Dionisos şenliklerinden günümüze Batı’nın günlük hayatın tekdüzeliğinden, derdinden kaçış yolu oldu karnavallar. Eski Mısır’dan Roma’ya, Ortaçağ Avrupası’ndan modern zamanlara coşku ve serbestlik her toplumda az ya da çok tepkiyle karşılandığından, şenlikler yılın belli tarihlerinde hep otoritenin gözetimi altında yapıldı. Sosyal gerilim karnavallarla azaltıldı, istimini boşaltan ahali evine, işyerine rahatlayarak döndü.
Bilinen en eski karnaval benzeri kutlamalar hasatla ilgili pagan törenleridir. Eski Yunanlılar tanrı Dionisos adına şenlikler düzenlerdi. Bunlar, Roma kültürüne Dionisos’un o dönemdeki ismi Bakküs’le bağlantılı olarak Roma kültürüne Bacchanalia adı altında geçmişti. Burada şarap, sarhoşluk, özgürlük ve zevk alma esas idi. Keyifli zaman geçirmenin yanı sıra, hasadın bolluğuna şükredilir ve gelecek hasadın bol olması için tanrılara dua edilir, kurban adanırdı. Bütün yıl kıt kanaat geçinen, yarı aç yatan insanlar, kısa süreliğine de olsa bir bolluk yaşar, ziyafetlerde doyar, kurtlarını dökerdi. Bayramlarda eğlence ve geçici bolluk yaşama geleneği günümüzde de sürmektedir. Bireysel ve sosyal olarak önemli işlevleri olan bir olaydır. Oruç veya perhizden önce veya sonra yapılan bayramlar ve karnavallar aslında çok eski geleneklerin devamıdır. Hıristiyan festivallerinin çoğu da söz konusu dinde artık pek uygulanmayan “lent”, yani müminlerin kendilerini bütün zevklerden uzak tutmaya çalıştıkları kırk günlük büyük perhizin öncesinde yapılırdı. Esasen, karnaval kelimesinin de “ete veda” anlamına gelen “carna vale” kelimelerinden türediği üzerinde görüş birliği vardır. Dini perhiz dönemlerinde et ve kaliteli gıdalardan uzak durulur, sade suya çorbalar, lapalar yenilerek nefis terbiyesine çalışılır, bunun öncesinde veya sonrasındaki bayram veya şenliklerde ise nefse konan frenler kaldırılırdı. Müslümanların oruç ayı Ramazan ile onu takiben kutlanan Ramazan Bayramı arasında da benzer bir ilişki vardır. Ve elbette ziyafetsiz tören olmaz. Geçmişte sefere çıkacak askerler de daima ziyafetle uğurlanmış, ordular seferde genelde açlık çekmiş, dönüşte nadiren ziyafetle karşılanmıştır. Ancak, bazı toplumlarda muzaffer dönenler için ayrı zafer alayı yapılırdı. Örneğin Roma’da buna özen gösterilirdi ve sadece zafer alayı sırasında, askerler komutanları için açık saçık şarkılar söyleyerek yürüyebilirdi. Sezar ve Pompey gibi en büyük komutanlar bile, yendikleri Roma düşmanlarıyla “özel” ilişkilerini ima eden açık saçık şarkılara aldırmazlık etmek zorunda kalmışlardı. İstimin bir yerden bırakılması gerekiyordu.
Karnavalların tarihinde eski Mısır’ın da adı geçmektedir. Bunlar arasında Romalıların Navigium İsis dedikleri tören vardır. Eskiden gemiler kışın denize açılmaz, Mart sonundan Ekim sonuna kadar uygun rüzgar bekleyerek Akdeniz’de gidiş-dönüş bir veya en çok iki sefer yaparlardı. Bu seferler de çok riskli olup, işlerin rast gitmesi için tanrı İsis heykeli kıyıya taşınır, bu arada süslenmiş bir gemi maketi denize indirilir, maskeler takılarak tören yapılır, gemilerin kazasız, belasız dönmesi için dua edilirdi. Bunların, Akdeniz’in Hıristiyan bölgelerinde Meryem heykelinin omuzlarda taşındığı ve maskeler takıldığı günümüz karnaval törenlerine şaşırtıcı ölçüde benzediği dikkatlerden kaçmaz. Kucağında Horus’u taşıyan İsis’in yerini kucağında İsa’yı taşıyan Meryem almıştır. Tarihte devamlılıklar, kopuşlardan daha fazladır.
