Cumhuriyet döneminin ve Garip akımının iki büyük şairi, 1927’de başladıkları Ankara Atatürk Lisesi’nde 6 yıl birlikte okumuşlardı. Öğrencilik yıllarındaki Orhan Veli’yi Oktay Rifat’ın kaleminden anlatan 4 sayfalık belge, bir fotoğraf ve bir çizim ilk defa günışığına çıkıyor.
Türk şiirinin yakın tarihimizdeki en önemli isimlerinden Orhan Veli, yine büyük şair Oktay Rifat’ın sınıf arkadaşıdır. Her ikisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinde görev yapmaya gelmiş babaları sebebiyle, Ankara’da “Taş Mektep” diye bilinen Ankara Atatürk Lisesi’ne kayıt olur. Orhan Veli’nin numarası 433, Oktay Rifat’ınki 311’dir. Bu iki arkadaş 1927’de kayıt oldukları okulda 6 sene öğrencilik yaparak Ankara Lisesi’nden mezun olur. Aralarına sonradan katılan Melih Cevdet ile birlikte edebî bir akımın başkişileri olacaklardır.
Bu kalemi kuvvetli edebiyatçılarımızın uzun bir zamana yayılan okul arkadaşlıkları hakkında fazla bilgi kayıtlı değildir. 2007’de Atatürk Lisesi için büyük ve kapsamlı bir kitaba imza atan Turan Tanyer’e göre “Orhan Veli ve Oktay Rifat, okul yıllarıyla ilgili olarak çok az bilgi bırakmışlardır. Melih Cevdet ise pek çok yazısında yer yer Ankara’daki lise yıllarına dönmüştür…”
Hâluk Oral’ın 2015’te yayımlanan Bir Roman Kahramanı Orhan Veli isimli titiz, detaylı ve belgeye dayalı çalışmasında ise Orhan Veli ve Oktay Rifat’ın okul hayatı, hocaları, çıkardıkları Sesimiz dergisindeki yazıları gibi önemli konularda izahat vardır.
Oktay Rifat ile Orhan Veli’nin arkadaşlıkları ve okul hayatları hakkında önemli bir aile arşivinden bulduğumuz bazı ilginç belgeler iki şairin Ankara Atatürk Lisesi’ndeki yaşantılarına ışık tutmaktadır.
Oktay Rifat’ın elyazısıyla ortaya çıkan 4 sayfalık belge büyük ihtimalle okul yıllığı için kaleme alınmış bir hâtıra yazısıdır. Yazısının başına isimleriyle birlikte okul numaralarını da yazan Oktay Rifat, öğrencilik yıllarındaki Orhan Veli’yi anlatır; şairin nefis bir portresini çizer.
İlk defa günışığına çıkan bu belgeye ek olarak, iki önemli görsel malzeme daha yine ilk defa ortaya konmaktadır. Bunlardan ilki Oktay Rifat’ın çizdiği bir Orhan Veli portresidir. Kurşun kalemle karikatürize edilmiş bu çizimin üzerinde ise “Ekrem” isimli diğer bir okul arkadaşlarının portresi vardır.
İkinci önemli görsel/belge de Oktay Rifat’ın, Orhan Veli ile karlı bir havada çektirdiği fotoğraftır.
OKTAY RİFAT’TAN ORHAN VELİ YAZISI (1932)
‘Karışık saçlı, düşük pantolonlu nevi şahsına münhasır’ bir talebe
Sınıf arkadaşı Oktay Rifat’ın yazısı, Orhan Veli’nin lise yıllarındaki portresini çiziyor: “… Kendine mahsus gülmesinde, parmak kaldırışında bile bir hususiyet göze çarpar. Onun bu hâllerini ekseri muallimler pek sevmezler veya sevmez görünürler. Fakat edebiyat hocaları umumiyetle bayılırlar…”
“433 Orhan Veli
Bahar içinde sıcak bir gündü. Yaza kavuşmadan aldığım zevkle, mektebin arkasındaki çayıra papatyaların üstüne arkası üstü uzanmış dereden tepeden konuşuyor, ikimizin de yüzü şapkalarımızla örtülü, güneşin verdiği gevşeklikle bazan uzun müddet susuyorduk.
Bir aralık tatlı bir şeyi ona hararetle anlatıyordum. Söyledim, uzun müddet söyledim. Sonra yüzünde lakırdılarımın tesirini görmek için döndüğüm zaman onu yerinde bulamadım. Bana haber vermeden acaba nereye gitmişti. Kafirin huyunu bilirim, gine bir muziplik yaptığını anladım, hiç sesimi çıkarmadan yeniden arkası üstü uzandım. Birden kulaklarımda kıvrak bir kahkaha çınladı. Bizim arkadaş aşağıdaki hendekten gülüyordu. Yanıma sokulurken konuşmaya başladı:
“Yahu bir saaten beridir tek başına öyle komik, komik anlatıyordun ki”.
