Osmanlı idaresindeki dört yüz yıl boyunca Hz. Muhammed’in türbesinde toplanan kıymetli eşya ve mücevherlerin bir kısmı, Hicaz bölgesinde isyan eden Şerif Hüseyin’in Medine’yi tehdidi üzerine yüz yıl önce İstanbul’a geçici olarak nakledilmişti. Şerif Hüseyin’in tehdidinin temelli bir işgal ile sonuçlanması üzerine bu eşyalar Türkiye’de kaldı. Tamamı Topkapı Sarayı’na yerleştirildi ve “Mukaddes Emanetler” adıyla günümüzde ziyaretçilerin hayranlıkla izlediği eserlerin en başta gelenleri oldular. Hüzünlü bir geri dönüşün ibretlik hikayesi…
Arap Yarımadası’nda Mekke ile Medine’nin de içinde bulunduğu Hicaz adı verilen coğrafi bölge, İslâm’ın devletleşmesinden itibaren yarı özerk tarzda Haşimî hanedanından şerifler tarafından yönetilirdi. Haremeyn de denilen Mekke ile Medine, İslâm’ın en kutsal iki şehri olarak Emevi, Abbasi, Memlûk Devletleri zamanında imtiyazlarını hiç kaybetmediler.
Haşimîler, Hilafet merkezi Kahire’yi elinde bulunduran Memlûk Devleti’ne tâbi iken, 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesiyle Osmanlı Devleti’ne bağlandılar. Osmanlılar bölgeye hâkim olmalarından itibaren 400 yıl boyunca Haşimîlerin ve Haremeyn’in kendilerinden önce verilmiş imtiyazlarını devam ettirdiler. Sultan I. Selim’in “Hâkimü’l-Haremeyn” yerine “Hâdimü’l-Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) lakabıyla anılmasında görüldüğü üzere, halktan vergi toplamak, asker almak gibi egemenlik icabından olan usulleri bu bölgede uygulamadılar. Çok uzun yıllar kalelerine Osmanlı bayrağı çekmediler. Osmanlılara bağlı olmayan İslâm toplulukları üzerinde de etkilerini arttırmak için hac yollarını açık ve güvenli tutmaya, sağlık, iaşe, barınma, ibadet kolaylıkları sağlamaya çalıştılar. İslâm coğrafyasının her yerine, buralara gelip giden hacılar aracılığıyla ulaşmayı düşündüler. Bu maksatla devletin Anadolu, Rumeli, Mısır gibi farklı bölgelerinden çok zengin gelir kaynaklarını Haremeyn’e tahsis ettiler. Başta Osmanlı padişahları, valide sultanlar olmak üzere önemli devlet adamları, sade vatandaşlar da bölgeye hizmet etmek maksadıyla Haremeyn vakıfları kurdular. Yıldırım Bayezid devrinden itibaren göndermeye başladıkları para ve hediyeleri, fetihten sonra her yıl “surre alayları” adıyla düzenli olarak Mekke, Medine ve Kudüs ahalisine gönderdiler.
Dört yüz yıl boyunca para ve hediye yağdırılan bu topraklarda, Mekke’deki Kâbe ile Medine’deki Hz. Muhammed’in türbesi en çok rağbet edilen yerlerdi. I. Selim, Mısır’ın fethinden sonra, Memlûk hükümdarı Kansu Gavri’nin hazinesinden, Hz. Muhammed’e nispet edilen sancak, hırka, sakal, diş, ayak izi gibi “Kutsal Emanetler”i İstanbul’a getirmişti. Bunlar Topkapı Sarayı’nda Has Oda’da saklanırken, İstanbul ve bütün İslâm coğrafyasından Hz. Muhammed’in türbesine milyonlarca altın değerinde en ağır ve pahalı hediyeler, mücevherler gönderildi.
Ravza-i Mutahhara adı verilen Hz. Muhammed’in türbesindeki eşyaların eskiden beri belirli aralıklarla sayımları yapılır ve eski defteri ile mutabık kalındıktan sonra yeni defteri düzenlenirdi. Nakilden önceki son sayımın 20 Ocak 1909’da gerçekleştirildiğini tespit edebiliyoruz. Tek tek muayene edilen eşya ve kitapların özellikleri, kimin bağışladığı, defterde ayrıntılarıyla kayıtlıdır. Bazı mücevherli eşyaların günün rayicine göre takdir edilen fiyatları da yazılmıştır.
Bunlardan Sultan Abdülmecid’in hediyesi her biri 48 kg. som altından yapılmış, 6280 adet pırlanta ile süslenmiş iki adet büyük şamdan için 70.000 Osmanlı lirası fiyat takdir edilirken, Sultan I. Ahmed’in hediyesi Kevkeb-i Dürri elmasına o tarihte biçilen fiyat 1.301.000 Osmanlı lirasıdır. En yüksek bedel ise Sultan III. Mustafa’nın hediyesi olan askıdır ki tam 5 milyon lira olduğu tahmin edilmiştir.
