Kalan Müzik, gramofon plaklarının müziğe kazandırdığı ilk ve en büyük şöhret olan Tanburi Cemil Bey’in külliyatını yayımlıyor. Bu yıl yüzüncü ölüm yıldönümü olan ve “Benzeri görülmemiş bir sazende” olarak tanımlanan Cemil Bey, kendinden önceki müzik anlayışlarını ters yüz ederek değiştirmişti.
Mart ayında çıkacak olan, 10 CD, bir LP ve bir de kitaptan oluşan Tanburi Cemil Bey Külliyatı’nda 1905-1915 yılları arasında Tanburi Cemil Bey tarafından üç ayrı plak firması için yapılmış toplam 130 kayıt bulunuyor. Birçok yazarın katkıda bulunduğu derleme kitap ise Tanburi Cemil Bey’in kişiliğini ve müziğini anlatırken, dönemin İstanbul’u ve kültür-sanat dünyasına dair çok sayıda ipucu da içeriyor. 140 sayfalık kitapta Cemil Bey’in yaşam hikâyesi, kendi eserlerini el yazısıyla değerlendirmesi, anılar, hakkında söylenenler ve yazılanlar, külliyatta yer alan ve ulaşılamayan tüm plaklarının listesi, kayıt tarihleri, katalog numaraları, bilinmeyen, az bilinen fotoğraf ve belgelerden oluşan bir içerik sunuluyor.
Tanburi Cemil Bey
1871’de doğan ve 1916 yılında henüz 45 yaşında hayata veda eden Tanburi Cemil Bey, adını aldığı tanbur ve icat ettiği yaylı tanburla birlikte anılan ama bu iki sazın yanı sıra kemençe, lavta, viyolonsel ve rebabda da virtüöz sayılan, tar, bağlama, cura, divan sazı, bozuk, tanbura, zurna gibi halk sazlarını da çok iyi seviyede çalmış, 12 yaşından itibaren “harika çocuk” özellikleri gösteren büyük bir usta. Hakkı Süha Gezgin’in kendisini, “Edebiyatımızda Hamid neyse, musikimizde de Cemil odur. Hamid nasıl Fuzuli’den Nedim’den, Şeyh Galib’den topladıklarını dehâsının terkip teknesinde yoğurup yepyeni bir sanat yaratmışsa, Cemil de, Dede’lerin, Itrî’lerin muazzam mirasından bambaşka bir nağme kâinatı kurmuştur” demesi de bundandır.
Klasik tarzda çalmanın yanı sıra, kendinden eski bazı tanbur ustalarının “hokkabazlık” olarak nitelediği geleneksel metodun dışında bir çalma metodu da geliştiren ve Türk Musikisi Ansiklopedisi’nde, “Tanbur, kemençe ve lavtada ondan iyi sazende yetişmediği muhakkaktır” diye söz edilen Cemil Bey’in Türk müziğinde devrim yaptığı ve son yüzyıl musikisine yön verdiği kabul ediliyor.
İlhamı aşktı
Tanburi Cemil Bey’e ait notaya alınmış Uşşak Taksim (en üstte). Oğlu Mesud Cemil babasını, “O, filhakika bir âşıktı. Lakin bu aşkı hangi şey hakkında duyduğunu o da bilmezdi. İsimsiz, vücutsuz bir şeye âşıktı” diye anlatır.
Tanburi Cemil Bey’in geçmişteki birçok müzik adamının aksine gramofon ve kayıt dönemine yetişmiş olması hepimiz için çok büyük bir şans. Zira özel toplantılar ve plaklar dışında çalmamış, Darülbedayi’de hayır cemiyetleri yararına verilen bir iki konser dışında sahneye çıkmamış bir sanatçı Cemil Bey.
Cemil Bey’in aile mensupları her biri birkaç dil konuşan, bir müzik aleti çalabilmenin yanı sıra güzel sanatların diğer kollarıyla da ilgilenen, resmi devlet görevlerinde çalışan insanlardı. Genelde yurt dışı görevi yaptıkları için Batılı yaşam tarzını benimsemişler, Cemil Bey de böyle bir ortamda yetişmişti.