Kendimi güç tuttum. Cevap veremedim, kızar gözüktüm; böyle olmasa o muzipliklerini bir kat daha artırabilirdi.
Yaptığı işler yaramazlık derecesine çıkan bu çocuğu, uzun yüzünden, yatık fakat karışık saçlarından, hiç kapanmayan kalın dudaklarından, şalvara benzeyen dizi çıkmış düşük pantolunundan, incecik vücudundan tanıyabilirsiniz. 433 Orhan Veli.
Onu ben Reşat Nuri beyin Çalıkuşu isimli romanındaki Feride’ye benzetirim. Daha doğrusu onun muziplikleri ile Feride’nin küçüklüğü arasında münasebetler bulurum. O yalnız, tabii bir iki farkla: Çalıkuşu’nun icat ettiği karakterlerin erkekleşmiş şekillerini bulur. Belki bu tarz romanları fazla okumasından, belki de içten gelme herhalde o sınıfın en yaramaz talebesidir. Bakın gine onun bir vakası:
Karanlık bir gece; yatakhanedeyiz. Elektrikler pırıl pırıl; herkes gibi o da uyanık, etrafına bakıyor; arada sırada yatak komşusu ile de konuşuyor. Bir aralık iki çocuk kalktılar, zaten yatağa elbiseler ile girmişler; ikisi de pabuçlarını giydi… Çocuklar soruyorlar. Ne var ya hu? Siz neden giyiniksiniz?
– Sussss !..
Parmaklarının ucuna basarak ikisi de çıktı; doğru abdesthaneye… Gece bekçisi geçiyor; adam uzaklaştı. Apteshaneden çıktılar. Elektrik sigortasına doğru yürüdüler. Orhan sert bir hareketle ilerledi, sigortayı kesti, elektrikler söndü. Panik… Ne tarafa? Darülbedayi’ye.
Bu düşünülmüş plan, bu korkuyu göze alma, sırf onun için… Kendisinin de dediği gibi o yarı yarıya tiyatrodur.
Ertesi günü ikisi de edebiyat hocasının önündeler.
– Efendim meclisi mualliminde bizi müdafaa edin. Yaptığımız kabahat; bunu biliyoruz fakat sanat aşkile biz bu kabahati işledik. Bizim edebiyata ve bilhassa tiyatro kısmına ne kadar meraklı olduğumuzu biliyorsunuz.
Oktay Rifat ile Orhan Veli karlı bir kış gününde…
Orhan hakikaten nevi şahsına münhasır bir talebedir. Kendine mahsus gülmesinde, parmak kaldırışında bile bir hususiyet göze çarpar. Onun bu hâllerini ekseri muallimler pek sevmezler veya sevmez görünürler. Fakat edebiyat hocaları umumiyetle bayılırlar. Mektepte gayet pervasız gayet yaramaz görünen Orhan’ın en korktuğu insan babasıdır. İmtihan zamanları karnesini eve numaraların bozukluğundan götüremiyen bu muzip çocuk uzun müddet önü ilikli, mütecessis nazarlarla idarenin önünde babasını bekler. Onu çocuklar tehlikeli zamanlarda baban geldi diye korkuturlar.
Geçen sene bu beyim lacivert bir elbise yaptırmış, mektebe çıka geldi. Baktım pantolon çok düşük. Sokuldum, “Orhancığım” dedim “galiba kemerin yok, pantolonunu çeksene”. Eliyle çekti sonra gerileyerek sordu: “Nasıl beğendin mi? Babam işte böyle kısa yaptırır uzunlardan hoşlanmaz”. “Düşük pek çirkin” dedim. Hemen atıldı “kısa daha çirkin”. “Pekâlâ eve böyle düşük gidersen baban kızmaz mı? Muhakkak mektebe gelirken salıveriyor eve dönerken topluyorsun”. Ses çıkarmadı. O gün bugün Orhan’ı ne zaman görsem gözümün önünde bir eliyle kapusunun zilini çalan diğer eliyle de pantolonunu toplayan bir çocuk gelir.
Orhan’ın mümeyyiz vasıflarından biri de kelimeleri değiştirerek konuşmasıdır. Kendine mahsus bir lisan icat eden Orhan gine o lisanla şiirler söyler. Hoş çocuktur velhasıl.
311 Oktay Rıfat”