Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

‘Balta asmak’, ‘Türk’e vermek’ ve ‘Hoşafın yağı’…

Yeniçerilere ait yazılı belgeler ve objeler çok az ama, onların gündelik hayatta kullandıkları kelime ve tabirlerin bir kısmı halen sözlü kültürde yaşıyor. Bu özel tabirler, günümüz argosuna ilham vermiş ve belki bazılarına da kaynaklık etmiş. Açıklamalı bir seçki. 

AKİDE ŞEKERİ

Yeniçerilerin bağlılıklarını ifade etmek üzere devlet adamlarına hediye ettikleri şeker. Akide; “bağlamak, düğümlemek, iman ve itikat” anlamlarına gelen Arapça bir kelime. Üç aylık maaşlarının (ulûfe/yem parası) dağıtımı esnasında Yeniçeriler, memnuniyet ve bağlılıklarını ifade etmek isterlerse, asesbaşı gibi bir rütbelilerinin eliyle Vezîriâzam, Yeniçeri ağası, Sekbanbaşı ve diğer başka rütbe sahiplerine, ağdadan yapılan akide şekeri ikram ederlerdi. Şekerin miktarı rütbeye göre beş yüz ila beş dirhem (1 dirhem=3,2075 gr) arasında değişirdi.

BALTA ASMAK

Yeniçerinin bir yapıyı veya kişiyi kendine bağladığını ilan etmesi. Balta, Yeniçeri argosunda “bir mal veya şahıs üzerinde sahiplik hakkını gösteren nişan” anlamına geliyordu. Ocağın son yüzyılında Yeniçeriler iyice çeteleşmeye başlamıştı. Denetledikleri semtlerde temeli atılan inşaatlara, konak ya da baraka demeden musallat olmaktaydılar. “Bıyığını balta kesmez” tabir olunan Yeniçeri zorbası, temeli yükselen yapının herhangi bir yerine bir çivi çaktırır, buraya sapında mensup olduğu ortanın simgesini taşıyan bir balta asar, mülk sahibine; “İnşaatın devam etmesini istiyorsan haracını öde!” mesajını verirdi. Balta yapıda asılıyken talep edilen miktar ödenmeksizin hiçbir işçi bu binalarda selamet üzere çalışmaya devam edemezdi. Pakalın’a göre bu tabir daha sonraları yaygınlaştı: Tren ve vapurlarda yer tutmak isteyen bazı saraylıların oturaklara alamet olarak bıraktırdıkları gazete, şemsiye ve tespih gibi şeyler de “balta” tabiriyle karşılandı. Bugün toplu taşıma araçlarında ve kütüphanelerde yer tutmak için bırakılmış çantalar, kitap ve defterler modern birer “balta” sayılsa yeridir.

CİVELEK

Yeniçeri ocağının delikanlıları. “Canlı, oynak, çekici” manasına gelen kelime, Yeniçeriler arasındaki gençleri işaretle, “yaver” anlamına gelirdi. Mutfak hizmetlerinde aşçıbaşının emrinde olan bu güzel yüzlü seçme delikanlılar nadiren dışarı çıkarlar, bazen de kadın girmesi yasak olan koğuşlarda bazı Yeniçerilerin tacizine uğrarlardı. Bu gibi durumlardan olabildiğince korunmak içinse amirleri tarafından yüzlerine bir saçak peçe giydirilirdi. Ocağa “yeni kapılanmış” yani henüz girmiş genç erkeklere “Hacı Bektaş köçeği” ve “nedim” de denilir. Köçek kelimesinin, “küçük” ya da “köçek” (dans ederken dönmek) sözcükleriyle ilgili olduğu düşünülüyor. Galatalı Hüseyin isimli bir Yeniçeri halk şairi (çöğürcü), 19. yüzyılda, bir civelek için şu şiiri yazmış: “Germabede [hamamda] görsen eğer meleği / Belli olur Hacı Bektaş köçeği / Nişanı var eteğinde paçada / Trabzon bezi donu gömleği”.

ÇALIK

Ocaktan kovulan Yeniçeri. Ocaktan atılan veya idam edilen Yeniçerinin ismi defterden silinir, buna da “esâmesi çalınmak” denirdi. Son devirlerde bunun yerine “kaydı terkin olunmak” tabiri kullanıldı. Kovulan Yeniçerilerin affedilip ocağa geri alınmasına “çalık tashihi” denirdi. Adı Yeniçeri kütüğünde kayıtlı olan nefer, artık “defterlü” ve “esâmelü” olmakla övünebilirdi.

