Filistin topraklarına İsrail’in yaptığı üçüncü ve en şiddetli saldırının nedeni aktüel bahaneden çok tarihin biriktirdiği sorunlarda. Siyonizm başta ezilen bir halkın kurtuluş ideolojisiyken, garip bir biçimde Filistinliler üzerinden ırkçı bir pratik haline geldi.
İsrail’in 3 yurttaşının öldürülmesini bahane ederek Gazze’ye yaptığı son saldırı 50 gün sonra sağlanan ateşkesle durduruldu. Bilanço: Dörtte biri çocuk olmak üzere 2138 ölü, 10 binden fazla yaralı, 400 bin yerinden yurdundan olmuş insan ve binlerce yıkılmış veya artık kullanılamayan bina. İnsani ve maddi kayıplar açısından 1967 savaşından bu yana Filistin topraklarına İsrail’in yaptığı en şiddetli saldırının nedeni aktüel bahaneden çok tarihin biriktirdiği sorunlarda.
2008, 2012 ve 2014’te İsrail askerleri kendi yurttaşlarının güvenliğini koruma adına Gazze’ye saldırdılar. Sekiz yıldan beri Mısır’ın da katılımıyla sürdürülen sahil şeridindeki ambargo, zaten Gazze’yi bir toplama, mülteci kampına dönüştürmüş durumda.
2012 tarihli bir Birleşmiş Milletler raporu Gazze şeridinin 2020’de altyapı eksikliği (en azından 800 ek hastane kurulmalı, okul sayısı katlanmalıydı) ve temel ihtiyaç maddeleri (günde 4 saat elektrik var ve halkın yüzde 80’i musluk suyundan yoksun) yetersizliğinden artık yaşanır olamayacağını belirtiyordu.
İsrail saldırısı durumu daha da katlanılmaz hale getirdi. Tek elektrik santralı yıkılmış durumda ve yeniden çalışabilmesi için en az bir yıl gerekli. Yıkılan bina, hastane, okul sayısının haddi hesabı yok. Nüfusun %75’i uluslarası gıda yardımına muhtaç.
Bugün insanlık tarihi açısından Ortadoğu’nun iki yakasında, Filistin ve Mezopotamya’da büyük felaketler yaşanıyor. Vahşet ve gayri insanilik dünyanın bu bölgesini kendine merkez edinmiş gibi.
Her birinin tarihi kendine göre olsa da yüz yıl önceki Büyük Savaş onların kaderinde ortak hatlar çizdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun eski sınırları içindeki bu topraklarda yeni sınırlar büyük oranda savaşın galibi İngiltere tarafından belirlendi.
Daha 1. Dünya Savaşı bütün dehşetiyle devam ederken 1916’da Paris ve Londra Osmanlı İmparatorluğu’nu nasıl bölüşeceklerini müzakere ediyorlardı. Sonra geçerliliği olmasa da iki diplomat (François Georges-Picot ve Mark Sykes) adlarıyla anılacak olan bir anlaşma hazırlamışlardı. Aralık 1920’de Londra’ya geçen Clemenceau, “Ne konuşacağız?” diye sorduğunda Lloyd George, “Mezopotamya ve Filistin” diye cevap verir. İkinci soru çok açıktır: “Bana ne istediğinizi söyleyin.” Cevap daha da açıktır: “Musul’u istiyorum.” Clemenceau, olurunu verdikten sonra yine sorar: “Başka?” “Kudüs’ü de isterim” deyince yanıtı yine olumlu olacaktır.
Filistin’in tarihi daha sonra 2. Dünya Savaşı’ndan insanlığa miras kalan dört hususun bileşik etkisi altına girecekti. Bunlardan ilki Nürnberg mahkemelerinde “Auschwitz modeli” mahkum edilmesine rağmen, “öteki”nin kökünün kazınmasının Hiroşima vakasında görüldüğü üzere galiplerce mubah addedilmesidir. Hiroşima büyük çaplıydı, ama Nazi işgalinin hemen ertesinde Fransa da Cezayir’i bombalıyordu. Bugün İsrail’in Gazze’yi bombalamasının böylesi bir geleneği vardır.
