Katolik dünyasının en üst mercileriyle açıktan açığa dalga geçti. Sadece vebayı kandıramadı.
Osmanlı casusları içinde en ilginç hikayeye sahip olan, kendini Languedoc’tan bir asilzade olarak tanıtan Baron de la Fage’dır. İngilizlere de casusluk yapan bu dalaverici mühtedi, tekrar Hristiyan olacağını iddia ederek İtalya’ya gitmiş; önce Floransa’da Toskana grandükasını ve Fransa elçisini dolandırmış; sonra Roma’ya geçerek Papa ve kardinallerini üst düzey birçok Osmanlı mühtedisinin tekrar Hıristiyan olmaya ve Osmanlılar’a ihanet etmeye hazır olduğuna ikna etmeyi başarmıştır.
Başarısından küstahça bir mutluluk duymaktadır; İstanbul’a döndüğünde Papa’nın emriyle Kardinal Lucio Sanseverino’nun bizzat imzalayarak kendisine verdiği berat ve salukonduğu göstererek, Katolik dünyasının en üst mercileriyle açıktan açığa dalga geçmekten geri durmayacaktır.
Roma’da işini bitiren Baron de la Fage’ın bir sonraki durağı Venedik olacaktır. Burada da rahat durmayacak, Habsburg elçisinden para isteyecektir. Ancak genelde casuslara sempatiyle bakan Francisco de Vera, De la Fage’ın ne menem bir insan olduğunu hemen anlamış ve onu başından savmıştır. Oyunlarına devam eden Languedoclu ajan, biri İspanyol, biri yüksek aristokrasiden bir Fransız, ikisi de İtalyan olmak üzere, dört Hıristiyan gencine Osmanlı topraklarını gezdirmeyi vâdetmiş ve onları kendisiyle Doğu Akdeniz’e dönmeye ikna etmiştir. Bu noktada tehlikeyi sezen kurt diplomat De Vera araya girecek ve bu dolandırıcının amacının ya kendilerini köle olarak satmak ya da Müslüman olmaya zorlamak olduğunu söyleyerek gençleri bu seyahatten vazgeçirecektir.
De la Fage dönüşünde de bir takım numaralar çevirmekten ve Adriyatik kıyılarındaki Kotor’a gitmek için bindiği geminin kaptanını dolandırmaktan geri kalmaz. Dalmaçya’ya at almak için gittiğini söyleyerek, kaptanı kendisine 450 ekü ve belgelerde belirtilmeyen miktarda mal vermeye ikna etmiştir. Saf kaptanın parasını geri alamadığını ve mahvolduğunu söylememize gerek yok. Baron’un ekonomik olarak zarar verdiği bir başka kişi de, mal varlığına el koydurttuğu, 1590’lar İstanbul’unun en aktif casuslarından biri olan Venedikli tüccar Marc’Antonio Stanga’dır. Stanga servetine kavuşabilmek için 200 duka rüşveti gözden çıkarmak zorunda kalacaktır.
Seyahatleri boyunca her yeri gözlemleyen Baron de la Fage’ın istihbari faaliyetleri de meyve vermişe benzemektedir. Döner dönmez birçok casus ve muhbiri ele verir. İstanbul’da büyük bir nüfuza erişmesine ve Osmanlılar için istihbarat ve diplomasi alanında faaliyet göstermesine rağmen, Habsburglarla gizli ilişkiler içine girmekten çekinmeyen Marrano casus hamisi David Passi ve sağ kolu Guillermo de Saboya, Habsburgların İstanbul’daki istihbarat ağının önde gelen isimlerinden Mayorkalı Juan Sequi ve mühtedi bir muhbir olan Ramazan Reis, hep De la Fage’ın suçlamalarıyla hapse düşecektir.
Ramazan ve de Saboya işkence görmelerine rağmen bütün suçlamaları reddetmişlerdir. Saboya kısa bir süre sonra mahpus damlarında ölecek, ancak ironik bir şekilde De la Fage’ın kaderi de pek farklı olmayacaktır. İstanbul’daki istihbarat dünyasının bu renkli karakteri ne yazık ki 1592 sonbaharında vebaya kurban gidecek ve Saboya’dan birbuçuk ay sonra, yaklaşan kışı sıcak geçirmek üzere öteki dünyayı boylayacaktır.