Osmanlılara matbaa erken geldi ama Yahudi, Ermeni ve Rumlar kendi dillerinde kitap basabilirken Müslümanlar 280 yıl matbaadan uzak bırakıldı. 400 yıl Kur’an basımına fetva verilmeyince Bakanlar Kurulu kararıyla basılabildi. Gramofon ise 1887’deki icadından hemen sonra İstanbul’da yaygınlaşmış, ama “Kuran plakları”nın caiz sayılması için 1927’yi beklemek gerekmişti. Ulemanın teknolojiye karşı umutsuz mücadelesi…
Günümüzde “Kuran’ın matbaada basılması caiz değildir, hattatların eliyle yazılmalıdır” diyen aklı başında bir din adamı çıkabilir mi? Bugün için mümkün görülmeyen bu önerme, Osmanlı döneminde 400 küsur yıl geçerli oldu.
Matbaa, Osmanlı Devleti’ne Gutenberg’in 1447 yılındaki icadından kısa bir süre sonra geldi. Rum, Ermeni ve Yahudiler açtıkları matbaalarda kendi dillerinde çeşitli kitaplar bastılar. 280 yıl matbaanın nimetlerinden yararlanamayan Müslüman toplumunun, Arap harfleri ile kitap basmasına yönelik fetva ancak 1727 yılında verilebildi. O tarihte de ancak dinî olmayan kitapların basılması şartıyla izin alınabilmişti. İslâm’ın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim, 1874’e kadar fetva çıkmadığı için İstanbul’da basılamadı. İzinsiz basılan Kuran’lar toplatıldı. Buna rağmen Kazan Müslümanları fetvayı beklemeden 1801’de Kuran’ı basmışlardı. Ardından Hindistan, Mısır Müslümanları da matbu Kuran’lara sahip oldular. İstanbul’da ulema hâlâ fetva vermiyordu. Sonunda 1874’te Bakanlar Kurulu kararıyla matbaada basılmasına izin çıktı.
Gramofon plaklarına Kuran – Ezan gibi dini unsurların doldurulmasını yasaklayan Meclis-i Vükela Mazbatası.
Matbaanın icadından 427 yıl geçmesine rağmen ulemanın Kuran basımına fetva vermemesinin sebebi, harfler kâğıda baskı yoluyla aktarılırken kitaba saygısızlık yapıldığı zannı idi. Sürekli dillendirilen sosyal ve ekonomik gerekçeler ile konuyu tevil etmek mümkün olsa da gerçekçi değil. Cevdet Paşa Tezakir’inde bu durumu “yazma Kuran’lar ciltlenirken mengeneye sıkıştırılıp muşta ile dövülmesi caiz görülürdü ama baskı makinesindeki işleme hürmetsizlik gözüyle bakılırdı” diye anlatır. Teferruat ile meşgul olup asıl olan yararın gözden kaçırılması bu basiretsizlik yüzünden olmuştur.
Ulemanın böylesine cahilce ayak diremesinin önü alınmışken, o yıllarda ortaya çıkan bir icat yüzünden aynı basiretsizlik yeniden gündeme geldi. Edison’un 1877’de fonografı, Emil Berliner’in 1887’de gramofonu icadıyla, bu aletler Osmanlı toplumunda da hızla yayıldı. “Konuşan makine” diye adlandırılan bu cihazlar, toplumun olağanüstü düzeyde ilgisini çekti. İstanbul’a 1885- 1890 arasında geldiği tahmin edilen fonografların “kovan” adı verilen plaklarına doldurulan şarkı, türkü, gazel, nutuk çeşitleri ücret karşılığı meraklı kitlelere dinletiliyordu.
Lyrophon Record şirketinin plak kataloğunda da dini içerikli plaklar bulunmaktadır.
