Uzun Osmanlı asırları boyunca karşımıza değişik ad ve fonksiyonlarla çıkan Hazine, klasik dönemde Enderun ve Birun (İç ve Dış) Hazineleri olarak anılırdı. Başlangıçta devletin ana hazinesi olarak Birun Hazinesi varken zamanla padişahların şahsi hazinesi diye değerlendirilen Enderun Hazinesi ortaya çıktı. Raht, Hil’at Hazineleri adlarıyla anılanları da Enderun Hazinesi’nin altında yer alırdı. Fatih devrinden 3. Selim zamanına kadar aynı kalan yapı, Nizam-ı Cedid döneminde kurulan İrad-ı Cedid, Zahire, Tersane Hazineleriyle çeşitlendi.
Tüm bu çeşitlenme-artıştaki maksat, esas Hazine’nin ağzına kadar altın, gümüş ile dolmasından ötürü ilave hazinelerin oluşturulması değildi. Aksine, bir türlü doldurulamayan, çoğunlukla boş kalan Hazine’nin kayıp-kaçağını azaltarak daha küçük ölçekli, kontrol edilebilir hazinelerle devletin ihtiyaçlarını karşılayabilmek maksadından kaynaklanmıştır. Tanzimat sonrası kurulan Maliye Nezareti’ne bağlı Hazine-i Amire ve padişahın Hazine-i Hassa’sıyla, dağınık mali teşkilat toparlanmaya çalışılmıştır.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’nden dönüşünde “benim altın ile doldurduğum Hazine’yi benden sonra kim mangırla doldurursa onun mührüyle mühürlensin; altın ile doldurulursa benim mührümle mühürlenmeye devam edilsin” dese de, tamtakır kurubakır hâle gelen Hazine’nin devletin sonuna kadar Yavuz’un mührüyle mühürlendiği biliniyor.
Kağıt para öncesi zamanda, altın ve gümüş sikkelerin tedavülde olduğu dönemlerde Hazine’yi doldurmak çok güç oluyordu. Bugünkü gibi kağıt para basmanın mümkün olmadığı o yıllarda, sikkelerin altın-gümüş ayarının düşürülmesiyle (tağşiş) para sıkıntısı aşılmaya çalışılırdı; fakat daha büyük sosyal sıkıntılar ortaya çıkardı. İsyanlara, ihtilallere kadar gidebilen sosyal karışıklıkları önleyebilmek için sağlam politikalar üretilemiyordu. Osmanlı Devleti, 1683 Viyana Kuşatması’nı takiben neredeyse tüm Avrupa’ya karşı 16 yıl kesintisiz süren savaşlar esnasında, 1699 Karlofça Antlaşması’na kadar varını yoğunu harcadı. Sonraki yıllarda mali bünyenin iki yakasının biraraya geldiği zamanlar sınırlıdır. Devlet, sosyal devlet anlayışından uzak olsa da, eğitim, sağlık, bayındırlık hizmetlerinin büyük çoğunluğu vakıflar eliyle yürütülse de, gelirlerin giderleri karşılayabildiği yıllar sayılıydı. Bütçenin gider kalemlerinin en büyükleri Yeniçeri ulufelerine, devletten maaş alan görevlilere ve elbette en fazlası askerî harcamalara aitti.
1739-1768 arasındaki uzun denilebilecek bir süre, Avrupa ülkeleriyle barış ortamı içinde geçirildi. 3. Osman’ın ölümüyle 1757’de tahta çıkan 3. Mustafa’nın bazı iktisadi hamleleriyle Hazine rahat bir nefes almıştı. Padişah, Rusya ile kapanan savaş defterini yeniden açmaya niyetlendiğinde “maksat para ise Edirnekapı’dan Rusçuk’a iki sıra altın kesesi dizerim” dese de Sadrazam Ragıp Paşa’nın karşı çıkması üzerine savaşı başlatamamıştı. Ragıp Paşa’nın 1763’te ölümünden sonra yerine gelen Muhsinzade Mehmed Paşa’yı da ikna edemeyince sürgüne göndermişti. Savaşta ısrarlı olan padişahın etrafında caydırıcı devlet adamı kalmayınca, hatta Reisülküttap Ahmed Resmi Efendi’nin deyimiyle “Boğdan’dan gelen Alyanak elmayı Kızılelma zannedenler”in savaş çığırtkanlığı yapmalarıyla, Ruslara açılan savaş kısa sürede bozguna dönüştü. 5 yıl süren savaşta binlerce asker ve sivil kaybının yanında Rusçuk’a kadar kese kese dizilecek altınların da dibine darı ekildi.
