir kavga çıktı. Kadızadeliler taraftarlarına silahlanıp toplanma çağrısı yaptı. Niyetleri bütün tekkeleri yık- mak, dervişleri iman tazelemeye davet edip kabul etmeyenleri öldürmek, selatin camilerinde tek minare bırakıp diğerlerini yıkmak, bütün bidatleri kaldırıp dini arındırmaktı. Köprülü, durumu padişaha arz etti. Halk arasında nifak çıkarmaktan dolayı Kadızadelilerin önde gelenlerinin katledilmesine irade çıktıysa da Köprülü bu emri yumuşatıp sürgün edilmeleriyle yetinilmesini sağladı.
Ayan-Devlet çatışması
Ayan, 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nin vilayet ve kazalarında ahali ile merkezi hükümet arasındaki işlerde aracılık yapan ve halk tarafından seçilen kişilere denirdi. 18. yüzyılın sonlarında ayanlar, idari işleri takip etmenin yanı sıra padişah ve vezirlere ait toprakların gelirlerini toplamak, vergi toplamak gibi yollarla halk üzerindeki nüfuzlarını ve kudretlerini de artırmıştı. Avusturya ve Rusya ile girilen savaşlarda ayanların yaptıkları asker ve para yardımı sebebiyle devlet de onların bulundukları bölgedeki keyfi hareketlerini görmezden gelmişti. Merkezi otoritenin zaafları yüzünden devlet içinde devlet gibi hareket etmeye başlayan ayanlar menfaatlerine dokunulduğunda devlete isyana da başladılar. II. Mahmud tahta geçip yerini sağlamlaştırdıktan sonra ayanlarla zorlu bir mücadeleye girişti ve isyan halinde olanların üzerine ordu göndererek veya birbirlerine düşürerek merkezi otoriteyi hakim kılmayı başardı. Asi ayanlar idam edilerek malları müsadere edildi. Devlete karşı itaatkar olanlara dokunulmamış, ölmeleri beklenmiş, öldükten sonra yerlerine oğulları veya başka ayan tayin edilmeyerek ayanlık müessesesine son verilmiştir.