Osmanlı meyhane ve kahvehaneleri, günümüzdeki meslektaşlarının şifreli yayın kanallarına kayıtsız kalamadıkları gibi, gramofona da kayıtsız kalamadılar. Müşteri çekmek için iyi bir yöntem olduğu tespit edildi. Her kahve ve meyhanenin belli bir müzik tarzı oluştu. Gramofon ve fonograf şirketleri pazar araştırmalarında Kuran, ilahi, kaside okunmuş plak ve kovanların da satışlarının yüksek olacağını hesaplamışlardı. Bunların da piyasaya girmesi ile mutaassıp kitle, dinî içerikli plakların kahvehane, meyhane gibi süfli yerlerde çalınmasından İslâm’ın hakarete uğrayacağı endişesine kapıldılar.
Toplumdaki ilgiye paralel olarak yayımlanan ilk kitap, 1886-87’de Ahmet Rasim Bey tarafından Fransızcadan çevrilen ve çeşitli eklerle zenginleştirilen bir kitaptı: Bedayi-i Keşfiyat ve İhtiraat-ı Beşeriyeden Fonograf. Kasım 1889’da Ali Mazhar Bey eğlenceli bir üslupla Fonograf risalesini yazdı. Sultan II. Abdülhamid de, devrindeki yeniliklere gayet meraklıydı. The Illustrated London News gazetesinin 14 Temmuz 1888 tarihli sayısında fonograf ve Edison’a dair çıkan haberin Rusya’da yayınlanan metni, saray mütercimi Ahmed Nermi Efendi tarafından çevrilerek 2 Eylül 1888’de Sultan Abdülhamid’e sunuldu. Bu tarihlerde Sultan Abdülhamid için fonograf siparişi var mıdır tespit edemedik ama, 1895’te Amerika’ya gramofon sipariş edildiğini biliyoruz.
Ne var ki bu tarihlerde gramofunun Osmanlı Devleti’nde üretimine izin verilmediğini de bir Meclis-i Vükela (Bakanlar Kurulu) kararından anlıyoruz. 1894 yılında Telgraf ve Posta Nezareti Fen Müşaviri Raif Bey, Mercan’da kurduğu elektrik fabrikasına ithal ettiği bazı cihazlar için gümrük vergisinden muafiyet talebinde bulunur. Meclis-i Vükela’dan, “telefon ve fonograf gibi yasak olan şeylerin üretilmeyeceği hakkında alınacak teminattan sonra duruma bakılacağı” kararı çıkar [MV. 82/4].
Kısa bir müddet sonra yasak kalkar ve Osmanlı kentlerinde gramofon ve plak mağazaları birbiri ardına boy göstermeye, gazete ve dergilerde reklamlar yayımlanmaya başlar. Tabii ilgi ve plak çeşitliliğinin artması, Abdülhamid’in kontrolü elden kaçırmak istemeyen yönetim tarzını tehdit edebilecek içeriklere de yol açabilirdi. Nitekim uygunsuz bulunduğu belirtilen bazı nutuk, taklit ve gülünç monologların, saray açısından endişe yarattığı görülmektedir. Üstelik bazı yabancılar da ellerinde fonograflarla Anadolu’da gezmeye başlamışlardır. Bunların gerçek amacı hakkında her zaman kuşkulu olan devlet, takibi elden bırakmaz. 1899’da Bulgaristanlı Dimitri Popof fonograf dinleterek gezerken Antep’te tutuklanmış ve Maraş’a gönderilerek hapsedilmiştir. Bulgaristan’ın İstanbul’daki kapı kethüdalığının talebi üzerine serbest bırakılır [DH.MKT. 2267/96].
Osmanlı mahalle düzeninde sosyalleşme eğilimlerinin gereği olarak camilerin yakınında kahvehaneler bulunurdu. Gramofonun yaygınlaşmasından sonra kahve cemaati ile cami cemaati sıklıkla karşı karşıya gelir oldu. Cami cemaati adına yapılan şikâyetlerde gramofonun sesinden rahatsızlık belirtilir, bazen de asılsız iddialar ile zaptiye meşgul edilirdi.
2. Abdülhamid Kuran ve Ezan doldurulan plakların İslamiyete saygısızlık olduğunu belirtip yasaklanmaları için düzenleme yapılmasını emrediyor.