İkincisi, geniş bir Yahudi nüfusu olan Stalin Rusyası’ndaki Yahudi düşmanlığıdır. İsrail’in kuruluşuyla kendi doğdukları topraklarda uğradıkları baskı karşısında Yahudiler büyük sayıda göç ettiler. Mirasın üçüncü hususu, Nazilerin amacı olan Avrupa’daki bütün Yahudilerin kökünün kurutulması, milyonlarca insanın soykırıma tabi tutulmasına rağmen (ne iyi ki) başarısızlığa uğramasıdır. Nürnberg’de bütün insanlığa karşı işlenmiş iğrenç bir suç olarak mahkum edilen bu felaket, İsrail devletinin bu- gün kendi ırkçı politikalarını pervasızca uygulamasının bahanesi haline gelmiştir. Başta ABD olmak üzere dünyanın efendileri de kendi geçmişlerinin kefaretini ödercesine İsrail devletinin bütün uygulamalarını haklı görmekte.
Son olarak Avrupa’daki bütün Yahudilerin bir toprağa kavuşması için mücadele eden siyonizm de başarılı oldu. Paradoksal olarak yüz yıllardır Yahudilerden kurtulma peşinde olan Yahudi düşmanlığının (anti semitizm) onları önceleri Osmanlı İmpatarorluğu topraklarına yerleştirme çabalarıyla siyonistlerin çabası çakıştı. Arap ve Avrupa yöneticilerinin işbirliği ile bölgedeki sakinlerin aleyhine bir kolonileştirme yürürlüğe koyuldu. Siyonizm başta ezilen bir halkın kurtuluş ideolojisi olarak ortaya çıkmışken garip bir biçimde Filistinlilerin sırtından caniyane ve ırkçı bir ideoloji haline geldi.
Böylece Nazilerin soykırımından bugüne kurbanların cellat haline dönüşmesine tarih tanıklık etmektedir. Bütün bu tarihsel arka plandan ötürü, Gazze’de ölen çocukların cenazelerinin kaldırılması sırasındaki öfke uluslararası kamuoyunda Yahudi düşmanlığı diye takdim edilebilmektedir.
1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan bugüne Gazze Filistin meselesi olduğu kadar Filistin de bir Arap meselesi olarak tarihe geçmiştir. Arap devletleri 1947’deki Filistin’in paylaştı- rılması plânını kabul etmemişler ve aralarından bazıları 1948, 1967 ve 1973’te İsrail’le savaşmışlardır. 1964’te Arap Devletleri Birliği, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kuruluşunu desteklemiştir.
FKÖ’nün“parlamentosu” denebilecek olan Filistin Ulusal Konseyi, Arap devletlerinin, özellikle Ürdün ve Mısır’ın gözetiminde oluşmuştur. 60’lı yıllarda Filistin meselesinin bizzat Filistinlilerin ele alması için ciddi mücadeleler verilmiştir. 1959’da Fetih’in kuruluş gerekçesi de budur. Arap rejimlerinin Filistin’i kurtarmaktaki acizlikleri, Filistinlilerin özerk bir biçimde mücadeleyi yürütmelerine, bir anlamda mücadeleyi Filistinleştirmelerine yol açmıştır.
Fetih “Arapların birliği Filistin’in kurtuluşunu sağlayacaktır” derken bir yandan da 1948 felaketinden (nakba) Arap rejimlerini sorumlu tutuyordu. Arap rejimlerinin Filistin’in kurtuluşuna engel oldukları belirtiliyordu. 1967 yenilgisi, 1968-1969’da FKÖ’nün denetimini ele geçiren Fetih’in söylemine güç verdi.
