1908’den 1955’e kadar yayımlanan Karagöz gazetesi, Türk basın tarihinin en uzun süreli yayımlarından biriydi. Uzun yıllar haftada iki kez yayımlanan gazete, fıkralar ve çizimlerle zenginleşen birçok ek yayın da çıkarmıştı.
2. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra 8 Ağustos 1908 (26 Temmuz 1324) tarihinde çıkmaya başlayan
mizah gazetesi, Türk basınında uzun ömürlü süreli yayınlarımızdan biridir. Kurucusu, ilk başyazarı ve karikatüristi Ali Fuad Bey’den (öl. 1919) sonra Mahmud Nedim, Aka Gündüz, Baha Tevfik, Burhan Cahit Morkaya, Orhan Seyfi Orhon, Refik Ahmet Sevengil, Sedat Simavi mesul müdürlük ve “ser muharrirlik” yapmışlardır.Ağustos 1908’den Ocak 1935’e kadar 2803 sayı yayınını sürdüren Karagöz gazetesi mizah basını içinde iz bırakan en önemlilerdendir. Çoğu metin ve karikatürlerin imzasız yayımlandığı gazete, dört sayfadan oluşmaktaydı. Arka ve ön kapaklarında birer büyük karikatürün yer aldığı gazetenin bazı sayıları ikinci baskılarını yapmıştı. Pazartesi ve Perşembe olmak üzere haftada iki kez çıkan
, 18 Ağustos 1928’den itibaren Arap ve Latin alfabesiyle karışık olarak çıkmaya başladı. Aralık 1928’de tamamen Latin harflerine dönen gazetenin bir bocalama devresine girdiği görülmekteydi.Karagöz Halk Gazetesi, Burhan Cahit Morkaya’nın yönetiminde cumhuriyet modernleşmesinin halka benimsetilmesi adına önemli bir işlev yerine getirmiştir. 1935 yılında Karagöz’ün varisleri gazeteyi CHP’ye satmışlar, Sedat Simavi yönetiminde Karagöz 2. Dünya Savaşı’nda da çıkmıştı. Çok partili siyasi hayata da ulaşan gazete, 4785. sayıda (1955) yayımına son vermiştir.
İdarehanesi
19. yılında okuyucularına renkli olarak basılıp dağıtılan bir el ilanında şöyle hitap etmektedir:
“Türkiye’nin En Revaçlı Gazetesi- Karagöz yakında on dokuzuncu yılına girecek. “Karagöz” Türkiyenin ilk inkılab gününde gazeteciliğe girmiş, ogün bugün milletin derdleriyle, sevinçleriyle yaşamışdır. “Karagöz”ün en doğru görüşleri ve düşünüşleriyle yalnız Türkiye’de değil Türklerin bulunduğu her yerde Bulgarya’da, Yunanistan’da, Yugoslavya’da, Kıbrıs’ta, Mısır’da, Amerika’da, Finladiya’da, Okyanusya’nın Cava Adaları’nda Türk dilinin geçdiği her tarafta okunan bir gazete halinde büyümüş, revaçlanmıştır. Şark memleketlerinin en çok okunan ve sevilen gazetesi “Karagöz”dür. Bu kuvveti karilerinin sevgisine borçlu olan “Karagöz” yeni on dokuzuncu yaşına girerken bütün okuyucularına teşekkür eder”.
Karagöz gazetesi süreli bir yayın olmakla birlikte aynı zamanda kitap yayını alanında da faaliyet göstermiştir. 1910-1913 yılları arasında, İstanbul’da dört yıl boyunca Karagöz Sâlnâmesi adıyla o senelere ait yıllıklar çıkarmış, 1917 yılında “Karagöz’ün Müneccimliği, 1333 sene-i Hicriyesine mahsusudur” başlıklı geleceğe yönelik komik öngörüler içeren küçük bir kitapçık yayımlamıştır.
Yine
’ün dağıttığı bir el ilanında bastığı başka kitaplar hakkında şu bilgileri okuyoruz:“Karagöz”ün Karileriyle Bir Hasbihali
Daima milletin uyanması memleketin ileri gitmesi için çalışan “Karagöz” karilerinin fikirlerini açmak ve medeniyet hayatının güzelliklerini anlatmak arzusuyla yeni yeni kitaplar, hikâyeler, romanlar basmağa başladı. Bunlardan biri:
COŞKUN GÖNÜL romanı idi. Karilerimiz İstanbul’da büyük bir heyecan uyandıran ve herkesin elinde gezen bu romanı okudular ve çok memnun oldular. Şimdi:
AŞK BAHÇESİ romanını basıyoruz. Bu roman çapkın bir Türk gencinin İstanbul kibar kadınlar alemindeki maceralarını ve yeni cemiyet hayatını anlatıyor. Şimdi İstanbul’da herkes bu romanın çıkmasınıbekliyor. İki haftaya kadar o da çıkacaktır. Bu kitapların yeni hayatı bilmeyenler için çok istifadeli eserlerdir.