DÜZME SOLAK

Solak sınıfından olmayanlardan yapılan padişah muhafızı. Yeniçeri Ortalarının 60’tan 63’e numaralandırılanları, padişahı korumakla ve tören alaylarında kendisine refakat etmekle yükümlü Solaklardı. Yirmi civarında Solak ise padişahın yakın korumasını üstlenir, bunlara “rikâb-ı hümâyun” ya da “Hassa Solakları” denirdi. Bunlar anası-babası belli, bulaşıcı hastalığı ve kayıp uzvu olmayan, güvenilir, 25 yaşından büyük neferlerdi. Mavi gözlü, köse ve kısa olanlar Solak olamazdı. Daima yay ve okları kurulu olarak yürür, padişaha sırtlarını dönmemek için hünkârın sağında bulunanlar sol ellerini, solunda bulunanlar sağ ellerini kullanırdı (sol ellerini kullanabiliyor olmalarının isimlerine kaynaklık ettiği düşünülür).

ELLİ ALTI

Zabıtalık eden Yeniçeri. Galata Köprüsü yakınındaki Yemiş İskelesi’nde, vaktiyle Çardak denilen yerde, belediye işlerini denetleyen Yeniçeriler bulunurdu. Çardak İskelesi’ne yanaşan gemilerin mallarının indirilmesi ve denetlenmesi işiyle memur olduklarından kendilerine “çardak kolluğu” da denilmiştir. Kol ve baldırları, kadırga dövmeleriyle süslüydü ve bu mensup oldukları 56. Orta’nın alametiydi. Son zamanlarda bunlar da erzak ticaretiyle uğraşan esnafa sıkıntı çıkarır oldular. Gemilerden indirilen sebze, meyve, yağ ve ballara el koyuyor, kendileri yüksek fiyattan satıyorlardı. Sık sık esnaf çıraklarıyla kavga etmeleri ve kadınlara alenen tacizde bulunmaları ayyuka çıktı. Sonunda Ağakapısı’na şikâyet edildiler ve Câbî Said Vakayinâmesi’nde yazıldığına göre birkaç sorumlu 1812’de idam edildi.

FINDIK

Tüfek mermisi. Osmanlıların ilk kez 1343-44’teki Macar savaşlarında ve 1448’deki 2. Kosova Savaşı’nda tüfek kullandıkları düşünülmektedir. Ok ve yayın yanında Yeniçeriler tüfek talimi de yapıyor ve önemli bir kısmı bu silahı maharetle kullanıyordu. İlk mermiler fındığa benzediği için de bunlara fındık dediler. Lutfi Paşa (öl. 1563), 1526 Mohaç Savaşı’nda çok sayıda Yeniçerinin tüfekle donatıldığını belirtir. Ocaklılar kendilerinin kullandıkları mermilere “Yeniçeri fındığı”, bununla yapılan ateşe de “fındık serpmek” diyordu. Fındığı fırlatabilmek için gerekli barutu üreten Yeniçerilere ise “otçu” denirdi.

GEDİKLİ

Eski ve kıdemi Yeniçeri. Eski Türkçede “çentmek, delik açmak” manasına gelen “gedik” kelimesi, Osmanlılarda “imtiyaz” anlamına gelen bir tabirdi. Yeniçeri ağasının hizmetinde bulunanlara “ağa gediklileri” deniyordu. Bunlar diğerlerinden ayırtedilmek için altın, ipek ve gümüşle dokunan serâser kumaştan kuşak bağlarlar, alışıldık Yeniçeri börk ve başlıkları yerine “mücevveze” denen sarık takarlardı. Eski ve muteber Yeniçerileri ifade etmek için “kokonos, atik esâmeli, eski, emekdâr, ocak ihtiyarları” ifadeleri de kullanılırdı. Bunlar ulûfelerini genellikle 1 gün erken alıyordu.

HOŞAFIN YAĞI KESILMEK

Yeniçerilerin isyan etmek için sudan bahaneler üretmeleri. Ocağın bozulmaya başladığı 16. yüzyıl sonları ve 17. yüzyıldan beri, Yeniçeriler isyan etmek için çeşitli sebepler bulmakta güçlük çekmiyordu. Rivayete göre; vaktiyle mutfak meydancısı aynı kepçeyi kullanarak önce pilav gibi yağlı yemekleri çanaklara dağıtır, hoşafı en son koyarmış. Ortalara gönderilen hoşaf bakraçlarında hâliyle parmak kalınlığında yağ görmeye alışan Yeniçeriler, bir gün ağanın emriyle her yemeğin taksimi için ayrı kepçe kullanılmaya başlanınca velveleyi koparmışlar: “Hoşafun yağı kesildi, yağlu hoşaf isterüz!”. Yeniçeriler memnuniyetsizlik hâlinde derhâl Hacı Bektaş Velî’ye ait saydıkları kazan-ı şerifi alır, Atmeydanı’na çıkarırlar, böylece “kazan kaldırmak” adıyla meşhur isyanlarını başlatırlardı. 

