Yazar Minawi’ye göre Osmanlılar son dönemlerinde kendilerini küresel bir emperyal devlet olarak yeniden yaratmaya çalıştı. “Osmanlılar ve Afrika Talanı” Afrika ve Hicaz’daki bu son imparatorluk mücadelesine odaklanıyor.
Almanya’nın başkentinde 1884-85’te yapılan Berlin Konferansı, Osmanlı temsilcilerinin de katıldığı, bütün imparatorlukları biraraya getiren, Afrika’daki büyük kapışmanın su yüzüne çıktığı bir uluslararası toplantıydı. Paylaşmak üzere Afrika’ya hücum eden Batılı güçler, İngilizce “Scramble for Africa”, Fransızca “Ruée sur l’Afrique” denilen, bu kitapta “Afrika Talanı” olarak Türçeleştirilen bir dönemi başlattılar. 1. Dünya Savaşı’na gelindiğinde, kıtanın neredeyse tamamı sömürgeleşmişti.
Afrika’da 16. yüzyıl başından beri kendisine bağlı toprakları bulunan, kıtadaki Müslüman sultanlıklarla himaye ilişkisi kurmuş olan Osmanlı İmparatorluğu, Afrika Talanı döneminde ne yapmıştı? Mustafa Minawi, bu kitapta, Osmanlı devletinin II. Abdülhamid döneminde (1878-1909) kıta üzerindeki iddialarını sürdürdüğünü, Batılı devletlerle dönemin diline uygun bir diplomasi mücadelesi verdiğini, kıtada kendisine stratejik ortaklar edindiğini, onların aracılığıyla gerek Trablusgarp ve Bingazi’de, gerekse kendi “nüfuz alanı” olarak tanımladığı (nüfuz alanı Berlin Konferansı’nda ortaya çıkmış bir terimdi) Sahra altı Afrikası’nda dönemin diğer emperyal devletleri gibi mücadele ettiğini anlatıyor. Yazar, bu son mücadelede Osmanlı devletinin küresel bir proje olarak kendisini yeniden icat ettiğini, gerek Afrika’da gerekse Arabistan’ın güney sınırlarında bilinçli bir emperyalizm politikası uyguladığını öne sürüyor.
Kitabın ilk bölümü bugünkü Libya’da (Trablusgarp ve Bingazi) II. Abdülhamid döneminde Senûsîlerle Osmanlılar arasındaki işbirliğine odaklanıyor. Gerek Libya’da gerekse güney Sahra’da yaygın olan Senûsîye tarikatı, hem batıda Cezayir ve Tunus’u ele geçiren Fransız sömürgecilere karşı, gerekse Sudan’da ortaya çıkan Mehdi devletine karşı mücadele etmiş, Afrikalı Müslümanların en etkili hareketlerinden biriydi. Kitabın ikinci bölümü ise, yine emperyal bir proje olarak II. Abdülhamid döneminde döşenen Hicaz telgraf hattı projesini ele alıyor. Burada amaç, imparatorlukta kıtalararası iletişimi sağlamaktı. İmparatorluğun kendi imkânlarıyla döşemeye karar verdiği bu telgraf hattı da, tıpkı Hicaz demiryolu gibi, Mekke emirinin engellemeleriyle karşılaştı.
Kitabın bir başka ilginç yönü ise, birkaç yüzyıl boyunca Osmanlı seçkin ailelerinden biri olan Şamlı Azmzade ailesinin önemli bireyi Sadık el-Müeyyed Azmzade’nin yetenekli bir imparatorluk diplomatı ve memuru olarak Afrika ve Hicaz’da gösterdiği çabaları vurgulaması. Bu bölgelerde yaşadıklarını anlatan anıları Latin harflerine çevrilerek yayınlanmış olan Azmzade, ciddi bir biyografiyi hak ediyor.