1907’de Galata’da Sultan Bayezid Camii yanında bulunan Hüseyin’in kahvehanesiyle Perukâr (Berber) Kiryako’nun dükkânlarında çalgı çalınıp eğlence düzenlendiğinden cemaatin şikâyetçi olduğu iddia edilir. Durumu tahkik eden Beyoğlu Mutasarrıflığı bahsedilen yerlerde çalgı çalınıp eğlence düzenlenmediğini, sadece gramofon çalındığını, namazlardan yarım saat önce saygı gereği gramofon çalınmasına mola verildiğini, cemaatin şikâyet edeceği bir durum olmadığını bizzat cami imamının ifadeleriyle Zaptiye Nezareti’ne bildirir [ZB 73/12].
Medrese talebeleri de gramofon karşıtı cephede yer alırlar. 1907’de Vezneciler’de Kuyucu Murad Paşa Medresesi öğrencileri, karşılarındaki Camcı Ali Camii yanında bulunan kahvehanede gece gündüz çalınan gramofondan rahatsız olduklarını Şeyhülislamlığa bildirirler. Ders çalışmalarına engel olduğu gibi medresede bulunan ve henüz iyiyi kötüyü ayırmaya kudreti olmayan yeni öğrencilerin ahlakına kötü tesir edeceği iddiasındadırlar [ZB. 42/3].
Bu tartışmaların silahla yaralamaya kadar varanına da rastlanır. 1. Dünya Savaşı’nın henüz başlarında, Kırklareli’nde Kalkandelen muhacirlerinden kahveci Sabri, yatsı ezanı okunduğu sırada kahvesinde gramofon çalınmasını engelleyen Polis Komiseri Eyüp Efendi’yi taşıdığı Karadağ taklidi revolver ile ağır şekilde yaralar. Gramofon yüzünden çıkan tartışmada silahla yaralamanın belki de ilk örneği bu olaydır [DH.EUM.EMN. 71/8].
Toplum düzeninde dikkati çekici bir hareketliliğe sebep olan gramofonlara yönelik bireysel ihbarlar bu zamanda giderek artar. Bilhassa dinî içerikli plakların meyhane, kahvehane gibi yerlerde çalınması ihtimali sıklıkla dile getirilir. Enderunlu Kulçalı Aziz, Gramofona Reddiye risalesini kaleme alır. Bunların ortak görüşü gramofonun aslında eğlence için icat edildiği, bir eğlence aracında da dinî içerikli plakların çalınmasının günah olduğu doğrultusundadır. Kahve, meyhane gibi yerlerde “Kuran plakları” çalındığına dair hiç kayda rastlamıyoruz ama, camide gramofon çalındı ihbarıyla ortaya çıkan bir gerçeğe çok şaşırıyoruz; 1911’de İngiliz idaresi altındaki Kıbrıs’ın Tuzla kasabasında ahaliden bazıları “camide gramofon çaldılar” diye galeyana gelip müftülüğe şikâyet ederler. İnceleme sonucu görülür ki, birkaç kişi “kahvede Kuran dinlemek günah olur” düşüncesiyle kahvenin gramofonunu camiye getirmişler ve “Kuran plakları”nı orada dinlemişler. Bu saygılı tavırlarına rağmen Kıbrıs Müftüsü Ziyaeddin Efendi, gramofondan Kuran dinlemenin caiz olmadığına dair fetva vermiştir.