Hazine’nin dibi görününce 3. Mustafa, oğlu Şehzade Selim’in doğumunda hediye gelip validesi Mihrişah Başkadınefendi’nin elinde bulunan altınlara göz dikti. İ. H. Uzunçarşılı TTK Belleten’in 88. sayısındaki “Hüzün Verici Bir Borç Senedi” adlı makalesinde 3. Mustafa’nın aldığı borca karşılık Mihrişah Kadın’a verdiği senedi neşretmiştir. Padişah muhtemelen bu borcu ödeyemeden 1774’ün başında öldü ve yerine geçen kardeşi 1.Abdülhamid 26 Temmuz 1774’te Osmanlıları tahrip eden en kötü antlaşmaların başında gelen Küçük Kaynarca Antlaşması’yla savaşa son vermek zorunda kaldı.
Yıllar süren savaşların masrafları, üretici işgücünün savaşlarda kaybedilmesi, toplanamayan vergiler, ödenen korkunç savaş tazminatları ile elden çıkan toprakların gelirlerinden mahrum kalınması, Osmanlı maliyesini uzun süreli bir krize soktu. Buna rağmen 1. Abdülhamid, Ruslar karşısındaki ağır mağlubiyetin intikamını alabilmenin, bilhassa Kırım’ı yeniden Osmanlı Devleti’ne kazandırabilmenin hırsıyla yanıp tutuşuyordu. Şartların müsait olduğunu düşündüğü anda 1787’de Ruslara ve onlarla ittifak kuran Avusturya’ya savaş ilan etti. İki cephede birden müthiş bir savaş başladı. Giderek kötüleşen mali durum karşısında Tunus ve Cezayir’den borç alınması düşünüldü. Mümkün olmayınca Osmanlı tebaasının elindeki altın ve gümüş eşyaların belirlenen ücretle satın alındıktan sonra Darphane’de altın ve gümüş sikke basılarak para darlığının giderilmesi yoluna gidildi.
Savaşın ikinci yılında vefat eden 1. Abdülhamid’in ardından 7 Nisan 1789’da tahta geçen 3. Selim bomboş bir Hazine buldu. Saltanatındaki ilk yılında orduya para, zahire, yiyecek yetiştirmekte zorlanınca, para bulmanın çarelerini araması için rical-i devleti istişareye zorladı. 26 Zilkade 1203 (18 Ağustos 1789) tarihinde sadaret kaymakamının başkanlığında sabık şeyhülislam Kamil Molla, sabık kaymakam Salih Paşa, Şeyhülislam Hamidîzade, Reisülküttap, Darphane Nazırı ve çok sayıda devlet adamının katılımıyla büyük bir danışma meclisi toplandı. Uzun tartışmalardan sonra yabancı ülkelerden borç alınması; reayadan 1 senede iki defa cizye vergisinin tahsili; Halep, Şam, Bağdat, Bursa gibi büyük şehirlerin tüccarıyla İstanbul sarraflarından borç tedariki; İstanbul halkından ocak vergisi, esnaftan kepenk vergisi adıyla yeni vergiler tahsil edilmesi akla geldiyse de hiçbirinin mümkün olmadığı ortaya çıktı. Felemenk (Hollanda) elçisinden bazı şartlarla borç talep edildiği ancak elçinin “şudur budur” diyerek oyalama taktiğinden dolayı borç işine ümit bağlanamayacağı anlaşıldı.
Akıllara gelen her tedbirin boş çıkması üzerine en sonunda halkın elindeki altın ve gümüş eşyaların, parası mukabilinde Darphane’ye teslim edildikten sonra eritilerek madenleriyle altın ve gümüş sikke basılmasının en uygun yol olduğu toplantı sonunda padişaha bildirildi. Halkın bu tedbire kulak asmaması ihtimaline karşı, kadınların ziynet eşyaları, kılıç, silah süsleri, katiplerin divitlerindeki gümüşler ve padişahın kullandığı eyerler hariç halkın elindeki altın ve gümüşlü eyer, kap-kacak ve her çeşit altın ve gümüş eşyanın kullanılmasının şer’an haram ilanıyla şiddetli bir yasak getirilmesi en son çare olarak sunuldu. Ancak halkın bu yasağı ciddiye alıp uygulamaktan kaçınacağı “saraylarda, padişah kadınları ve kızlarında bu kadar gümüş var, önce onlar versin biz de verelim” diyeceği için padişahın bu işe öncülük etmesi ve şahsıyla ailesine ait altın-gümüş eşya ve evaninin (kap-kacağın) bir an evvel Darphane’ye teslim edilmesi tavsiye edildi.
