Anadolu beyliklerine dair Osmanlı arşiv kayıtları, ancak 17. yüzyıla kadar geri gidebiliyor. Beylikler döneminden kalan miras yapılardan tarihî eser niteliğini koruyanlar ve vakıflar koruma altına alınmıştı.
Osmanlı Devleti bir uç beyliğinden imparatorluğa giden süreçte yayılma alanı olarak, köklerinin bulunduğu Anadolu’yu değil, Bizans ve ötesini hedeflemişti. 15. yüzyılın ikinci yarısında Rumeli’deki sınırları Tuna nehrine dayandığında, Anadolu’da daha Fırat’ın ötesine geçilmemişti. Anadolu’da varolan beyliklerin tam olarak itaat altına alınamamasının sakıncaları da ortadaydı ve bunun acı tecrübesi Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu’da ortaya çıkan “fetret devri” ile yaşanmıştı.
Osmanlı Devleti, kuruluş yıllarında Anadolu’da siyasi birliği sağlama gayreti içinde civarındaki beyliklerden başlayarak akrabalık tesisi, para karşılığı veya sulh yoluyla Batı Anadolu’da siyasi birliği tesis etmişti. Bilhassa Yıldırım Bayezid silah kuvvetine de başvurarak özellikle beyliklerin en dişlisi olan Karamanoğullarını da itaat altına alıp sınırları Fırat nehrine kadar genişletmişti. Ne var ki Timur istilası her şeyi eskiye döndürmüş, Anadolu beylikleri yeniden kurulmuştu.
Anadolu’da beyliklere son verilmesi ve siyasi hakimiyetin sağlanması, ancak Yavuz Sultan Selim’in, Şah İsmail’i Çaldıran’da mağlup etmesi ve Memlûk Devleti’ne son vermesi ile 16. yüzyıl başlarında tamamlanabildi.
Her biri bir zamanlar kendi beyliklerinin başında hüküm süren hanedanlar, Osmanlı hakimiyetine girdikten sonra da bazı istisnalar dışında kendi bölgelerinde yine nüfuzlu ve seçkin aileler olarak varlıklarını devam ettirmişlerdi. Bulundukları bölgelerde mütesellim (devlet adına vergi toplayan kimse) gibi vazifeler alan, ayanlık yapan hanedan mensuplarına dair arşiv kayıtlarına geçmiş bilgiler bulunmaktadır. Mesela 1739’da Maraşayanından Dulkadiroğlu Turan Ahmed’in halka yaptığı baskıdan dolayı cezalandırılması, Saruhanoğullarından Hızır Paşa tarafından 1766 yılında Demirci kasabasında bir zaviye yaptırılması, 1782 yılında Danişmendli aşireti beyinin bin atlı ile Osmanlı ordusuna katılması, 1791’de Kütahya eşrafının kendilerine mütesellim (devlet adına vergi toplayan kimse) olarak Germiyanoğullarından Süleyman Ağa’nın tayin edilmesini talep etmeleri, 1865 yılında Çobanoğlu hanedanından gelen kişilere maaş bağlanması gibi belgelerde beylikler dönemi hanedanlarına dair bilgiler bulunmaktadır.
Osmanlı Arşivi’ndeki belgeler takip edildiğinde görülmektedir ki. 17. yüzyıldan itibaren Germiyanoğlu, Karamanoğlu, Aydınoğlu, Saruhanoğlu, Ramazanoğlu, Eşrefoğlu, Hamidoğlu, Menteşoğlu, Çandaroğlu, Çobanoğlu, Dulkadiroğlu, Danişmendli, Mengücekli gibi beylikler dönemine ait medreseler, camiler, mescitler, imaretler, tekkeler, zaviyeler, türbeler, kütüphaneler, çeşmeler korunmuş, tamire ihtiyaç duyulan binalar tamir edilmiş, beylikler döneminde oluşturulmuş vakıfların aynen muhafaza edilmesine ve vakıfnamede belirtilen şartlar üzerinden bu vakıfların hayatını devam ettirmesine ve kimsenin müdahalede bulunmamasına dikkat gösterilmiştir.