Cevad Memduh Altar, 1908 Meşrutiyet’inde Chopin ve Tanburi Cemil Bey adlı yazısında Cemil Bey’in Batı müziğiyle ilişkisine dair şunları aktarıyor: “Tanburi Cemil, romantik şahsiyetinin üç dayanağından birini teşkil eden Avrupa musikisiyle nazari olarak meşgul oluyor ve zamanının aristokrasi muhitlerinde büyük bir hürmet ve muhabbet gördüğüiçin, bu muhitte sevilen Garp musikisine ait eserleri dikkatle dinliyor ve saraylarda Avrupalı musikişinaslarla tanışıyordu. Cemil, bu temasları arasında, eski Osmanlı vezirlerinden Şerif Ali Haydar Paşa’nın nezdinde, devrin büyük piyanisti Godowsky ile tanıştı. Paşa’nın konağında misafir kalan büyük piyanistle, hassas ve romantik Türk musikişinası arasında, müzik yolu ile his teatileri günlerce sürdü. O zamana kadar Cemil, Chopin’in yalnız resmini görmüş, Lavignac ve Marmontel gibi Fransız müelliflerinin eserlerinden biyografisini merakla okumuş olduğu halde, Chopin’in hakiki hüviyeti hakkında Godowsky vasıtasıyla derin bir intiba edinmişti”.
Ailesinden Batı terbiyesi alan, Jules Verne’in Ay’a Seyahat romanını tercüme edecek kadar Fransızca bilen, Batı müziği ve edebiyatının yanı sıra plastik sanatlarını da yakından takip eden Tanburi Cemil Bey halkın müzik zevklerini de yakından takip eder. Müzik zevkini besleyip zenginleştirecek her şeye açık olduğu için kendini fildişi kulelere kapamamıştır. Bazen güzel bir ezgi okuyan dilencinin peşine takılır, bazen Roman mahallelerine gidip oralı müzisyenleri dinler.
Arkadaşı Mahmud Demirhan, Cemil Bey’in oğlu Mesud Cemil’e yazdığı bir mektupta şöyle demektedir: “Ekseriyetle beraber gezmelerimiz arasında maceralarımız da olurdu. Bir defasında Sulukule’ye kadar gittik, kızlara şarkı ve mâni söylettik; oyunlar oynadılar, sonunda bizi eğlendirmek için bir de kavga taklidi yaptılardı. Yine bir gidişimizde içlerinden biri Cemil Bey’i tanıdı, “A be ne duruyorsunuz, hani şu meşhur Cemil Bey gelmiş…” diye haykırarak, bütün mahalleyi ayağa kaldırdı, genç, ihtiyar, kadınlı, erkekli hepsi etrafımızı sardılar, rakılar, mezeler hazırladılar. Nereden bilip buldular bilmem, biraz sonra kötübir kemençe getirip Cemil’in eline verdiler, yalvardılar, yakardılar, çalmasını rica ettiler. Kemençeyi görünce Cemil Bey çocuk gibi sevindi, biraz kirişleri değiştirdi, düzeltti; onun için hiç sazın kötüsüolur mu? Ötekilerin kemanı, lavtası ve darbukası, zilli maşaları ile beraber bir uşşak peşrevi ve pek kıvrak okudukları bir iki şarkıdan sonra oyun havalarına başladılar. Bir neşe, bir zevk harareti ikimizin de bütün asabımıza yayıldı; sanki kırk yıldır onların içinde yaşamış ve bütün bu tarz havaları onlarla beraber meşk edip öğrenmiş gibi Cemil Bey’in öyle bir çalışı, öyle bir kıvraklığı vardı ki ben şaşırdım, onlar gelip gelip ellerini öptüler.” (Mesud Cemil, Tanburi Cemil’in Hayatı, Sakarya Basımevi, Ankara, 1947).