Sadaret kaymakamı bu öneriyi sunarken “Osmanlı Devleti halkın elindeki, saraylardaki altın-gümüş eşyayı eritip sikke basacak kadar zor duruma düştüğünün anlaşılmasıyla, diğer devletler arasında zelil bir duruma düşer mi” endişesini de yazmış. Öte yandan ortaya koyduğu endişeyi kendisi bertaraf ederek “tarihlerin yazdığına göre eskiden bundan daha kötü durumlara maruz kalındığı, hatta bakırdan sikke kesildiği bilindiğine, üstelik yapılacak yasaklama şeriatın bir kuralını yerine getirmek olduğuna göre padişahın oluru üzerine şeyhülislam ile bir kere daha görüşüldükten sonra kesin kararın bildirileceği” belirtilmiş [BOA. HAT. 182/8353].
18 Ağustos 1789 tarihli bu telhisin ardından fetva hemen çıkmamış. Zaten gergin olan savaş ortamında halkın elindeki altın-gümüş eşyalara bir anlamda elkonulmasının dedikoduları arttıracağı, belki de istenmeyen sonuçlara sebep olacağı düşünülmüş. Bir süre daha görüşmelerin devam ettiği, muhtemel pürüzlerin giderildiği, ancak tamamen çaresiz kalındığı bir ortamda Şeyhülislam Hamidîzade Mustafa Efendi’nin fetvayı verdiği anlaşılıyor. Bu fetva üzerine uygulamayı onaylayan ve 3. Selim eliyle sadaret kaymakamına yazılan hatt-ı hümayunun arkasında 11 Safer 1204/31 Ekim 1789 tarihi yazılıdır. Anlaşılan o ki mali durumu kurtarabilecek siyasi fetva için biraz ayak sürünmüş, neredeyse 2 aydan fazla süren müzakereler sonucu güç bela verilmiştir.
3. Selim fetva çıkar çıkmaz devlet adamlarının meşveret meclisindeki tavsiyesi uyarınca Harem’de şahsına ve harem kadınlarıyla şehzadelere ait altın-gümüş eşyadan bazılarını tespit ettirerek düzenlenen listeleriyle birlikte Darphane’ye gönderdi (Bu ilk listeyi İsmail Baykal, Tarih Vesikaları dergisinin 13. sayısında neşretmiştir). Ardından Osmanlı Devleti’nin tüm vilayet ve kaza merkezlerine gönderilen fermanlarla kadınların ziynetleri, yüzük ve kuşaklardaki paftalar, silah ve kılıç süsleri, katiplerin divitleri haricinde kalan altın ve gümüş eşyaların kullanımının haram olduğu; bu tür eşyaların bedeli mukabilinde Darphane’ye teslim edilmesi gerektiği bildirildi. Gönderilen fermanlara olumlu cevaplar verildiği, halkın ve taşra devlet adamlarının ellerindeki eşyayı Darphane’ye gönderdikleri görülüyor; ancak katılımın ne oranda gerçekleştiğini tespit edebilecek verilerden şimdilik mahrumuz.
Meşveret meclisinde alınan kararların yazıldığı telhiste, önce padişahın ve saray halkının bu yasaklara uyması telkin edilmişti. 3. Selim, hatt-ı hümayununda bu noktaya da temas ediyor ve saltanatın ihtişamını sergilemek maksadıyla birkaç kıymetli rahtı (at eyeri) alıkoyup geri kalanını Darphane’ye teslim edeceğini bildiriyor. Sarayın en zengin hazinelerinden olan Raht Hazinesi her türlü eyer, at koşumu, üzengi, kırbaç, at alınlığı gibi malzemelerin saklandığı hazinedir. Devletin ihtişamlı zamanlarında devletin hazinesinde olduğu kadar, etkili ve güçlü sadrazamların hazinelerinde de yüzlerce eyer takımı bulunurdu. Bunların mükemmel surette altın ve gümüşten yapılmış, üzerleri yüzlerce elmas, zümrüt, yakut ve pırlantalarla süslenmişleri devletin ve devlet adamlarının ihtişamını vurgulamakta kullanılırdı. İşte bu hazinenin envanterinde kayıtlı bir eyerin üzerinde 1609 elmas, 1270 yakut, 205 zümrüt bulunmaktaydı [BOA.MAD. 13061, sf.5].
3. Selim’in böylesine süslü, altın ve gümüşten mamul yüzlerce eyerin bulunduğu Raht Hazinesi’ndeki eyerlerden birkaçını alıkoyup diğerlerini bozdurmak istediğini bildirmesi elbette bir fedakarlık gösterisidir. Ne kadar rahtın bozdurulduğuna dair bir liste yoktur ancak kendinden sonra gelen 2. Mahmud ve Abdülmecid zamanlarına ait Raht Hazinesi kayıtlarında da oldukça süslü, mücevherli hatırı sayılır miktarda eyer bulunuyor. Günümüzde bu murassa eyerlerin bulunması gereken yer olan Topkapı Sarayı’nda 2. Abdülhamid’e hediye gelen birkaç değersiz eyerden başkası görülmemektedir. Muhtemelen Kırım Savaşı sonrası iyice bozulan, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda tamamen iflas eden mali yapıda, elde kalan eyerler de teker teker bozduruldu ve günümüze intikal edemedi.
