“Ben 1935 yılında Vefa’da doğdum. Ünlü bozacının önünden, 20 metre kadar Şehzadebaşı yönüne doğru yürürseniz, bir çıkmaz sokak vardır, orada, şimdi yıkılmış olan bir tahta evde. 1940 yılına kadar İstanbul’da kaldım. 4 yaşla 14 yaş arasında ailemle Batı Anadolu’nun ilçelerinde dolaştım. 14 yaşında İstanbul’a, liseye yatılı öğrenci olarak döndüm.” diye başlıyor önce hayata sonra edebiyata heves ettiği yılları anlatmaya Demir Özlü. Kabataş Lisesi’ndeki edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil ona yeni bir dünyanın kapısını açıyor. Yıllar sonra eski hocası onun için “Hikâyelerinin yapısını varoluşçu ve gerçeküstücü öğelerle oluşturdu, entelektüel ve esrarlı havasıyla yalın gerçekçilerin karşıtı bir yazar oldu” diyecektir. İlk öykü kitabı Bunaltı (1958), 1950 kuşağının etkilendiği varoluşçu felsefeyi ve Sartre ile açık etkileşimini yansıtıyor. İstanbul Hukuk’un ardından önce gönüllü, ardından zorunlu sürgün yılları da başlıyor. İstanbul Üniversitesi’ndeki asistanlık pozisyonundan sakıncalı bulunarak çıkarılan Özlü, 1979’da İsveçli eşi ve oğluyla birlikte Stockholm’e uçuyor. Ne var ki bu gönüllü sürgün yılları ona pek iyi gelmiyor. Gönüllü sürgün de çok geçmeden resmî sürgüne dönüşüyor zaten. 1983’te, yazıları sebebiyle hakkında dava açılıyor; ardından vatandaşlıktan çıkarılıyor. Bu yıllardan bahsetmekten “Bana yapılan şeyleri anlatmayı küçüklük sayarım” diyerek kaçınsa da Bunaltı ile başladığı yolculuğunu 30 kitaba, onlarca ödüle, yüzlerce dergi-gazete yazısına ve binlerce okura dönüştüren Özlü, sürgün hayatının zorluklarına karşı yazıyı yurt edindiği bir hayat yaşıyor.