Coşkun Gönül – Güzel ciltli – 125
Aşk Bahçesi – Güzel ciltli – 100
Karilerimiz hangisini isterlerse parasını posta havalesi verip bize de adreslerini bildirsinler güzel paket yapılıp derhal gönderilir.
Matbaa işleri
Aynı zamanda matbaamızda renkli, güzel tüccar faturaları, defterler, el ilânları, makbuz koçanları, biletler ve şık kart dö vizitler basılır. İstenilen siparişlerini idare müdiriyetine bildirsinler”.
Henüz tam tesbiti yapılamayan kitap yayını arasında belki de en hacimli ve büyük olanı ise Burhan Cahit Morkaya imzasını taşıyan
isimli 216 sayfalık kitaptır. İstanbul’da 1926 yılında Hacivad Matbaası’nda basılmıştır. Uzunca metinlerden oluşan 152 fıkra bulunan kitabın sonunda yer alan “Birinci cildin sonu” kaydı bir kaç cilt olarak düşünülmüş olduğunu göstermektedir. Fıkralara bağlı 110 karikatür ile resimlenen kitapta klasik tip ve kıyafetiyle hem eski zaman yaşayışıyla hem de modern yaşam tarzıyla dalga geçen bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Bazı fıkralar ’ün modern hayata uyarlanmış halidir. Daha çok eskiye eleştirel bakan yeni hayat tarzını öne çıkaran bir kitaptır .İKİ KARAGÖZ FIKRASI
Çek bakalım…
Karagöz, yetişmiş oğlunu okusun diye Bursa’daki Süleyman Çelebi Medresesi’ne yollamış. Oğlan medresenin kara cahil hocalarından biraz Mızraklı İlmihal, biraz Tecvid okumuş; o zamana göre tahsilini yaparak, bağrı yanık, başı önünde mutassıb bir çömez olup babasının yanına gelmiş.
Günün birinde Karagöz oğlunu yanına alıp uzakça bir köye doğru yola çıkmış. Yolda idrarı sıkıştıran Karagöz bir çalılığı siper alıp işini göreceği sırada oğlu babasının maksadını anlayıp hemen haykırmış:
– Aman baba, ne yapıyorsun hiç şarka doğru abdest bozulur mu?
Karagöz medrese görmüş oğlunun bu ihtarından utanmış hemen cenuba dönmüş. Fakat oğlan bu sefer daha kuvvetle çağırmış.
– Olmaz baba olmaz. Hiç kıbleye karşı abdest bozulur mu?
Karagöz lâ-havle çekip bu sefer garba dönmüş fakat oğlan yine haykırmış:
– Güneşin battığı tarafa abdest edilmez baba, vallah günahdır!
Karagöz’ün sabrı tükenmeğe başlamış, şimale dönmüş. Babasının her hareketini kontrol eden medrese görmüş oğlan bu sefer üstüne yürümüş.
– Vallah çarpılacaksın baba, arkan kıbleye geldi.
Karagöz artık dönecek yeri kalmadığı için derhal yüzü koyun yere yatıp hacetini yaparken kendi kendine: “Cezadır herif çek bakalım” demiş, “mektebler dururken medreseye çocuk yollarsan işte böyle kara cahil, ham sofu olur başına bela kesilir. Çek bakalım!”
Ya o beni islâh edecek ya da…
Karagöz bir akşam özene bezene tedârik ettiği nefis mezelerle sofrasını donatmış, ortaya ufak sürahi içinde rakısını yerleştirmiş, ara sırabol limonda ezilmiş havyardan, kırmızı renğiyle iştihâ veren domates, patates salatalarından, nefis hıyar turşusundan çimlenerek demlenmeğe başlamış. Bu sırada sofu, mutassıb komşusu Hacı Abdullah Efendi gelmiş Karagöz’ü çilingir sofrasının başında çakır keyf görünce
– Ya hû demiş yaşına başına bakmadan hâlâ şu zıkkımı içiyorsun. Nefsine, canına olsun acımıyor musun?
Karagöz işi tatlıya bağlamak, komşusunun hatırını kırmamak için erkân minderinde yer gösterip şöyle demiş:
– A birader niyetimi maksadımı anla da sonra bana istediğini söyle. Ben bu zıkkımı nefsimi terbiye için içiyorum. Çünki bakıyorum nefsim habazanlık ediyor. Tatlılar, tuzlular, envaı türlü pahalı, güzel yemekler istiyor. O böyle tatlı, ballı, pahalı şeyler istedikçe ben dayıyorum gözüne ustura gibi rakıyı, veriyorum ağzına kan gibi şarabı… Bakalım ya o beni ıslâh edecek ya ben onu!