Beylikler döneminden kalan miras yapılardan tarihî eser niteliği olan yapılar koruma altına alınmıştı. Mesela Karamanoğlu İmareti’nin kapısında bulunan ceviz kanatlar ve mihrabın muhafaza edilmek üzere Müze-i Hümayun’a nakli emredilmiş, bunun gibi Anadolu’da beylikler ve Selçuklular döneminden kalan tarihi eserlerden teşhire değer olanların Müze’ye gönderilmesi vilayetlere bildirilmişti.
HANEDANA DUA
Mengücekli hamaldan 700 yıllık El Fâtiha
Her yeni yönetim kendi şakşakçılarıyla gelir ve gider. Anadolu’da “Büyük büyük babanız sultanmış, öyleyse size saygı gösterelim” yaklaşımı hiç olmamıştır.
Artuklu, Saltuklu, Danişmendli, Aydınoğulları, İzmiroğulları, Eşrefoğulları, Denizli Beyleri, Tekebeyleri, Hamidoğulları, Dulkadirli, Ramazanoğulları, Akkoyunlu, Karakoyunlu soyları acaba ne oldu? Toplum içindeki saygınlıkları ne zaman ve nasıl sona erdi? Bu soruların yanıtını, sonuncu hanedan Osmanoğullarının torun torunlarının konumlarına bakarak verebiliriz. Kanımca toplumlar, bir zamanlar kendilerine hükmedenlerin sıradanlaşan soylarını haklı haksız suçlamayı hak görmüşlerdir. “Büyük büyük babanız sultanmış, öyleyse size saygı gösterelim” yaklaşımı hiç olmamıştır.
Her yeni yönetim, kendi şakşakçılarıyla gelmiş ve gitmiş. Ayrıca kısa süren eriyen bir maddi miras söz konusu. Yıkılıştan sonraki iki üç kuşak, olanı biteni tüketmiş. Halk da bu düşüş ve tükenişleri ilahi bir intikam saymış.
Bir çocukluk anımı anlatayım. Babam bizi bayram namazına götürür, camiden çıkınca mezarlıkları ziyaret ederdik. Bu her kentte köyde geçerli bir gelenekti. Büyükler Fatiha okunan her mezarın başında, orada gömülü olanı tanıtarak yeni kuşaklara aile tarihi öğretirlerdi. Her yıl iki kez yinelenen bu bilgilerle aile tarihleri belleklere yerleşirdi. Ben o ziyaretlerde bazen, kısa boylu kambur, sessiz bir adamı Mengücek meliklerinin kümbeti önünde dua ederken görürdüm. Ondan başka orada dua eden de olmazdı. Bu adam çarşı da hamaldı, ama esnafın saygılı davrandığı biriydi. Ağır yükler taşıtılmaz, elinde götürebileceği şeyler evlere gönderilir, yan cebine de bir para bırakılırdı.
Divriği ve Mengücek tarihiyle uğraştığım yıllarda birçok şeyi öğrendiğim gibi bu mazlum masum görünüşlü adamın lakabıyla önünde fatiha okuduğu Mengücek (Sitti Melik) türbesi arasındaki ilintiyi galiba çözdüm. Adam o soydandı. Önünde dua okuduğu türbede kendi atalarının mezarı olmasa neden dua etsin? Babası, dedesi de orada dua etmişlerdi kuşkusuz. Ama yedi yüzyıl önceki Mengüceklerle soy bağından haberi yoktu. Halk da onu salt “köklü” bir ailenin bireyi bildiğinden hamallığına karşın saygı gözetiyorlardı.
Prof. Albert Gabriel de Anadolu’da soy sop bilgilerinin uzun zaman korunmayıp unutulduğunu, sonraki kuşakların halk arasında kaybolduğunu yazarak Keykubad’ın soyundan birinin, bundan habersiz çift süren bir rençber olmasına şaşmamak gerektiğini vurgulamıştır.
NECDET SAKAOĞLU