Muhbirlerin giderek artan ihbarlarıyla en sonunda durum Sultan Abdülhamid’e aksettirilmiş, o da duruma el koymuştur. Kuran gibi mukaddesatın korunması gereken en önemli unsurun plaklara kaydedilmesinden duyduğu üzüntüyü Sadarete gönderdiği tezkire-i hususiye ile bildirerek hükümetin bu gibi uygunsuz işleri yasaklayacak düzenlemeleri yapmasını ister. Bakanlar Kurulu hemen toplanır ve düzenledikleri mazbatada gerekçelerini sıralarlar. Şeyh Said el-Minalavi namında biri tarafından Mısır’da doldurulmuş gramofon plaklarında, Taha ve İbrahim surelerinin okunduğu görülmüştür. Bu eylem her Müslümana farz-ı ayn olan Kuran’a hürmet kaidesiyle uygun düşmemektedir. Böylelikle Kuran doldurulmuş plakların satılmamasına, hiçbir yerde çalınmamasına, satıldığı görülürse müsadere edilerek satıcıların cezalandırılmasına, Dâhiliye Nezareti tarafından daha önce Zaptiye Nezareti, Şehremaneti ve Rüsumat Emaneti’ne bu konuda gönderilen tebligatın tekidine, Kahire veya bir başka yerde üretim ve kullanılmasının yasaklanmasına dair Mısır Hidivliği’ne tavsiyede bulunulmasına karar verilir.
Makbul Muhbir vatandaş mektubu
Düyun-ı Umumiye memurlarından Mehmed Osman üst perdeden bir edayla gramofon hakkında kendine göre uygunsuz bulduğu hususları ihbar ediyor. Önceki sayfada resmi olan kataloğu mektubuna eklemiştir. Bu ihbar ciddiye alınarak mağazalardaki denetimler sıklaştırılmıştır.
Sadrazam Mehmed Ferid, Şeyhülislam Cemaleddin, Adliye Nazırı Abdurrahman Nureddin ve diğer kabine üyelerinin imzalarıyla 13 Haziran’da alınan bu karar, aynı gün padişaha sunulmuş ve ertesi günü 14 Haziran 1906’da iradesi çıkarak kanunlaşmıştır [İ.DH. 1446/2]. Aslında bu kanundan önce de yasaklama en azından bazı bölgelerde yürürlükteydi. 1904’te Bingazi’de Saatçi Hüseyin namına İtalya’dan gelen gramofon plaklarının birinde ezan diğerinde Sudan lisanı üzere kelime-i tevhid bulunduğu tespit edildiğinde, bu plakların kullanılamayacak derecede sildirildikten sonra sahibine iade edilmesi emredilmişti [DH.MKT. 859/37].
İradenin çıkmasından bir ay sonra kartpostal ebadındaki beyaz kâğıtlara da ses kaydedildiği, postanelerde bunların mahiyeti anlaşılamayıp boş kâğıt zannedildiğinden her türlü muhaberatta kullanılabileceği ihbar edilince, “sonorin” veya “fonopostal” adı verilen bu kartlar da yasaklanır. Gramofon plaklarına ulemanın muhalefeti, “mukaddesat” öne çıkarılarak denetim altına alınması talebi, Sultan Abdülhamid’in güvenlik kaygılarıyla arttırmak istediği denetimi rahatça yapmasına vesile olmuştur. Böylelikle ithal edilen plaklar gümrüklerde daha titizlikle incelenir, dükkân ve mağazalar daha sık tahkikata konu olur.
Meşrutiyet’in yeniden ilanından sonraki yılların serbestlik ortamında gramofon piyasasında bir patlama yaşanır. Her çeşit müzik yanında “Kuran plakları” da yeniden boy gösterir. Ne var ki Abdülhamid saltanatta olmasa da iradesi/kanunu halen yürürlüktedir ve o doğrultuda yasaklama, plak toplatma tüm hızıyla devam eder.
Bu arada gramofon üzerindeki spekülatif ve geçimsiz politikalarımız sürerken ilginç bir gelişme yaşanır. Batı dünyası gramofonu bilimsel çalışmalarda kullanmaya başlamıştır ama, biz bunun farkına varamadan konunun sadece asayiş ve vergi meselesi tarafından bakarız. Aralık 1908’de Avusturya-Macaristan Devleti tebaasından Jul Sebat, Osmanlı Devleti’nde bulunan Yahudilerin lisanı ile İspanyolca arasındaki farkı tetkik maksadıyla Musevilerin bulunduğu şehirlere seyahat izni alır. Dönüşünde yine beraberinde götürmek şartıyla üç sandık gramofon, levha ve diğer malzemelerinden gümrük vergisi alınmaması Avusturya-Macaristan Büyükelçiliği tarafından talep edilmiş bu talep uygun görülerek araştırmacının beraberindeki malzemenin gümrük vergisinden muafiyeti karara bağlanmıştır [BEO 3459/259357].
