Kasım
sayımız çıktı

Kürt meselesinde devlet hata yapmıştır

100 yaşına basan tarihçilerin kutbu Halil İnalcık, bugün Türkiye’nin en önemli meselesinin kürt meselesi olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Doğu’da yıllarca onlara iyi muamele etmedik, en azından Batı’da bizimle beraber yaşamaya başladıklarında Kürtleri benimsemeliydik. Devlet vazifesini yapmadı, bu konuda biliminsanlarının uyarılarına kulak asmadı”.

Tam altı sene önce 93 yaşında olan ünlü tarihçi Halil İnalcık, o dönem yayınlamakta olduğumuz NTV Tarih dergisinde aylık tarih yazıları yazmaya başlamıştı. Bizim için büyük bir onur, okurlar için gerçek bir şanstı. Hocanın ilk kez yazdığı birbirinden değerli makalelere, kendimizce bir katkı yapabilmek için epey uğraştık. Haritalar, krokiler, arazi fotoğrafları, çizimlerle, onun yazdıklarını daha çok sayıda insana ulaştırmanın, özellikle gençlere aktarmanın yollarını aradık (Bu değerli makaleler geçen sene Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler adı altında NTV Yayınları tarafından kitaplaştırıldı; fakat yayıncı bunların ilk olarak nerede yayınlandığından hiç bahsetmemeyi tercih etti!)

Halil Hoca’nın Osmanlı tarihine yaklaşımındaki hassasiyet ve tarafsızlık; arşiv belgelerinden yola çıkarak yaptığı yorumlar gayet öğretici ve etkileyiciydi ama, beni en çok 90’ını geçmiş bir akademisyenin hâlâ saha araştırmaları yapması, örneğin Bolu dağlarında erken Osmanlı döneminin izlerini sürmesi şaşırtmıştı.

Yine o dönemde, Hoca’yı Bilkent Üniversitesi içindeki mütevazı dairesinde ziyaret ettiğimde şaşkınlığım daha da arttı. Evin salon ve yemekodası birleşik alanı, fiilen bir çalışma odasına dönüşmüştü ve binlerce kitap, kağıt, defterin arasından geçerek zorlukla oturacak dar bir yer bulabilmiştim. Hoca da aradabir kendi sıkıştığı köşeden kalkıyor, “şurada belgenin fotokopisi olacaktı” diyerek, o korkunç yığınlar arasında tek seferde aradığı şeyi buluyordu. Benim şaşkınlığıma karşılık da şöyle demişti: “Gürsel Bey buzdağının görünen kısmı bu; yani sadece şu sıralar uğraştığım işlerle ilgili kitap ve notlar bunlar. Benim asıl kütüphanem İstanbul’daki evde”.

Geçen ay 100 yaşına basan Halil Hoca’nın Ankara’daki evine beş yıl sonra tekrar gittiğimde manzara biraz değişmiş, salonda biraz olsun yer açılmıştı. Hoca “Şu sıralar bakmadığım kitapları kutulara koydum, yine de balkonda oturalım” diyerek güldü.

Halil İnalcık gibi bir uluslararası seviyede bir tarihçiye sorulacak şüphesiz çok şey vardı. Hele o hoca, bir asrı devirmiş, yani yazdıklarının yanısıra 99 yıl yaşamış ve Türkiye’nin geçirdiği evrelere bizzat tanık olmuş bir hoca ise. Bugün yaşadığımız dönemi bu tecrübe ve bilgiyle değerlendirmesini istediğimde ise şöyle dedi: “Gürsel Bey, bugün içinde bulunduğumuz durum, maalesef neredeyse sadece politik tercihlere göre anlatılıyor, yorumlanıyor. Ne desem bir tarafa çekilir. Halbuki ben yalnızca tarihten tarafım”.

“Peki hocam, öyleyse bugün Türkiye’nin sizce en önemli meselesi nedir ve tarihten çıkaracağımız bir ders var mıdır?” diyerek şansımı tekrar denedim. “Biz bu tür gazeteci numaralarını çok gördük” gibisinden gülümsedi ve “sizin derginizi öteden beri biliyorum ve çok beğeniyorum. Aktüaliteyi tarihle bağlantılı takip ediyorsunuz.

Zaten siz gelmeden bunu düşünmüştüm. Benim kişisel tarihimle de bir bağlantısı var. Bu bakımdan sorunuzu cevaplayacağım” dedi.

Kayda başladım.

“Bugün Türkiye’nin en önemli meselesi Kürt meselesidir. 27 Mayıs 1960’tan hemen sonra Millî Birlik Komitesi bizi Doğu’daki vaziyeti anlamak üzere bölgeye gönderdi. Cemal Alagöz ve başka arkadaşlarla beraber bilimsel bir rapor hazırlamak üzere epey dolaştık, çok insanla konuştuk. Kürt meselesi için bizim ülkede yapılan ilk bilimsel çalışma denebilir buna.