1910 yılı Osmanlı bütçesindeki gelir kalemlerinin toplamı 26 milyon lira, aşar vergisi geliri ise 6.746.950 liradır. Şu üç kalem emanet-i mübarekenin toplam tahmini fiyatı, Osmanlı Devleti’nin tüm aşar vergisi gelirine yaklaşmaktadır. Türbedeki kıymetli eşyanın toplam değerinin Osmanlı bütçesine denk bir değerde olduğu rahatlıkla söylenebilir. Gerçek alıcıların fiyat belirlediği piyasada daha yüksek rakamlarla karşılaşılması da mümkündür. Listede 399 başlık altında çok sayıda irili ufaklı eşya kayıtlıdır. Bunlarla birlikte bazı eşyaların eski defterde de “yerinde bulunmadığı” kaydı olduğundan aynı şerh yine verilmiştir. Eşya ve kitaplar Harem-i Şerif-i Nebevi Hazinedarı Rasim’e emaneten teslim edilir, defterin sureti de II. Abdülhamid’e gönderilirdi [Y.A. HUS, 526/73, 6 Şubat 1909].
Özellikle İttihat Terakki’nin iktidara gelmesinden sonra bazı Arap kabile ve aşiretleri Osmanlı aleyhtarı tavırlar geliştirdi ve 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa başlangıçta bu hareketliliği idrak etmekte zorlandı. İngilizlerle işbirliği yapan Şerif Hüseyin’in Haziran 1916’da isyan ederek kısa sürede Medine haricinde Hicaz’ı da ele geçirmesi, Osmanlıları şaşırttı. Cemal Paşa’nın, İstanbul’dan gönderilen Surre-i Hümayun’un Medine’den Mekke’ye gitmemesi, şimdilik Medine’de kalması yönündeki teklifi, Osmanlı Bakanlar Kurulunda müzakere edilerek aynı şekilde kabul edildi [MV, 203/97, 22 Ekim 1916].
Duruma hâkim olmaya çalışan Cemal Paşa, Medine Muhafızı Basri Paşa’nın görevden alınıp yerine Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Kumandanı Fahri Paşa’nın getirilmesini önerdi. Beyrut’ta bulunan Basri Paşa’ya Talat Paşa’nın gönderdiği telgrafla ileride başka bir göreve tayin edilmek üzere sağlık durumuna binaen izinli sayıldığı, Medine Muhafızlığına Fahri Paşa’nın vekâleten tayin edildiği bildirilir [DH. ŞFR, 74/248, İ.DUİT, 42/55, 27 Mart 1917]. Böylelikle Fahreddin Paşa muhafızlığında Medine’nin savunulmasına başlanılmış olur.
O sıralarda 4. Ordu’dakileri en çok düşündüren hususlar, Medine’deki Hz. Muhammed türbesi ile buradaki hazinede saklı -Osmanlı padişahları, harem kadınları ve devlet adamları tarafından verilen- en nadide hediyelerin tehlikeli bir durumla karşıkarşıya kalmasıydı. Bunların Medine’den İstanbul’a götürülmesi devletin Hicaz’dan vazgeçtiği şeklinde değerlendirilirse, Osmanlılara sadık Arap kabileleri de saf değiştirip isyancıların yanına geçebilirdi. İsyancıların eline geçmesi veya stratejik gerekçeler ile tahliyesi muhtemel olan Medine düşerse, hazinelerin yağmalanması kaçınılmazdı. Gerçekten de, sakinleri Fahreddin Paşa tarafından Şam’a nakledilen Medine’nin İngiliz ve Arap ittifakına terkedilmesinden sonra, Türk ordusu tarafından kilitlenip mühürlenmiş 4850 ev zorla açılıp, yağmalanacaktır. 12 gün süren yağmaya Emir Abdullah’la birlikte bulunan eşraf, Bağdatlı ve Suriyeli subaylarla, emirlerindeki bedeviler de katılacaktır [Salahi Sonyel, Belleten, sy.143 (1972), sf.367].