Matbaada Kuran basılmasına dört asır boyunca fetva vermediği halde, sonunda emrivakiyi kabul etmek zorunda kalan ulema, gramofonda bu kadar katı davranamadı. Cumhuriyet devrinin başlaması da bunda etkili oldu tabii.
1927’de Diyanet İşleri Müşavere azasından Seyyid Taha, yayınladığı risale ile “gramofonda Kuran dinlemek caizdir” dedi. Aynı tarihte Ahmed Hamdi Akseki de ne caiz ne günah diyebildiği bir risale yazmıştı ama onu yayınlamadı. Bu risale ilk defa ölümünden sonra 1951’de Sebilürreşad dergisinde yayınlanacaktır. Bu tartışmaların sürdüğü Osmanlı yıllarında radyo ve televizyonun hayali bile söz konusu değildi. Cumhuriyet sonrasında televizyon radyo tekelinin kalktığı yakın zamanlara kadar mutaassıp ulema gramofona verilen fetvaların aynıyla, radyo ve televizyondan Kuran yayını yapılmasını günah buluyordu. Hatta mikrofondan okunan ezan dahi tartışmalara sebep olmuştur.
Özel yayıncılığın başlaması ile ülkemizdeki cemaat, tarikat yapıları kendi televizyon ve radyo kanallarını kurdular. Son yıllarda Ramazan ayında neredeyse her kanalda iftar ve sahur programları, Kuran mukabeleleri yapılmaktadır. İnternet ortamında tamamen dinî içerikli yüzlerce site mevcuttur. Bütün bu faaliyetlerden fazlasıyla memnun İslâmi kitleye yüz yıl önceki İslâm önderlerinin yasaklayıcı sözlerini hatırlatmaya kalkanlar hiç de hoş karşılanmayacaktır. Mecelle’nin meşhur kaidesiyle bitirelim: “Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” (Zamanların değişmesi ile hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz).
Muhbir memurun mektubu
Halkın taassup, damarını tahrik ediyorlar amirim!
“Dahiliye Nezareti’ne
Sultanhamamı’nda Kozmos Ticarethanesi’nde satılan gramofon plakları arasında ezan, salât-ı şerife ve mersiye okunmuş olanları tesadüfen gözüme çarptı. Diyanete mugayir şu münasebetsizlik, gayret-i diniyyemi tahrik etmiş ve ticarethaneden satılan plakların kataloğunu almıştım. Onuncu sayfasında Mersiyehan Şevket Bey’in doldurduğu plakların, dinlediğim plaklar olduğunu teessürle anladım. Bu plakları doldurtan da Sirkeci Caddesi’nde gramofon ticarethanesi sahibi Ahmed Şükrü Bey’dir. Gramofonlar artık kolayca satın alınabildiğinden insanların toplandığı adi kahvehane ve meyhaneler ile bunlardan daha münasebetsiz bir takım yerlerde dinlenmektedir. Bilhassa ezan ve salât-ı şerife dolu plakların kazara böyle düşük ahlaklı insanların toplandığı yerlerde gramofonlarla çalınması şer’an caiz değildir. Halkın taassup damarını ve galeyanını dahi tahrik edecek hareketlerdendir. Böyle dinî şeylerin plaklara okunmasının, halkı heyecanlandırıp kızdırmak için bir takım din ve millet düşmanları tarafından yapılmış olması da muhtemeldir. Saltanat-ı Osmaniye’nin siyaset ve diyanetine uygun olmayan bu gibi plakların her nerede bulunursa müsadere ve imhası ile Avrupa’dan gelecek buna benzer plakların ithalatının yasaklanmasını rica ederim.
14 Haziran 1328 [27 Haziran 1912]
Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye Memurlarından
Mehmed Osman”