Bir dizi sözlü tarih görüşmesine dayanan, bin sayfayı aşkın hacmiyle ve DVD’siyle göz dolduran bu çalışma, cumhuriyetin yapı taşlarından biri olan DTCF’yi, 75 yıllık köklü bir eğitim kurumunu, hocalarının, eğitmenlerinin, öğrencilerinin gözüyle ele alıyor.
MERİN SEVER
Ankara Üniversitesi’nin 686 sayılı KHK’dan nasibini almasından sadece birkaç hafta önce, İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çok önemli bir kitap çıktı: Bir Cumhuriyet Çınarı – Sözlü Tanıklıklarla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin 75 Yılı. Hayriye Erbaş öncülüğünde yürütülen bir dizi sözlü tarih görüşmesine dayanan, hacmiyle ve görüşmeleri içeren DVD’siyle göz dolduran bu çalışma. Aslında cumhuriyetin ilk fakültesi olarak kurulan, 1946’da Ankara Üniversitesi bünyesine dahil edilen meşhur ve “olaylı” DTCF’nin, orada öğrencilik yıllarını geçirenlerin, orada ders veren, havasını soluyanların gözüyle bir anlatımı… Görüşülen onlarca isim arasında, DTCF’nin ilk öğrencileri ve sonrasında ilk “ilmî yardımcılık”tan yükselen akademisyenleri arasında yer alan tarihçi merhum Halil İnalcık ve arkeolog Nimet Özgüç gibi isimler elbette ilk göze çarpanlardan… 1930’lar Türkiye’sinin hikâyesini dinlerken, aslında her DTCF’linin vurguladığı gibi, “modernleşen Türkiye”nin de hikâyesine tanık oluyoruz. Söz konusu fakülte, Atatürk eliyle “Türk tarihini, bu coğrafyanın dilini ve kültürünü” araştırma, dönemin dil ve tarih tezlerini ispat etme maksadıyla kurulan bir fakülte olunca, bu vurgu daha bir anlam kazanıyor.
Ne var ki, fakültenin bugünlerde yine tartışma konusu olan “mâkus talihi” de daha 40’lı yıllarda başlıyor. Halil İnalcık’ın “DTCF’nin daha tutucu bir renk alması” dönemi olarak tanımladığı bu yıllarda iki dönüm noktası var; biri Hitler döneminde Türkiye’ye davet edilen ve bugün bile DTCF ekolü olarak tanımlanan yapıyı kuran profesörlerin milliyetçi saldırılarla küstürülerek kaçırılması; diğeri ise Behice Boran, Niyazi Berkes, Mediha Berkes, Pertev Naili Boratav, Azra Erhat gibi önemli isimlere yönelik saldırılar ve nihayetinde 1948 Tasfiyesi… İlhan Başgöz, Demokrat Parti’nin başa gelmesinden sonraki “cadı avı” dönemini “Dil Tarihli olmak 1946’dan sonra bizim için bir avantaj, bir sevinç konusu olmaktan çıktı, korku konusu olmaya başladı” sözleriyle açıklıyor.
DTCF’ye yönelik tasfiyeler ilerleyen yıllarda da devam etti; 1960 Darbesi’yle 147 akademisyen hiçbir gerekçe gösterilmeden fakülteden atıldı; 1980 Darbesi de benzer bir yol izledi. Ancak görüşülen kişilerin ısrarla vurguladığı gibi, DTCF her saldırıdan kendisini toparlayarak çıkmayı başardı. Kökleri derine uzanan bu çınar, kendi kurucu ekolüne de eleştirel yaklaşabilen sağlamlıkta bir duruşa sahip olmaya devam etti. Bu çalışma da, tam olarak bunu vurguladığı için anlamlı…
Bugün, kuruluşundan beri “DTCF’nin vitrini” olarak anıldığı kitapta da belirtilen Tiyatro Bölümü, yapılan ihraçlarla hocasız bırakılıp fiilen işlemez hale getirilse de eleştirel nosyona sahip akademisyenler KHK’larla uzaklaştırılsalar da; görüşmelerden anlıyoruz ki, DTCF’ye -ve genelde üniversitelere- yönelik bu tasfiye dalgaları, eleştirel ve üniversel düşünceyi öldürmeyi başaramıyor.
DTCF’nin 75. yılı anısına, o dönemin rektörü Cemal Taluğ ve dönemin dekanı Rahmi Er’in desteğiyle hazırlanan bu çalışma, bu açıdan iyi bir sözlü tarih örneği olduğu gibi; bireysel bellek ve kolektif bellek oluşumuna hizmet eden bir hafıza mekânı olan DTCF’nin tarihine daha ayrıntılı bir biçimde bakmamızı da sağlıyor.
Avrupa’da Osmanlı etkisi
İlk basımını yapan Osmanlı ve Avrupa kitabı, özellikle Batılı pencerenin Osmanlı İmparatorluğu’na bakışını bizlere sunarken, Avrupa medeniyetinin Osmanlı Devleti’nden hangi konularda etkilenip pay aldığını da tahlil ediyor.
Halil İnalcık’ın şimdiye dek Türkçeye çevrilmemiş makaleleri, Kronik Kitap ekibinin gayretleriyle çevrilerek Osmanlı ve Avrupa: Osmanlı Devleti’nin Avrupa Tarihindeki Yeri isimli kitapta yayınlandı. Merhum hocamız kitabın önsözünde, Osmanlı İmparatorluğu’nun 15. yüzyıldan itibaren Avrupa tarihinin şekillenmesindeki önemli etkisini ele alıyor.
Tarihçi gözüyle seyahatname
Hem dilin kendisine hem de kullanımına verdiği önemi hemen her yerde belirten İlber Ortaylı, bir kez daha yayımlanan Seyahatnamesi’nde kültür izlenimlerini paylaşıyor. İlber Ortaylı, Eski Dünya’yı, yani Asya ve Avrupa kıtalarını tarihçi gözüyle köşe bucak gezmiş. Merak uyandırmasının yanında eşsiz bilgiler de veren kitap, tabii en iyi gezi rehberlerinden bile daha kaliteli ve gerçekçi. İsrail’den Rusya’ya, Venedik’ten Singapur’a ve Japonya’ya uygarlıklararası etkileşim ve geniş kültürel deneyim ile bu seyahatname, dünyaya farklı bir gözle bakmayı sağlıyor. Ortaylı, Yeni Dünya, Afrika ve Güney Amerika kıtaları seyahatnamesinin de müjdesini veriyor. Sonda yer alan müze gezisi bölümü ise Louvre (Fransa), British (İngiltere) ve Ermitaj (Rusya) müzelerine ayrılmış.