Roma eski geleneklerin günümüze aktarılmasında en önemli yere sahip olmuştur; hem Akdeniz’i birleştiren bir imparatorluk olarak, hem de Hıristiyanlığın kurulduğu yer olarak. Roma’nın uzun süren büyümesi sırasında Yunanlılar İtalya yarımadasının önemli kısımlarını kolonileştirmişlerdi. Güney İtalya’ya “Büyük Yunanistan” adı verilen “Magna Grecia” denilirdi. Paesum kenti İtalya’daki Yunan varlığının en önemli kalıntılarından biri olup, hala ihtişamını korumaktadır. Sicilya’daki en önemli Yunan kolonisi ise Arşimed’in memleketi Siraküza idi. Böylece, Yunan-Roma kültürel alışverişi daha başından itibaren kolay olmuştur. Kaldı ki, Romalılar devlet örgütlenmesi, askerlik ve inşaat konularında ileri olmalarına rağmen, asla yetişemedikleri Yunan bilim ve felsefine hayran idiler. İleride Doğu Roma, giderek Yunan kültür alanında yer alacaktı. Ayrıca Hıristiyanlık da kültür alışverişi için büyük bir vasıta oldu. Bu dinin temelini oluşturan Aziz Paulus Yunanca bilen Yahudi bir Roma vatandaşıydı. Yunan düşüncesini bu dine soktu. Hıristiyanlığın esaslarını koyan Kilise babaları da eski Roma inanışlarının kurallarını getirdiler. Böylece, pagan gelenekler Hıristiyanlık içerisinde yeni Avrupa’ya taşındı. Karnavallar da bunların arasında kalıcı oldu.
Roma’nın karnavallara temel teşkil eden bayramlarının en önemlisi Satürn adına yapılan “Saturnalia” dır. (G 21) 17 Aralık’ta başlayan bu şenlikler günlerin uzamaya başladığı 25 Aralık tarihine kadar devam ederdi. Güneşin dönüşünü simgeleyen bu günlerin dünyanın birçok bölgesinde özel önem taşıdığı bilinir. Saturnalia’da adet olan hediye verme ve mum yakma geleneği günümüzde Hıristiyan Noel’inde aynen sürmektedir. Bu kuzeyde Germenlerin evlerini her daim yeşil cam ağacının dallarıyla süslemesi adetiyle de birleşmişti. Ancak, daha eski mozayiklerde de, törenlerde çam dalı taşındığına dair motiflere rastlanır. Saturnalia’nın bir başka özelliği ise köle sahiplerinin bir gün için kölelerine hizmet etmeleri âdetiydi. Efendiler için bu elbette simgeseldi ve zaten asla mutfağa da girmezlerdi; ama köleler, sahipleri için hazırlanmış gibi kurulan sofradan kalktıktan sonra, efendiler için ayrı bir sofra daha kurulurdu. Bu adetin bir benzeri 19. yüzyılda bile Avrupa’da devam etmiştir. Büyük toprak sahipleri Noel’de yoksul çalışanlara ziyafet verir ve sofrayı şereflendirerek ilk ikramı yapardı. Feodal dönemde karnavallar fakir ve zengin, üst ve alt sınıflar, genç ve yaşlılar, kadın ve erkekler arasındaki farklılıkları kaldırır, bu arada kilisenin maddi dünya üzerinde hakim kılmaya çalıştığı “ruhani” otoritesini de geçici olarak hafifletirdi. İnsanlar arasındaki tüm hiyerarşik farklar ve engeller geçici olarak görmezden gelinirdi.
Feodal dönemde karnavalların sadece birkaç günlük bollukla ilgili olduğu düşünülmemelidir. Burada yerleşik düzenin, yani kilisenin ve feodal otoritenin yönetimindeki resmi bayramlara karşı bir tutum vardır. Karnaval ve festivallerde kilisenin sevmediği içki ve aşırı tüketimin yanında erotizm, açık saçık hikayeler, edepsiz veya en azından aykırı olarak nitelenebilecek davranışlar halkın tepkisini başka kanallara aktarır. Kilise ve egemenlerle alay edilebilir, seks ve yeme içmeyle ilgili tüm tabular bir süre için kenara itilir. Adeta insanlara “bakın, hayatta çalışmanın dışında da bir şeyler var” denilmektedir. Bir nevi kaçış olanağıdır. Ne var ki, her şeye rağmen karnavallar kaotik değildir. Kendi kuralları vardır ve karnavalın anarşik ve özgür ortamında baskılar bir süreliğine unutulsa da, bu az sonra bitecek, izinli bir çılgınlıktır. Bu nedenle toplumun marjinal sayılan kesimleri de çoğu zaman kimliklerini bu tür karnavallar sırasında sergilemeyi tercih ederler. Ancak, kriz zamanlarında egemenler karnavalları daha sıkı gözetim altında tutarlardı. Öyle ya, öfkeli bir ahalinin, üstelik sarhoşluk gırla giderken ne yapacağı hiç belli olmazdı. Zincirlerinden boşanan kalabalıkların aynı zamanda örtülü niyetler için fırsatı ganimet bildiği de açıktır. Maskelerin arkasında keyif peşinde koşuşan insanlar sokakları doldurmuşken, suikastten hırsızlığa, casusluktan kaçakçılığa kadar birçok şey kolaylaşırdı. Nitekim, bu durum birçok sanatçı, edebiyatçı ve senarist için esin kaynağı olmuştur.