Ben kronolojiyi, hadiselerin sıralamasını hem öğrenirken hem öğretirken önde tuttum.

Tarihin sosyal ve ekonomik kısmına hep çok önem verdim. Batı’da da bu böyle. Yani toplumun tarihini, insanın tarihini yapmak. Bu gezintilerde de bu metodolojik bakış açımdan şaşmadım.

“Kürtlere asimilasyon siyasetinin nasıl tatbik edildiğini, kötü muameleleri orada gördüm. Kürt halkının çok geri şartlarda yaşadığını gözlemledim. Şeyh, derviş kılıklı insanlar halkın üzerinde söz sahibi idiydi.”

Bizim ziyaret ettiğimiz bu tarih aralığında Doğu illeri Ortaçağ’ı yaşıyordu adeta. Ziraat ağaların elinde. Daha ziyade bu sosyal problem üzerinde durdum ben. Ağalar, arazinin büyük kısmına sahip ve bu araziyi işletmek için de toprağı olmayan köylüyü yarıcı olarak çalıştırıyor. Bunları araştırdım. Ağanın hissesi üçte ikiye kadar yükseliyor bu arada. Bu da yerel köylüleri bir parya hayatına sürüklüyordu. Doğu ile ilgili raporumda bunun da üzerinde durdum. Halkın istismar edildiğinden bahsettim. Yaşanabilir bir muhitin devlet tarafından sağlanmadığına da değindim. Su yok, köprü yok…

“Ben 60’lı yıllardan beri Doğu’yu ilmî usullerle incelemektaraftarıyım. O dönemler devlet tarafından Kürtlerle ilgili saçmasapan, uydurma şeyler kaleme alınıyordu. 70’li yıllarda birkaçüniversitede kürdoloji enstitüsü kurulması teklifi de verdim. Biz bu fırsatları kaçırdık.”

Kürtlere asimilasyon siyasetinin nasıl tatbik edildiğini, kötü muameleleri orada gördüm. Kürt halkının çok geri şartlarda yaşadığını gözlemledim. Şeyh, derviş kılıklı insanlar halkın üzerinde söz sahibi idiydi. Said Nursi mesela büyük etki yaratmıştı. Şimdi önemleri azalsa da hâlâ etkilerinin devam ettiği yerler var.

Ayrıca devletin bu halk için vazifesini yapmadığını rapora ekledim. Raporu, Kurucu Meclis’e verdiler. O komitede Doğu’da valilik yapmış valiler vardı.

O dönemde Kürt vatandaşların sınır komşularımızla ilişkilerini kesmek için sınır kasabalarına Türkmenleri yerleştirme teklifleri yapıldı (Yakın zamanda bunları tek- rar duymaya başladık).

Doğu Anadolu’da hayvancılık ve bir tür kabile düzeni hakimdi. Kış geldiği zaman Doğu Anadolu’daki insanlar Kuzey Irak’a ve Suriye’ye giderlerdi, daha sıcak olduğu için. Osmanlı döneminde Fırat Nehri’nin kuzeyindeki Kürtlerden devlet birer akçe vergi alırdı hayvan başına. Palu’daki köprünün üzerinden geçerken hayvanlar tespit edilir ve ona göre para alınırdı. Bu bölgede Türkmenler de vardı tabii. Türkmenler ile Kürtlerin hayvan varlığı ara- sındaki uçurum (Türkmenler lehine) benim dikkatimi çekmiştir.

Meclis kuruldu, Komite otoritesini ve elindeki işleri meclise havale etti ve bizim raporumuz TBMM’ye intikal etti ve burada unutuldu. Bizim gözlemlerimiz boşuna bir ziyaretten ibaret kaldı. O dönem üniversitede ders veriyordum. Talebelerim arasında İsmail Beşikçi isimli bir talebem vardı. Bir gün ders sırasında ‘Doğu’yu tanımıyoruz, orayı anlamıyoruz, sizler ilmî metodlarla, Doğu’nun sosyal ve ekonomik meselelerini araştırın’ demiştim. Beşikçi bunu benimsemiş, kendisi sonrasında bu konuda uzman hale geldi. Sadece kitapları sebebiyle 30 seneye yakın hapiste kalmıştır. Ama Kürt meselesine olan ilgi benimle ve İsmail Beşikçi ile başladı.

