Avrupa Birliği’ndeki Brexit çatlağı, ülkemizdeki iktidar sahipleri ve yandaşlarını pek memnun etti. Türkiye’de ne vakit bir olumsuzluk artık üstü örtülemeyecek bir vaziyete gelse, “canım Avrupa’ya baksana, orası da berbat” laflarını zaten sıklıkla duyuyorduk. Yani yat-kalk dua et, hâline şükret. Ülkenin doğusunda bütün şiddetiyle sıcak savaş yaşanıyor, ekonomi-turizm komada, bütün komşularımızla kavgalıyız, imza-tweet atan bile doğru hapse gidiyor, gazeteler-gazetecilik bitirilmiş, eğitim-öğretim dibe gitmiş ama, “n’olucak bu Avrupa’nın hâli arkadaş?”
Kendi problemlerini başkalarının sıkıntılarıyla hafifletmek, hatta yoksaymak; içe kapanma ve böbürlenmenin klasik stratejilerinden biridir. Her türlü muhalefeti sulandırmak, etkisizleştirmek için de gayet faydalıdır. Tarihte de Avrupa’nın herhangi bir alanda “kötü duruma düşmesi” devletimiz tarafından genellikle sevinçle karşılanmış, böylelikle ülke içinde yükselen “çatlak sesler” de daha az duyulur olmuştur.
Aynı paralelde, ABD ve Avrupa’da yükselen ırkçılık, milliyetçilik, ayrımcılık da, bizdeki benzeri ideolojik makamlar tarafından aslında sevinçle karşılanıyor. Böylelikle en çok ihtiyaç duydukları, kendi varoluşlarının olmazsa olmazı “reaksiyon” için maddi ve düşünsel zemin sağlanıyor, sağlamlaşıyor. Modern Haçlılara karşı neo Osmanlılar! Ve tabii en önemli yan kazançlardan biri olarak, kutuplaşmanın sürekli tahrik edilmesi: “Arada kalan ezilir, safını belirle kardeşim!”
Ülke olarak neredeyse hayatın bütün alanlarında yaygın bir üretimsizlik içerisindeyiz. Buna tabii düşünsel, kültürel, entelektüel üretim de dahil.
Peki inşaat-menfaat-nefret üçgeninde birbirini kazıklayarak hayata devam eden cahil ve tembel insanların tarihten herhangi bir ders çıkarması mümkün olabilir mi? Hadi çıkarmak istedik diyelim; neye, nereye bakacağız? Türk-Osmanlı-İslâm tarihi üzerine yazılmış kitapların, yapılmış bilimsel çalışmaların ezici çoğunluğu da, yüksek kalitede olanları da Batı’da. Yani bu “Haçlılar” öteden beri bizi bizden daha iyi tanıyor, adeta tarihimizi elimizden alıyor. Bize de sadece onlara karşı “tutum almak” kalıyor.
Bir de Ayasofya’yı çok beğenmişiz ve onu cami yaptığımız gibi, kendi camilerimiz için de model olarak almışız.