Bu büyük sanatçı etrafına topladığı bütün hayranlık ve sevgiye rağmen daima kederli, mahzun ve gayrımemnun olarak yaşar ve henüz 45 yaşındayken hayata veda eder. Ölüm sebebi veremdir ama oğlu, “Tanburi Cemil’i öldüren verem mikrobu değil, sadece romantizmi ve refulmanlarıdır” demektedir.
Buraya kadar hep kitapta yazılanlardan söz ettik. Ama kitap külliyatın sadece küçük bir parçası. 10 CD ve bir LP’de Cemil Bey’in tanbur, kemençe, yaylı tanbur, viyolonsel ve lavtayla icra ettiği taksimler, peşrevler, saz semaileri, zeybek, sirto, operet; Hafız Âşir, Hafız Osman, Hafız Yaşar, Hafız Sabri ve Hafız Yakub’un okuduğu gazel ve şarkılara eşlikleri yer almaktadır. Kayıtların çoğu ilk kez CD’den dinlenebiliyor. Yakın zamana dek bu büyük ustanın külliyatını bir araya getirmek yalnızca bir hayalden ibaretti. Cemal Ünlü ve Aziz Şenol Filiz başta olmak üzere Tanburi Cemil Bey hayranı bir avuç insanın çabalarıyla, Niyazi Sayın, Işık Yazan, Melih Özaltıner başta olmak üzere on koleksiyonerin arşivlerinde bulunan kayıtlarının yanı sıra yurt dışındaki koleksiyoner ve araştırmacıların arşivlerinden de yararlanılarak hazırlanan külliyata emeği geçen herkese teşekkür borçluyuz.
KAYITLAR NASIL YAPILIRDI
Gramofon plaklarının ilk büyük şöhreti
Yirminci yüzyıl yeniliklerle gelmişti. Sinematograf, fonograf, gramofon gibi buluşlar insanlığın en eski hayallerini gerçekleştiriyor, görüntü ve sesin kaydedilmesini sağlıyordu. Geçmişte yaşayan pek çok değer, kayıt altına alınmadığından unutulup gitmişti. Cemil Bey yüzyılın ilk on yılında, gramofon plaklarının musiki sanatına kazandırdığı ilk büyük şöhret oldu.
Ancak Cemil Bey’in plaklarını doldurduğu yıllarda, gramofon da emekleme çağındaydı. Mikrofonlu kayıt düzenine henüz geçilmişti. Cemil Bey, kayıt sırasında sazını bir borunun önünde çalıyordu. Plak kaliteleri de sonraki yıllara göre oldukça düşüktür. İğnelerin metalleri, sıradan alaşımlardı. Henüz, plakları koruyucu özellikleri geliştirilmemişti.
Eski plaklardaki bir başka olumsuzluk, fabrika imalat hatalarıdır. Hemen hemen bütün plaklar kusurlu üretilmişlerdir.
Tanburi Cemil Bey’in plak doldurmaya ısınması da kolay olmamıştır. Oğlu Mesud Cemil babasının plak doldurmaya gidişini şöyle anlatır: “Fonografın, iptidai şeklinden ve sesin çoğaltılması mümkün olmayan bir teknikle, kovanlara çizildiği zamanlardan şimdiki, teksiri kabil (çoğaltılması mümkün) plaklara intikaline kadar bu yeni icat onu hem çekmiş hem tiksindirmişti.
“Bu plak çalışmalarında en canlı hatıralarımın birincisi, plak doldurmaya gideceği günlerde babamın buhran derecesinde düştüğü sinirlilik halidir. İstemeyerek yaptığı bundan daha üstün hiçbir iş yoktur sanırım.
“Her seferinde Şevket Bey’in bin dereden su getiren yumuşak, kandırıcı talakatiyle (tatlı diliyle) sakinleştirilmesi icap eder, nihayet sararmış yüzünün gergin çizgileri ile küçük evden çıkar, anahtarı hiddetle büyük evin taşlığına fırlatır; her an geri dönmeye hazır olduğu halde çıkar giderdi”.