“Biz çeşitli etnik grupları Türkiye birliği içinde benimsemeyibaşaramadık. Türkiye bu etnik zenginlikle uyumlu (Lazlar, Çerkeslergibi Türkiye’deki 27 farklı etnik grubu kapsayarak söylüyorum) bir siyaset belirlemeliydi. Yıllardır en temel meselelere el atamayan, pratik önlemler alamayan bir devlet sözkonusu.”

Ben o zamandan beri Doğu’yu ilmî usullerle incelemek taraftarıyım. O dönemler devlet tarafından Kürtlerle ilgili saçmasapan, uydurma şeyler kaleme alınıyordu. Ben birkaç üniversitede kürdoloji enstitüsü kurulması teklifi de verdim. 70’li yıllarda yapılmış bir teklif bu benim tarafımdan. Maksadı Doğu’yu ilmî şekilde tanımak. Son zamanlarda biliyorsunuz, ayrılık taraftarı Kürt aydınları bunun içeriğini değiştirerek ihya ettiler. Biz bu fırsatı kaçırdık.

Sonraki yıllarda Kürt meselesiyle ilişkim devam etti. Zannediyorum Milliyet gazetesi benimle bir röportaj yaptı. Türkiye’nin meseleleri üzerinde konuştuk, burada Kürt meselesini de ele aldık. Kürtler kitleler halinde Batı şehirlerine intikal ediyorlardı, bundan bahsettik. Fakat kendi ülkemizin sosyologları bu konuyla ilgilenmedi o dönemde. Kürt meselesi göç sonucunda sadece Doğu’yu ilgilendiren bir konu olmaktan çıktı, bütün Türkiye’yi ilgilendiren bir konu haline geldi.

Anadolu halkı yalnız Türklerden ibaret değil, Kürtler de var Anadolu’da. 80’li yıllarda oluyor bunlar. İstanbul’da Kürt nüfusu 1 milyonu aşınca, takip edeceğimiz siyasetin onları tam anlamıyla benimsemek olduğundan bahsettim. Doğu’da onlara iyi muamele etmedik, en azından Batı’da bizimle beraber yaşamaya başladıklarında onları benimsememiz gerektiğini anlattım. Bilimadamlarının söylediklerini gözardı etmemek gerekir. Benim sunduğum çözümler dikkate alınsaydı bugünkü çatışma durumunda olur muyduk, kendimize sormamız gerek.

Sosyal gelişimde ekonomi hayatı önemlidir. Biz çeşitli etnik grupları Türkiye birliği içinde benimsemeliydik.

Türkiye bu etnik zenginlikle uyumlu (Lazlar, Çerkesler gibi Türkiye’deki 27 farklı etnik grubu kapsayarak söylüyorum) bir siyaset belirlemeliydi. Yıllardır en temel meselelere el atamayan, pratik önlemler alamayan bir devlet sözkonusu”. 

‘Avrupa tarihi, Osmanlı tarihi olmadan yazılamaz, anlaşılamaz’

Avrupa’daki büyük ülkelerin millî devlet olma sürecinde Osmanlıların belirleyici rol oynadığını söyleyen İnalcık Hoca, Türk tarihçilere önemli görevler düştüğünü söylüyor.

Kanuni zamanında dünya ekonomik tarihi, Baharat ve İpek Yolları bizden geçiyordu. Osmanlı Devleti, Millî devletlerin teşekkül sürecinde İngiltere’yi, Hollanda’yı, Fransa’yı desteklemeseydi bunlar imparator ve Papa’ya karşı millî devletlerine kavuşamazlardı.

Fransa kralı esir düşmüştü 1525’te. Kanuni’ye büyük devlet olarak, imparatora karşı çıkabilecek güç olarak başvurdu ve Mohaç seferini bundan dolayı gerçekleştirdik. Mesela bizim tarihimizde bu oldukça açık, sonra Fransa ittifakıyla biz İtalya’yı fethetmek için Korfu Seferi’ni yaptık ve Fransa’ya Barbaros sayesinde Korsika’yı kazandırdık bu sefer esnasında. Fransa, Korsika’yı bize borçludur. Bu hakikatler eşeleniyor. 1543’te Hayrettin’in Fransa ile ittifakı ile ilgili olarak; ‘Türkler bu tarafa geldiler, yaptıkları bütün iş manastırdaki kızları esir alıp götürmekti’ derler. Benim Devlet-i Aliyye’yi okuyun, hakikatleri vesikalarla gösterdim. Toulon’da 30.000 Türk bütün bir kışı geçirmiştir baharda sefer için. Fransa varlığını bize borçludur.

Protestanlık, Osmanlı desteği olmasaydı ezilirdi imparatorluk tarafından. Yani Avrupa tarihi Osmanlı tarihi kaale alınmadıkça anlaşılamaz. Avrupalı yazarların da gözardı ettiği şeyler var. Biz Türk tarihçiler olarak bunların üzerinde durmalıyız.