İSTANBUL AĞASI

İstanbul’daki Acemi Ocağı’nın başındaki zabit. Acemi Ocağı yayabaşısı ve bölükbaşısının tayini ve görevden alınması ile saray mutfağının odun ihtiyacının karşılanması işine bakardı. Bazı dönemlerde şehrin asayişinden de sorumlu olmuştur.

KILIÇ ATLAMAK

Yeniçerilerin yemin töreni. Savaşçının başat silahı olan kılıcı üzerine yemin etmesi tanıdık bir motiftir. Kaşgarlı Mahmud’a göre eski Türkler “Gök girsin kızıl çıksın!” diyerek birbirlerine kılıçlarını gösterdikleri bir yemin ayini icra ediyorlardı. Yeniçeriler de ocağa alındıkları zaman kılıç kuşanma töreni yapıyor, muhtemelen kılıç üzerine “yolumdan döner isem bu kılıçla doğranayım” yollu yemin ediyorlardı. Sünbülzâde Vehbî (öl. 1809) şöyle nazmediyor bu tabiri: “Vermeğe sözlerine istihkâm [sağlamlık] / Kılıç atlarlar öperler En’âm [Kur’an cüzü]”.

LEYLEK ÇADIRI

Seferde bağlı olduğu Ortadan firar eden Yeniçeri neferlerinin yakalanıp geri getirildikten sonra cellada verilip idam edildikleri çadır. Bu çadır, ordu karargahının ortasına kurulurdu.

MELEK GİRMEZ SOKAĞI

Yeniçerilerin Bahçekapı’daki fuhuş yuvası. Şehir surlarının dışında kalan, Yeniçerilerin sık uğradığı bu sokağın çehresine salaş ahşap yapılar hâkimdir; kahvehaneler, dükkânlar, kayıkhaneler… Üst katları ise yYeniçerilerin türlü uygunsuz işlerini gördükleri bekâr odalarıydı. Belki Yeniçeriler yaratmadı bu ismi ama, halk buraya Melek Girmez Sokağı adını verdi. Reşad Ekrem Koçu’nun ifadesiyle; buralara, aslında melek değil, şeytan bile girmeye cüret edemezdi. 1812’de şehirde veba kol gezmeye başlayınca, mikrobun kaynağının bu ve benzeri yerler olduğu düşünüldü ve Sultan II. Mahmud, Galata, Tophane ve Üsküdar’daki tüm bekâr odalarını yıktırdı. Bu sokağın günahkâr hatırasını silmek için de padişah buraya “Hidayet Camii” adında bir mabet açtı.

NÖBETÇİ YENİÇERİ

Özellikle sınırlara yakın kalelerde barış dönemlerinde görev yapan Yeniçerilere denirdi. Nöbet süresi üç yılla sınırlıydı ve bu süreyi dolduran komutanlar ve neferler İstanbul’daki kışlalarına dönerlerdi.

OTURAK

Emekli Yeniçeriler. Ocağın disiplinli dönemlerinde (16. yüzyıl ortaları ve öncesinde) Yeniçerilerin pir (yaşlı) ve amelmande (işten geri kalmış) olmadıkça emekliye ayrılmaları söz konusu değildi. Ancak sonraları bu da bozuldu. Koçi Bey’in 4. Murad’a (1623-1640) sunduğu layihada, Oturakların sayısının on bini aştığı ve bunların da henüz taze ve kuvvetli kişiler oldukları yazılıdır. Bunlar gündelik 30 ila 120 akçe ödenek alırdı. “Ortak”, bir diğer isimleriydi.

PENÇIK

Savaşta elde edilen esirlerden beşte birinin Osmanlı ordusuna asker olarak yetiştirilmek üzere seçilerek Acemi Ocağı’na gönderilenlere “pençik oğlanı” bu kanuna ise “pençik kanunu” denirdi. Acemi Ocağı’na gönderilmeye uygun olmayan esirlerden ise “pençik resmi” ismiyle vergi alınırdı.

REMİZ 

Yeniçeri cemaat ve bölüklerinin her birinin sembolü. 101 cemaat ve 61 bölüğün her birinin değişik birer remizi vardı ve bunlar tabur sancaklarına, çadırlarına, cemaat ve bölüklerle ilgili binaların görülen yerlerine ve ölen Yeniçerilerin mezartaşlarına işlenirdi.