Günümüzde karnavalların bazıları pagan veya Hıristiyan geleneklerini en azından şeklen sürdürmekle birlikte, esas olarak birer şenlik ve turizm sektörünün yararlandığı bir iş olanağı haline dönüşmüştür. Turizm operatörleri tarih veya inanç turizmi gibi, burada da satacak bir “meta” bulmuşlardır. Örneğin Venedik karnavalı her yıl üç milyon turisti bu tarihi kente çekmektedir. Günümüzde Güney Afrika’dan Doğu Asya’ya kadar her yerde karnavalların yapılmasında bunun payı büyüktür. Biraz folklor, biraz da dans ve müzik kat, birkaç yemekle birlikte al sana karnaval. Bazı karnavallar ise, gene birer turizm vesilesi olmakla birlikte, ahalinin tekdüze yaşamdan bir süreliğine kurtulmasını sağlayan yerel bir olay olma özelliğini sürdürmektedir. Şimdi önemli karnavalların geçmişine bir göz atmanın zamanı gelmiş bulunuyor.
Kentin simgelerinden birisi haline gelmiş maskeleriyle ünlü Venedik karnavalının kökleri 1162 yılında kazandıkları bir zafere dayanmaktadır. Ahali San Marko meydanında toplanarak eğlenmiş ve bunun yıl dönümlerinde devamı adet olmuştur. Napoléon Venedik’in siyasi varlığına son verdiği 1797 yılında bu karnavalı da yasaklamış ve ara daha sonraki Avusturya işgali, hatta bağımsızlıktan sonra da süregelmiştir. Nihayet, 20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde İtalyan hükümeti bu geleneği canlandırmaya karar vermiş ve maskeli insanlar tekrar sokakları doldurmaya başlamıştır. Bu maskelerin belli anlamları vardır ve her yıl maske ve kıyafet konusunda ödüller verilmektedir.
Brezilya karnavalları ise başlı başına bir âlemdir. Bunların en büyüğü olan Rio de Janeiro karnavalı samba okullarının hazırladığı saatler süren muazzam geçit resimleriyle sürer. Ancak düzinelerce başka kentte de farklı karnavallar yapılır. Hepsinin kendine has özellikleri
ve gelenekselleşmiş stilleri vardır. Bu ülkede siyaset ve karnavallar biraz daha iç içe geçmiş gibidir. Samba, Getulio Vargas’ın milliyetçi diktatörlüğü sırasında adeta resmi müzik haline gelmişti. 20. yüzyılın büyük bölümünü ciddi sosyal huzursuzluklarla geçiren Brezilya’da karnavalların birleştirici fonksiyonu devlet tarafından desteklenmesine yol açmıştır. Samba bir anlamda Afrika kültürünün Brezilya ile bütünleşmesini simgelemektedir. Buna karşı sol hareketlerin arttığı 1960’larda rağbet gören “bossa nova” ise samba-caz karışımı olup, Brezilya’da “favela” adı verilen gecekondu semtlerinde yaşayan yoksul kesimlerin tepkisinin dile gelmesi olarak görülür. Öte yandan, karnavalın bu tepkiyi sistem içi kanallara aktardığını söylemek de mümkündür. Her halükarda müzik Brezilya festivallerinde diğer ülkelerde olduğundan daha temel bir unsurdur. Bu arada büyük samba okullarının yerel etkinlik sahibi oldukları, gerek büyük kurumlardan, gerekse de kara paranın döndüğü çevrelerden destek aldıkları ifade edilmektedir. Gerçekten de hazırlanması bütün yıl süren paralar geçitleri için ciddi kaynak harcanmaktadır ve bu paranın mut- laka sosyal hayatta belli karşılıkları olmalıdır. Bu arada başta Rio de Janeiro olmak üzere Brezilya karnavallarının da her yıl yarım milyon turist çektiği gözden kaçırılmamalıdır.