Bu kritik durum karşısında Medine’de Hz. Muhammed’in türbesindeki altın, gümüş eşyalarla mücevherlerin, bazı kütüphanelerdeki nadir eserlerin hızla İstanbul’a getirilmesine karar verildi. Mukaddes Emanetler’in gönderilmesinde en çok Fahreddin Paşa’nın adı geçmesine rağmen, 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa’nın bizzat ilgilendiği, 23 Nisan 1917’de sadarete çektiği telgrafla meseleyi sahiplendiği bellidir: “Medine kütüphanelerinde bulunan kıymetli eserler ile Hz. Muhammed’in türbesindeki Mushaflar, altın, gümüş, mücevherli eşyalar, altın şamdanları Suriye Vilayeti vasıtasıyla Topkapı Sarayı’ndaki diğer kutsal emanetler ile saklanmak üzere İstanbul’a gönderiyorum” diye çektiği telgrafın ardından yazdığı ek telgrafta, “türbedarların, hizmetlilerin ihmali neticesinde bazı eşyaların revnakları, taşları, inci püsküllerinin kaybolduğunu, üzerlerindeki bir yığın tozun nadide taşları belirsiz bir hale getirdiğini, İstanbul’da sandıkların itinayla ve ehl-i vukuf önünde açıldıktan sonra, üstat ve sanatkârlar vasıtasıyla tamir ettirilmesini” bildirir [A.VRK, 810/16]. Bakanlar Kurulu bu önerilerin tamamını yerine getirecektir.
Tahliyesine karar verilen eşyalar, 1909 tarihli listeye göre çok azdır. Sadece 81 adedi sandıklara yerleştirilir, gerisi türbede bırakılır. Nakledilen emanet-i mübareke ile eşyanın listesini içeren defter de Sadaret’e gönderilir. Bu listede biri Hz. Osman’a ait çeşitli Kuran’lar, hilye levhaları, tespihler; altın kandil, şamdan, gülabdan, buhurdanlar; elmas, yakut, zümrütler; yüzük, gerdanlık, küpe, bilezik, zincir türü mücevherler bulunmaktadır [İ.DUİT, 100/28].
16 Mayıs’tan önce İstanbul’a getirilen emanetler, defterine uyularak teslim alınır. Bakanlar Kurulu bu iş için Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin başkanlığında Serkarin Tevfik, Ayandan Abdurrahman Şeref, Evkaf Müsteşarı Münir, Şeyhülharem Ziver, Hazine Kethüdası Refik Beylerden oluşan bir komisyon kurulmasına karar verir [MV, 247/45, 16 Mayıs 1917]. İnceleme neticesi liste üzerinde düzenlemeler yapılarak eşyalar yeniden sandıklarına konulur ve Topkapı Sarayı Hazine Kethüdası Refik Bey’e teslim edilir. Bakanlar Kurulu’nda ayrıca Medine’den gelip Hazine-i Hümayun’a konan bazı eserlerin tamir edilmeleri için kurulacak komisyonda, Evkaf-ı İslamiye Müzesinden yetkili kişiler ile İbnülemin Mahmud Kemal’in de görev almasına karar verilir [MV, 208/73, 17 Haziran 1917].
19 Aralık 1918’de Meclis-i Mebusan’a takrir verip emanetlerin durumunu öğrenmek isteyenler de dâhil olmak üzere bir komisyon huzurunda sandıkların açılarak eldeki kayıtlarla eşyanın karşılaştırılması emredilir [BEO, 340996]. Necef Kaymakamı, 4. Ordu Umur-ı Arabiye Müdürü duruşmasında şahit olarak dinlenen Mısırlı Mahmud Zeki adlı biri, Medine’den 37 vagon tarihi ve kıymetli eşyanın çalındığını iddia edince, tüm dünyaya böyle bir haberin yayılmasının olumsuz sonuçlarından kurtulmak için ince bir tahkikat yapılarak sonuçlarının Divan-ı Harbe gönderilmesi istenir [BEO, 343680, 17 Temmuz 1919].
Eşyalar geldikten sonra Medine’nin durumu daha da kötüleşir. Sonunda 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ardından silahların bırakılması, Medine’nin İngilizlere teslimi Fahreddin Paşa’ya telgrafla bildirilir. Emre uymayan, 12.000 askerle bir müddet daha Medine’yi destansı bir şekilde savunan Medine Muhafızı Fahreddin Paşa’nın mücadelesi kafi gelmez. Bu kahrmanlığının yanısıra, adı, İstanbul’a gönderilmesinde büyük hizmeti olduğu Mukaddes Emanetler ile yanyana anılacaktır.
Kutsal Emanetler Lozan’da İngilizler tarafından gündeme getirildi. Hicaz Emirliği’nin bu eşyalar üzerinde hakkı bulunduğu, asırlardır bulunduğu kutsal mekânlara yeniden iade edilmeleri gerektiği dile getirilse de Türk tarafının tavizsiz tutumu yüzünden İngilizler fazla ısrarcı olmadılar. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin Mukaddes Emanetler üzerindeki hakları zımnen tescil edildi. Günümüzde bu eşya ve mücevherlerin bir kısmı Topkapı Sarayı’nda Hazine Dairesi ile Has Oda bölümlerinde sergilenmekte.