Kasım
sayımız çıktı

311 Oktay Rifat’tan 433 Orhan Veli’ye…

Cumhuriyet döneminin ve Garip akımının iki büyük şairi, 1927’de başladıkları Ankara Atatürk Lisesi’nde 6 yıl birlikte okumuşlardı. Öğrencilik yıllarındaki Orhan Veli’yi Oktay Rifat’ın kaleminden anlatan 4 sayfalık belge, bir fotoğraf ve bir çizim ilk defa günışığına çıkıyor.

 Türk şiirinin yakın ta­rihimizdeki en önem­li isimlerinden Orhan Veli, yine büyük şair Oktay Rifat’ın sınıf arkadaşıdır. Her ikisi de Türkiye Cumhuriye­ti’nin başkentinde görev yap­maya gelmiş babaları sebebiy­le, Ankara’da “Taş Mektep” diye bilinen Ankara Atatürk Lisesi’ne kayıt olur. Orhan Ve­li’nin numarası 433, Oktay Ri­fat’ınki 311’dir. Bu iki arkadaş 1927’de kayıt oldukları okulda 6 sene öğrencilik yaparak An­kara Lisesi’nden mezun olur. Aralarına sonradan katılan Melih Cevdet ile birlikte edebî bir akımın başkişileri olacak­lardır.

Bu kalemi kuvvetli edebi­yatçılarımızın uzun bir zama­na yayılan okul arkadaşlıkları hakkında fazla bilgi kayıtlı de­ğildir. 2007’de Atatürk Lise­si için büyük ve kapsamlı bir kitaba imza atan Turan Tan­yer’e göre “Orhan Veli ve Ok­tay Rifat, okul yıllarıyla ilgili olarak çok az bilgi bırakmış­lardır. Melih Cevdet ise pek çok yazısında yer yer Anka­ra’daki lise yıllarına dönmüş­tür…”

Hâluk Oral’ın 2015’te ya­yımlanan Bir Roman Kahra­manı Orhan Veli isimli titiz, detaylı ve belgeye dayalı çalış­masında ise Orhan Veli ve Ok­tay Rifat’ın okul hayatı, hoca­ları, çıkardıkları Sesimiz der­gisindeki yazıları gibi önemli konularda izahat vardır.

Oktay Rifat ile Orhan Ve­li’nin arkadaşlıkları ve okul hayatları hakkında önemli bir aile arşivinden bulduğumuz bazı ilginç belgeler iki şairin Ankara Atatürk Lisesi’ndeki yaşantılarına ışık tutmaktadır.

Oktay Rifat’ın elyazısıy­la ortaya çıkan 4 sayfalık bel­ge büyük ihtimalle okul yıllığı için kaleme alınmış bir hâtı­ra yazısıdır. Yazısının başına isimleriyle birlikte okul nu­maralarını da yazan Oktay Ri­fat, öğrencilik yıllarındaki Or­han Veli’yi anlatır; şairin nefis bir portresini çizer.

İlk defa günışığına çı­kan bu belgeye ek olarak, iki önemli görsel malzeme daha yine ilk defa ortaya konmak­tadır. Bunlardan ilki Oktay Rifat’ın çizdiği bir Orhan Ve­li portresidir. Kurşun kalem­le karikatürize edilmiş bu çi­zimin üzerinde ise “Ekrem” isimli diğer bir okul arkadaş­larının portresi vardır.

İkinci önemli görsel/belge de Oktay Rifat’ın, Orhan Veli ile karlı bir havada çektirdiği fotoğraftır.

OKTAY RİFAT’TAN ORHAN VELİ YAZISI (1932)

‘Karışık saçlı, düşük pantolonlu nevi şahsına münhasır’ bir talebe

Sınıf arkadaşı Oktay Rifat’ın yazısı, Orhan Veli’nin lise yıllarındaki portresini çiziyor: “… Kendine mahsus gülmesinde, parmak kaldırışında bile bir hususiyet göze çarpar. Onun bu hâllerini ekseri muallimler pek sevmezler veya sevmez görünürler. Fakat edebiyat hocaları umumiyetle bayılırlar…”

“433 Orhan Veli

Bahar içinde sıcak bir gündü. Yaza kavuşmadan aldığım zevk­le, mektebin arkasındaki çayıra papatyaların üstüne arkası üstü uzanmış dereden tepeden konu­şuyor, ikimizin de yüzü şapkala­rımızla örtülü, güneşin verdiği gevşeklikle bazan uzun müddet susuyorduk.