Afrika etkisi Karayip kentlerindeki karnavallarda da görülür. Bunlar çoğu zaman buraya göç eden Avrupalılar ile köle olarak getirilen Afrikalıların yaşayan kültürlerinin yan yana sergilendiği olaylardır. Ancak Brezilya’da Afrika etkisinin daha çok olmasına karşın, Karayiplerde
Fransız etkisi daha belirgindir. Nitekim ağırlıkla Katoliklere ait olmasına rağmen birçok ülkede yapılan Mardi Gras karnavallarının en tanınmışının New Orleans’da olması tesadüf sayılamaz. Bilindiği gibi Louisiana’nin başkenti New Orleans, tüm Missisippi havzasıyla birlikte 19. yüzyılın başına kadar Fransa’ya aitti. Napoléon İngilizler karşısında deniz üstünlüğünü yitirince günümüzde kısmen veya bütün olarak bir düzineden fazla eyaleti kapsayan bu muazzam toprakları 15 milyon dolar karşılığında Amerikalılara verdi ki, bu dünyanın en ucuz toprak satışıydı. Gene de, ABD’de Fransız etkisinin en yoğun görüldüğü yer New Orleans’dır.
Mardi Gras Fransızca “Yağlı Salı” anlamına gelir. Bu da perhize girilmeden önce son gün yağlı gıdalar alınmasını simgeler. Bazı toplumlarda kışa girilirken fazla yağın tüketilmesi amacını taşıdığı da düşünülmüştür. Almanlarda buna benzer Schmutziger Donnerstag veya Fetter Donnerstag (yağlı Perşembe) vardır. Bu karnaval da diğerleri gibi maskeler ve kostümlerin geçidi haline gelir. Afrika ve Fransız kökenlilerin damgalarını vurduğu törenler sokakta yapılan çılgın bir partidir aslında. Mardi Gras, New Orleans’da İkinci Dünya Savaşı sırasında iptal edilmiş, 2005 yılındaki Katrina kasırgası kenti yıkıp geçtikten sonra devam ettirilmesi tartışılmış, gene de devam etmiştir. Bir geleneğin devamı, muhtemelen, o yıkıntı içerisinde dahi her şeyin normale döneceği inancını güçlendirmişti.
TÜRK VE MÜSLÜMAN ŞÖLENLERİ
Yenilir, içilir, çılgınlık yapılmaz
Şenliklerde coşana iyi gözle bakılmaz. Coşku dışa vurulamayınca, olmadık yerde taşkınlıklar yaşanır.
Avrupa etkisinde kalsın, kalmasın, karnaval etkinlikleri İslam dünyasında görülmez. Her şeyin kısa süreli de olsa tersine döndüğü, kadınların erkek, erkeklerin kadın kıyafeti giydiği, zengin ve yoksulun birbirlerini taklit ettikleri, coşkular üzerine konulan kısıtlamaların kaldırıldığı türden olaylar İslam kültürü tarafından kabul edilmez. Karnaval olmadığı gibi, bayramlar da ölçülü bir huzur içinde idrak edilmeye çalışılır. Ne var ki, kent hayatı, hele giderek büyüyen metropoller bu huzuru bozar. Coşkunun ifadesi için kanallar tıkanınca, bunlar stadyumlarda veya yılbaşı kalabalıklarında istenmeyen taşkınlık haline dönüşür. Yeni yıl dahil, her türlü kutlamaya karşı tepki artar. Aslında, Hıristiyan karnavalları da geçmişte sofu kesimden yoğun tepki görmemiş değildir ama fazla engellenememiş veya engellenmemesi sistem açısından uygun görülmüştür. Geçici de olsa çılgınlığa ve tüketime izin verilmiştir. Türklerde çılgınlık yoktur, bu tür tüketim ise sadece bayramlarda yapılır. Ama çok eskiden, Orta Asya Türk devletlerinde devlet adamları ve beyler yıl boyu herkese açık sofra kurarlar ve bunu yapmayanlar aşırı yadırganırdı. Zaten yapılmaması düşünülemezdi bile. Açık sofra Anadolu Türk beyliklerinde de sürmüştür. Osmanlı döneminde ise paşalar Ramazan boyunca ahaliye sofra kurarak bu geleneği sürdürmüşlerdir. Şimdi, büyük kentlerde belediye çadırlarında sürdüğünü görüyoruz. Bunun kökeninde, toplanan gelirin bir kısmının tekrar halka aktarılması vardır. Ama “devletlü kapusunda aş yeyüp” fakir evine dönenler ile tüm ailenin birlikte sokaklarda eğlendiği batı alemi arasında her konuda fark olacağı açıktır.
Damak şenliği
1720 yılında gerçekleşen ve 15 gün 15 gece süren III. Ahmed’in dört şehzadesinin sünnet düğününden bir ziyafet sahnesi. Levni, Surname-i Vehbi.