SEMER DEVİRMEK

Bir Yeniçerinin başka bir Ortaya geçmesi. Bir Ortadan başka bir Ortaya geçmek Ocak geleneğinde hoş görülmeyen bir şeydi ve tası tarağı toplayıp gidenlere alay yollu “semer devirdi” denirdi. Özellikle de paylaşılamayan genç yoldaşlar tarafından Ocağın son dönemlerinde sıkça tutulan bir yol hâline gelmişti. Terkedilen orta mensupları, giden yoldaştan intikam almak ister, tercih edilen diğer Orta ise yeni yoldaşlarını korumak için bıçaklarını bilerdi. 1819’da Galata’nın muhafazasından sorumlu 25. Orta’dan yine aynı işle görevli 71. Orta’ya “semer deviren” bir genç 25’liler tarafından öldürülünce ortalık karışmıştı. Üç gün süren sokak çarpışmalarında pek çok nefer öldü, sayısız dükkân yağmalandı.

TÜRK’E VERMEK

Devşirme çocukların yetişmek üzere Türk aileye verilmesi. Osmanlılar, Kapıkulu yapmak üzere devşirdikleri çocukları Hıristiyan ailelerden almaya özen gösterirdi. Kavânîn-i Yeniçeriyân’a göre; Türk evladını ocağa almamak faydalı bir tutumdu, zira “Türklerin çoğu merhametsiz, din ve diyaneti zayıf kimseler”di. Olur da bir Türk Yeniçeriliğe kabul edilirse, memleketlerindeki akrabaları “hünkâr kulı oldım” diye çevresindekiler üzerinde iktidar kurmaya kalkar, reayayı incitir, vergi de ödemezdi. Kâfir evladını cem etmenin faydası ise İslâm’a yeni giren fertlerin din gayreti ile savaşacağının umulması ve eskiden bağlı olduğu toplulukla aralarına düşmanlığın sokulmasıdır. Ayrıca bunlar devlette ne kadar yükselirlerse yükselsinler, akrabaları kâfir oldukları için vergilerini vermemezlik edemezdi. 

Yine de, ocakta vücudu istenmeyen Türk’ün kültürüne ve inancına (ruhuna) talip olunmuş, devşirilen yabancı kökenli çocukların Acemi Ocağı’na girmeden önce, beş ila sekiz yıl Türk aileler yanında hizmet etmesi, Türkçeyi öğrenip örf, âdet ve Müslümanlığı tanıması beklenmiştir. 

USTA 

“Yeniçeri Ustası” da denir. Yeniçerilerin küçük rütbeli subaylarındandı. Ustalık unvanı 2. Mahmud’un yaptığı reformlar sırasında aşçıbaşılığa çevrildi. 

ÜSKÜF 

Yeniçeri Ocağı’nın yüksek rütbeli zabitlerinin giydiği ve börkten farklı olarak çevresi dört parmak eninde sırma şeritle çevrili başlık. 

VELEDEŞ-VELED-I KUL 

Yeniçerilerden Kapıkulu sipahi bölüklerine geçenlerden evlenip çocuk sahibi olanların yetişkin oğulları. Veledeşler babaları hayattayken ileride Ocağa kaydolmak için aday yazılırlar ve babalarının ulufesinden pay alırlardı. Baba emekli olunca veya ölünce onun yerine Ocağa kaydolurlardı. 

YAHNİ KAPAN 

Bey ve paşa konaklarında hizmet veren yeniçeri. Ocakta bulunmayıp, bey, paşa, ağa konaklarında muhafızlık görevi yapan Yeniçerilere, muhtemelen kışladaki yoldaşlarınca, burada yiyip içtikleri için “yahni kapan” denilmişti. Diğer bir isimleri “kapılı” idi ve üç aylıklarına “kapılı ulûfesi” deniliyordu. 

ZAĞARCI 

Ocağın 64. cemaat ortalarına mensup askerler. Bunların Orta komutanlarına ise “zağarcıbaşı” denirdi. 

MİNYATÜR TARİH – EMRE TAŞ

Tarihe nakş’edilen askerler

İmparatorluğun bu en seçkin ve saygın savaşçı grubunun saray yazmalarında gözardı edilmesi elbette beklenemezdi. Tarihçiler Yenierilerin destanlarını anlatırken, minyatür ustaları da başkalarından kolayca ayırtedilen eşsiz görünümlerini, hayranlık verici maharetlerini ve değişik ruh hâllerini betimleyerek Ocağın görsel tarihine not düştüler. 