Barbar Osmanlı algısı

Avrupa kamuoyunda “Barbar Osmanlı” imajı uzun yıllar boyunca hakim olmuştu.19. yüzyıl sonlarında Girit’te sivil halka saldıran Osmanlı askerlerini tasvir eden çizim.

Halil İnalcık, Osmanlılarla ilgili gerek Batı gerekse Doğu ülkelerindeki olumsuz ve tarafgir yaklaşımların değişmesinde, yaptığı bilimsel çalışmaların katkısını değerlendirdi.

Tarihçi olarak gençlik hayatımdan beri önüme koyduğum bir gaye vardı. Osmanlı İmparatorluğu, Türklük ve İslâm tarihinde yeni bir sayfa açan bir devlettir. Osmanlı Devleti bir dünya devletidir. Türk tarihinde de dünya tarihinde de önemli bir safhadır. Çalışmalarımda dünya tarihçilerini ikna etmek, inandırmak için, itiraz kabul etmez, arşiv vesikalar kullandım.

Rahmetli Turgut Özal zamanında, arşivimiz konusunda bir fon ayrıldı ve arşivimiz modernleştirildi. Bu arşive dayanarak Ömer Lütfi Barkan, ben, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, yeni bir Osmanlı tarihi anlayışı yolunda çalışmaya başladık. Barkan ve ben Osmanlı sosyo-ekonomik tarihi üzerinde durduk. Uzunçarşılı, teşkilat, siyasal tarih, bunların üzerinde durdu. Bu süreçte Hikmet Bayur’un da katkıları vardır. Yeni bir tarihçilik, arşiv vesikalarına dayalı, somut bir temele dayalı bir Osmanlı tarihi yarattık.

Benim An Economic and Social History of the Ottoman Empire isimli, 1000 sayfayı aşan bir çalışmam vardır. Bütün dünya dillerine çevrilen bir temel başvuru kitabına dönüşmüştür (Batı dillerinden başka Lehçe, Rusça, Arapça, Yunanca gibi…) Beni Atina Üniversitesi, 150. yıl dönümünde davet etti ve fahri doktorluk ünvanı verdi. Amerikan Akademisi, Sırp Akademisi, İngiliz Akademesi de beni bir üye olarak seçmişlerdir. 23 farklı üniversite bana fahri doktora ünvanı vermiştir. Bütün dünya artık Osmanlı İmparatorluğu’nu gerçek, tarafsız kaynaklardan, benim kitaplarımdan öğreniyor.

Arap dünyası, yıllarca aleyhimize bir Osmanlı tarihi öğretti. “Osmanlı Türkleri gelmeseydi,
biz Avrupa gibi gelişmiş bir devlet olacaktık” şeklinde düşünüyorlardı. Şimdi bu tamamen değişti. İki üç sene önce Arapların Nobeli sayılan “King Faisal International Prize”’a beni layık gördüler. Benim övünebileceğim, bütün dünya çapında kitaplarımın başvuru kitapları haline gelmesidir. The Ottoman Empire, The Classical Age, 1300-1600 kitabım şu an Çinceye çevriliyor, yakında Çince okunacak. Gönül rahatlığıyla ve iftiharla misyonumu tamamladığımı söyleyebilirim.

Batılıların beni benimsemesinde, itiraz kabul etmez delillerle çalışmamın da çok büyük payı var. 1972’de Dil Tarih Fakültesi’nden emekli olur olmaz Amerikan üniversiteleri bana teklifte bulundular. Chicago Üniversitesi’nde 1972’den 1986’ya kadar 15 sene Osmanlı tarihi okuttum.

Halil Hoca’dan tarihe düşülen notlar

Halil İnalcık’ın Timaş Yayınları tarafından 2 cilt olarak basılan son eseri Tarihe Düşülen Notlar, hocayla yapılmış söyleşilerden, röportajlardan oluşuyor. Aynı zamanda İnalcık’ın çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalar da kitabın kapsamında yer alıyor.

Hoca, kitaba yazdığı önsözde hassasiyetle üzerinde durduğu bir noktayı bize de tekrarladı:

“Timaş Yayınevi’nin önerisi üzerine çeşitli tarih ve yerlerde yaptığım konuşmalar, hitabeler, tenkitler, siyasi görüşlerden oluşan bu kitap benim düşüncelerimi takip etmek için birincil kaynak olma özelliğine sahip. Kronolojik bir biçimde bütün bu konuşmaları biraraya getirdik. Önceden hazırlanılmamış konuşmalardır; bundan dolayı Türkçe konusunda noksanlıklar içerebilir ve tekrarlar bulunabilir.”

Nice yıllara, nice kitaplara diyoruz.