Bir aralık tatlı bir şeyi ona ha­raretle anlatıyordum. Söyledim, uzun müddet söyledim. Sonra yüzünde lakırdılarımın tesirini görmek için döndüğüm zaman onu yerinde bulamadım. Bana haber vermeden acaba nereye gitmişti. Kafirin huyunu bilirim, gine bir muziplik yaptığını anladım, hiç sesimi çıkarmadan yeniden arkası üstü uzandım. Birden kulaklarımda kıvrak bir kahkaha çınladı. Bizim arkadaş aşağıdaki hendekten gülüyordu. Yanıma sokulurken konuşmaya başladı:

Oktay Rifat’in çizgileriyle Orhan Veli.

“Yahu bir saaten beridir tek başına öyle komik, komik anlatı­yordun ki”.

Kendimi güç tuttum. Cevap veremedim, kızar gözüktüm; böyle olmasa o muzipliklerini bir kat daha artırabilirdi.

Yaptığı işler yaramazlık de­recesine çıkan bu çocuğu, uzun yüzünden, yatık fakat karışık saç­larından, hiç kapanmayan kalın dudaklarından, şalvara benzeyen dizi çıkmış düşük pantolunundan, incecik vücudundan tanıyabilirsi­niz. 433 Orhan Veli.

Onu ben Reşat Nuri beyin Çalıkuşu isimli romanındaki Feri­de’ye benzetirim. Daha doğrusu onun muziplikleri ile Feride’nin küçüklüğü arasında münasebet­ler bulurum. O yalnız, tabii bir iki farkla: Çalıkuşu’nun icat ettiği karakterlerin erkekleşmiş şekille­rini bulur. Belki bu tarz romanları fazla okumasından, belki de içten gelme herhalde o sınıfın en yara­maz talebesidir. Bakın gine onun bir vakası:

Karanlık bir gece; yatakhane­deyiz. Elektrikler pırıl pırıl; herkes gibi o da uyanık, etrafına bakıyor; arada sırada yatak komşusu ile de konuşuyor. Bir aralık iki çocuk kalktılar, zaten yatağa elbiseler ile girmişler; ikisi de pabuçlarını giydi… Çocuklar soruyorlar. Ne var ya hu? Siz neden giyiniksiniz?

– Sussss !..

Parmaklarının ucuna basarak ikisi de çıktı; doğru abdesthane­ye… Gece bekçisi geçiyor; adam uzaklaştı. Apteshaneden çıktılar. Elektrik sigortasına doğru yürü­düler. Orhan sert bir hareketle ilerledi, sigortayı kesti, elektrikler söndü. Panik… Ne tarafa? Darül­bedayi’ye.

Bu düşünülmüş plan, bu kor­kuyu göze alma, sırf onun için… Kendisinin de dediği gibi o yarı yarıya tiyatrodur.

Ertesi günü ikisi de edebiyat hocasının önündeler.

– Efendim meclisi muallimin­de bizi müdafaa edin. Yaptığımız kabahat; bunu biliyoruz fakat sanat aşkile biz bu kabahati işle­dik. Bizim edebiyata ve bilhassa tiyatro kısmına ne kadar meraklı olduğumuzu biliyorsunuz.

Oktay Rifat ile Orhan Veli karlı bir kış gününde…

Orhan hakikaten nevi şahsına münhasır bir talebedir. Kendine mahsus gülmesinde, parmak kaldırışında bile bir hususiyet göze çarpar. Onun bu hâllerini ekseri muallimler pek sevmezler veya sevmez görünürler. Fakat edebiyat hocaları umumiyet­le bayılırlar. Mektepte gayet pervasız gayet yaramaz görünen Orhan’ın en korktuğu insan baba­sıdır. İmtihan zamanları karnesini eve numaraların bozukluğundan götüremiyen bu muzip çocuk uzun müddet önü ilikli, müteces­sis nazarlarla idarenin önünde babasını bekler. Onu çocuklar tehlikeli zamanlarda baban geldi diye korkuturlar.

Geçen sene bu beyim laci­vert bir elbise yaptırmış, mekte­be çıka geldi. Baktım pantolon çok düşük. Sokuldum, “Orhan­cığım” dedim “galiba kemerin yok, pantolonunu çeksene”. Eliyle çekti sonra gerileyerek sordu: “Nasıl beğendin mi? Babam işte böyle kısa yaptırır uzunlardan hoşlanmaz”. “Düşük pek çirkin” dedim. Hemen atıldı “kısa daha çirkin”. “Pekâlâ eve böyle düşük gidersen baban kızmaz mı? Muhakkak mektebe gelirken salıveriyor eve döner­ken topluyorsun”. Ses çıkar­madı. O gün bugün Orhan’ı ne zaman görsem gözümün önünde bir eliyle kapusunun zilini çalan diğer eliyle de pantolonunu toplayan bir çocuk gelir.

Orhan’ın mümeyyiz vasıfla­rından biri de kelimeleri değiş­tirerek konuşmasıdır. Kendine mahsus bir lisan icat eden Orhan gine o lisanla şiirler söyler. Hoş çocuktur velhasıl.

311 Oktay Rıfat”