Benzersiz Yeniçeri tarzının ortaya çıkışını Osmanlıların mevcut ilk tarihçesi Âşıkpaşazâde Tarihi (1485) şöyle hikâye eder: “Ak börk geydürdiler, adını ezel çeri iken yiniçeri kodılar”. Ön tarafında bir tüylük ya da kaşıklık bulunan, giyilince yarısı arkaya sarkan sırma işlemeli beyaz üsküfler, Yeniçeriyi minyatürlerde bir bakışta tanımamızı sağlıyor. Bu başlıklara elbette dönemine göre bir kaftan, çakşır, kuşak, çizme ve türlü teçhizatla birlikte, el üstünde tutulmanın getirdiği mağrur bir eda eşlik ediyor. 

Her ne kadar arşivleri yakılmış, marşları ve sözlü kültürleri ciddi anlamda tarihten silinmiş olsa da, Osmanlı elyazmalarındaki Yeniçeri tasvirleri, zihnimizde hiç de silik olmayan bir Yeniçeri görüntüsü oluşturmaya ilk elden olanak tanıyor. Belki çok boyutluluktan yoksundur bu betimler ama, yine de seslerini duyamadığımız, üsluplarına vâkıf olamadığımız bu sert adamlara ilişkin belgesel nitelikte bir şahitlik imkânı, nakkaşlar tarafından sunulmuş bizlere. 

Yırtıcı kuşlar gibi… 


Levnî’nin bu klasik Yeniçeri minyatürü, çanak yağması seremonisini betimliyor. 1720-Okmeydanı şenliklerindeki olay, Surnâme’de Vehbî tarafından şöyle anlatılmakta: “Meydana bin tabla pilav ve zerde konuldu, Bektaşilerce yağmalansın diye. Turna katarı gibi dizildiler, doğan kekliğe dalar gibi öyle bir daldılar ki bulaşık hizmeti görenlere iş kalmadı” (Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi). 

Tut börkü yoldaş, düşmesin! 


Pilav tablalarına seğirten Yeniçerilerin bazıları börklerini tutuyor. Öyle ya “başı kabak” kalmak pek makul değil. 

Usûlden mi gönülden mi?

Nakkaş Osman’a atfedilen bu minyatür, Feridun Bey’in Nüzhetü’l-ahbâr (1569) adlı eserinde yer alıyor. Sahneye göre Sigetvar sonrası Kanunî ölmüş (1566), 2. Selim başında yas tutmaktadır. Yeniçeri ve Solaklar ise biraz uzakta, oldukça mahzun, dua okuyorlar; sakallı çizilmeleri de farklı bir bilgi. Çok geçmeden yeni padişahtan cülus bahşişi talep edecek ve miktarı beğenmeyip gürültü çıkartacaklar (TSMK). 

‘Sevimli’ Yeniçeriler

Levnî’nin Surnâme’deki birkaç minyatüründe, padişah tarafından sünnet ettirilen yüzlerce reaya çocuğunu Yeniçerilerin elinden tutarken buluruz. Şenlikten 10 yıl sonraki Patrona İsyanı’na (1730) karışanların, bütün saflığıyla tebessüm eden bu halim selim kullar olacağına kim inanabilir? 

Biz de geçtik bu yollardan!

Ârifî Süleymannâmesi’nde yer alan, nakkaşı belirsiz bu minyatürde, bir Balkan kasabasında pencik oğlanlarının toplanması tasvir edilmekte. Uzun başlıklı devşirme emini, acemilere verilecek yol harçlığını hesaplarken yanındaki katip de çocukların kimlik bilgilerini ana deftere geçiriyor. En üstte feryat eden bir anne ve biraz sağ tarafında, bir zamanlar aynı sahneyi yaşamış bir Yeniçerinin sakinleştirdiği başka bir kadın var (TSMK). 

Şahnâme’de Yeniçeriler

 
Osmanlı sarayına Şiraz’dan gelen birkaç Şahnâme yazmasındaki “Dârâ’nın ölümü” sahnesinde şaşırtıcı biçimde Yeniçeri figürleri yer alır. Sanat tarihçisi Lâle Uluç’a göre bunun nedeni tasvirdeki İskender’in Rûm ülkesini simgeliyor oluşudur. Bu minyatür 16. yüzyıl Doğu-İslâm dünyasında “Rûm askeri” imgesiyle Yeniçeri görünümünün özdeşleştiğine ilginç bir kanıt teşkil eder (1522 tarihli Şahnâme yazması, TSMK). 

Devamını Oku

Son Haberler