1 BELGE’NİN BELGESİ / 1789
3. SELİM’İN HATT-I HÜMAYUNU
‘Bu maslahat din içündür, ona göre nizam veresin’
Kaymakam Paşa
Meskûk akçeye kıllet gelmesinin sebebi hem temadî-i seferden ve hem evani-i zer u sim istimalinden evvelkinden şimdi birkaç kat ziyade olduğundandır. Bu hususun şer’îsi semahatlü Şeyhülislam Efendi daîmizden sual olundukta hâtem ve kuşak paftasından ve hilye-i seyf ve hilye-i nisadan maada zer u simden masnû’ şeylerin rical ve nisaya istimali haram idüğini ve eşya-yı mezkûrenin zekâtı vacip ve hapsi bilâ-faide ve cihad içün lüzumu olmağla ashabı Darbhane’ye bey’ etmeleri içün emr-i âli sadır olsa mezbûrların ol emre itaat lazım olduğunu mübeyyin feteva-yı şerife vermeleriyle mucib-i feteva-yı şerif üzere hâtem ve kuşak paftasından ve hilye-i seyf ve hilye-i nisadan velhasıl erbab-ı harbin eslihasından ve küttabın ancak devatından ve nisvanın hilyelerinden maada zer u sim istimalini ammeden men edesin. Şân-ı saltanat içün ben fakat birkaç raht alıkoyup maadayı Darbhane’ye veririm. Vüzera ve rical ve sairleri raht u bisat ve harem ve selamlıklarında memnûʻi’l-istimal olan evani ve gayri her ne [var] ise evvela kapuya götürüp bade’l-vezn yanına adam tayiniyle Darbhane’ye teslim ve akçelerini biʻt-temam ahz eylemek üzere tanzim edesin. Bu maslahat din içündür. Her kim ketm u ihfa ve hilafına icra eder ise Allah ve Peygamberimizin laneti üzerine olsun. Ona göre nizam veresin.
(Belgenin arka yüzündeki tarih 11 Safer 1204-/31 Ekim 1789)
BOA.HAT 226/12578
ŞEYHÜLİSLAM HAMİDÎZADE
MUSTAFA EFENDİ’NİN FETVASI
Minhü’t-Tevfik
Bu mes’elede eimme-i Hanefiyye’den cevap ne vechiledir ki
Altun ya gümüşten masnû’ olan hâtem ve kuşak paftası ve hilye-i seyf ve hilye-i nisadan maadanın rical ve nisaya istimali haram olur mu? Beyan buyurula.
El-Ceva—————————-p Allahü a’lem
Olur
Ketebehu el-Fakir Mustafa afa anhü
Bu surette altun ya gümüşten masnû’ olan eşyanın istimali haram ve zekâtı vacip ve hapsi bilâ faide ve cihad içün lüzumu olmağla Darphane-i Amire’ye ashabı bey’ etmeleri içün emr-i ali sadır olsa mezburların ol emre itaatleri lazım olur mu? Beyan buyurula.
El-Ceva——————————p Allahü a’lem
Olur
Ketebehu el-Fakir Mustafa afa anhü
BOA.HAT 226/12578-1
ŞERİAT AYKIRI AMA…
Altın-gümüş kaplar haramdı ama sultanlar da umursamadı
İslâm dininin altın ve gümüş süs eşyalara belli kısıtlamalar getirdiği, bu kaplarda yiyip içmenin haram olduğu öteden beri bilinmesine rağmen, Osmanlı toplumunda bu yasaklara bilhassa varlıklı kesimlerde pek uyulmadığı görülmektedir. Solakzade ve Hammer Tarihlerinde belirtildiğine göre 1509’da büyük bir deprem felaketine uğrayan İstanbul’un yeniden imarının ardından 2. Bayezid ilk defa altın kaplarda yemek yeme âdetini saraya sokmuştur. Halka üç gün altın ve gümüşten tencereler, tavalarda pişirilen yemekler sahan ve tepsilerle sunuldu; üç günden sonra 2. Bayezid de altın-gümüş sahanlarda yemek yedi. Şeriata aykırı bu uygulamanın, depremle morali bozulan halkın ihtişam ve servetle gözünün kamaştırılması amacı taşıdığı düşünülebilir. Ancak padişahın takvası sebebiyle altın ve gümüş aleyhtarlığını kırmak isteyen ulemanın bu usulü telkin ettiği de iddia edilmektedir. Bu tarihten sonra saraylarda mevcut eşya listelerinde ve devlet adamlarının, ahaliden zengin kişilerin terekelerinde çok fazla altın-gümüş eşyaya rastlanır.