1967 Arap-İsrail savaşından ve bununla birlikte Arap milliyetçiliğinin yenilgisinden bu yana Filistin, Ortadoğu’da İsrail devletinin temsil ettiği ilişkilere ve dünyanın efendilerine karşı mücadelenin kalesi olarak görüldü. İsrail işgaline karşı Filistinlilerin özellikle 1970’li yıllarda yürüttükleri silahlı mücadele ve Aralık 1987’deki ilk İntifada (ayaklanma) bölgede diktatörlükler arasında sıkışmış kalmış olanlar için bir umut oldu.
70’li yıllardan sonra Fetih konumunu güçlendirdi ancak politik olarak bu özerkleşmeye paralel bir biçimde mali olarak Arap rejimlerine bağımlı kaldı. 60’lı yılların başından itibaren Yaser Arafat’ın hareketi silahlı mücadeleye parasal imkan sağlamak için Arap rejimlerininin kapısını çalmıştı. 1962’de henüz kurulmuş olan Cezayir’den istediği desteği aldı. Suriye ve Irak Baas’ı da hem maddi bakımdan desteklemeyi hem de talim kampları sunmayı kabul etti. Arafat’ın yakınları Suudi Arabistan ile de bir ilişki aradılar ve 1964’te petrol bakanı Ahmet Zaki Yamani ile doğrudan ilişki kuruldu. Yamani de Arafat ile Fetih’e büyük miktarda para yardımı yapacak olan Kral Faysal arasında bir görüşme ayarladı.
Mali ve maddi açıdan özellikle Arap rejimlerine bağlı hale gelen hareket, özerkliği açısından hayli çelişik bir duruma geldi. Maddi destek karşılıksız değildi ve bölgesel ittifak oyunlarına bağımlıydı. Bu bağımlılığın faturasını Arafat, Birinci Körfez Savaşı sırasında Saddam Hüseyin’i destekleyerek ödeyecekti.
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Cephesi, Fetih ve diğer bir dizi unsur Fetih’in etkisindeki FKÖ’de yer alıyorlardı. Özellikle Oslo Antlaşması’ndan sonra Fetih müzakere sürecine bel bağladı. Bu arada maddi imkanlar ve devleti olmasa da bir aygıt sahibi olarak geniş bir bürokrasiye dayandı. Fetih daha sonra yolsuzluklarla da eleştirildi. Filistin önderliğinin yıpranması farklı siyasal akımlara da yer açtı. İslami Direniş Hareketi (Hamas) 1987’de kuruldu. Kurucularının üçü de (Şeyh Ahmed Yasin, Abdel Aziz al-Rantissi ve Muhammed Taha) Müslüman Kardeşler kökenlidir. Hamas’ın amacı, İsrail devletini ortadan kaldırarak Filistin topraklarında islâmi bir devlet kurmaktı. 1993’den 2005’e Hamas sivilleri de hedef alan intihar saldırıları örgütledi. Nisan 2005’ten itibaren İsrail kentlerine füze atışları yapmayı bu tür eylemlere tercih etmiştir.
Gazze’de nüfuz kazanmaya çalışan Hamas, Filistin’in diğer kesiminde birkaç yıl Haşimi rejiminin müttefiki olan Ürdün İslami Hareketi’nin önemli bir parçası oldu. Buradaki Müslüman Kardeşler Gazze’deki halktan farklı olarak memur, tüccar, mülk sahibi kesimlerden oluşmuştu. 80’lerin ortasına kadar Ürdün dini kurumlarında önemli mevkiler elde ettiler.
70’li ve 80’li yıllarda Müslüman Kardeşler Suudi Arabistan ve Suriye gibi devletler tarafından dolaylı veya doğrudan yaptıkları sosyal yardım faaliyetleri için desteklendiler. İsrail de FKÖ’nün çeşitli kollarının aksine saldırılar düzenlemeyen, askeri olmayan, yalnızca dinsel faaliyetlerde bulunan bu harekete imkan tanıdı. Ahmed Yasin’in nüfuzu ile gelişen hareket “İbrani işgalciye” karşı silahlı eylemlere başladı. Yasin, 1989’da tutuklandı ve 1997’de bir mahkûm takasında serbest bırakıldı.
1990’lı yıllarda ise Hamas bölgedeki dayanaklarında köklü bir değişiklik yaparak büyük miktarda İran tarafından finanse edildi.
2004’te Ariel Sharon’un emriyle Hamas’ın tarihsel lideri Ahmed Yasin ve halefi Abdel Aziz al-Rantissi öldürüldü. Hamas’ın yönetimindeki deği- şiklik hareketin stratejisinde siyasal alana doğru bir gelişmeyi getirdi. 2005 yerel seçimlerine katıldı. Belediye seçimlerindeki başarısının ardından 2006’da Filistin genel seçimlerini %56 ile kazandı. Meclisteki 132 sandalyenin 74’ünü almıştı. Hamas’ın başarısı yöneticilerinin yolsuzluğa bulaşmamış olması, özellikle yaşlılara ve çocuklara yönelik sosyal yardım hizmetleri vermesinden kaynaklanıyordu.
Başkan Mahmud Abbas, Hamas’ı yeni hükümeti oluşturmaya çağırdı. Ancak İsrail çatışmasında arabuluculuk işlevi gören yabancı hükümetler için bu bir geri dönüş olarak algılandı. ABD intihar saldırılarını takbih etmediği ve İsrail’in varlığını kabul etmediği takdirde Hamas ile görüşmeyeceğini bildirdi. İsrail Başkanı Moşe Katsav ve başbakan Şimon Peres, Hamas terörizmi terkeder ve İsrailin varlığını kabul ederse görüşebileceklerini bildirdi.
Hamas’ı yönetime getiren seçim, Filistin’in bölünmesine ve derin bir bunalıma girmesine neden oldu. Uluslararası yardımlar kesildi, İsrail saldırıları yeniden başladı ve iki Filistinli siyasal kanat arasında çatışmalar başladı. Haziran 2007’de Fetih ve Hamas arasında 113 kişinin öldüğü iç savaşta, Hamas, Fetih’i Gazze’den tamamen atarak bölgeye hakim oldu.
27 Nisan 2011’de Fetih ve Hamas bir anlaşmayla “seçimleri hazırlamak üzere bir geçiş hükümeti oluşturmak” için bir protokol hazırladılar. Şam’daki Halid Meşal’in olumlu bakmasına rağmen Gazze’deki Hamas yöneticileri atanan hükümet başkanına karşı çıktılar ve İsrail’in yanında bir Filistin Devleti’ni kabul etmeyeceklerini bildirdiler.
2012’de İsrail ordusuyla Hamas, İslami Cihad, Halk Direniş Komiteleri ile çeşitli Selefi ve El Kaide’nin etkisindeki gruplar arasında Gazze şeridinde ardarda çatışmalar oldu.
Nisan 2014’te Fetih ve Hamas bir ulusal birlik hükümeti kurma konusunda anlaştıklarını bildirdiler. Haziran 2014’te iki karşıt örgüt, yedi yıldır süren anlaşmazlıklara son vererek bir mutabakat hükümeti kuracaklarını açıkladılar. İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu Hamas’ın yer alacağı bu yeni oluşumu tanımayacaklarını bildirdi.
12 Haziran’da İsrail üç gencin kaldırılmasından Hamas’ı sorumlu tutarak Hamas ve İslami Cihad üyelerini tutukladı. İsrail bir kez daha asgari insani talepleri reddederek müzakere sürecini kesintiye uğrattı.
Geçtiğimiz yüzyılda kaldığı sanılan barbar bir sömürgeci politikayla İsrail, Gazze’yi çökerterek Yahudi ve Filistinlilerin barış içinde birlikte yaşama koşullarını da berhava etmektedir. BM tarafından açıkça mahkum edilmiş olan Gazze’ye ambargo ve durmaksızın yeni yerleşimcilerin alanının genişletilmesi politikası değişmedikçe Filistin halkının trajedisi devam edecektir. “Barış yoksa, adalet de yok!”