Kasım
sayımız çıktı

Ölüm antropolojisi ve ötekim ile konuşmalar

Enis Batur “Kapitalist Cehennem, her türlüsünü olduğu gibi Ölüm kültürünü de silmekte herhangi bir sakınca görmüyor; öyle olunca da muhafaza kaygısı biz imansızlara kalıyor!” diyor ve kendisine sorduğu soruları cevaplıyor. Dünya tarihinde ölüm kültürünün yaşayan izleri…

Mezarlıklara girip çıktı­nız sık sık, kendi mezarınıza epey yer peylediniz metinle­rinizde, zaten ıslık çalmadan labirentinde dolaşıyorsunuz çoktandır. Şimdi tam nere­sindesiniz?

# Sessizlik Kulelerinden birine doğru, yol üstünde, belki biraz kenara çekilmiş, önümü arka­mı kollayarak, özetle durakalka. Böyle söyleyince pek ‘şairane’ oluyor, şaire yakışmaz; gene de Sessizlik Kulesi şu yaşımda ba­na en uygun metafizik ve kültü­rel seçenek olarak görünüyorsa, bunda Covid-19 salgını nede­niyle başvurulan fast gömme usullerinin payı düşük: Nice­dir, patlayan nüfus hareketleri nedeniyle “dik gömme” konusu gündemde. Kapitalist Cehen­nem, her türlüsünü olduğu gi­bi Ölüm kültürünü de silmekte herhangi bir sakınca görmüyor; öyle olunca da muhafaza kaygısı biz imansızlara kalıyor!

Aral gölüne, Nukus’a mı uzanacak yeni vasiyet adre­siniz?!

# Böyle soruya şöyle yanıt: Ce­hennem Kapısından kuzeye doğru ilerleyin! Şakayı bıra­kalım ama, her ne kadar ölü­mün şakasına da açık olsam da, Müzdakhane Kabristanı’nı doğuran geleneğin temel yak­laşımı gerçekten ciddi seçenek: Karakalpak mezarlarının ölü­lerin üstünü açık(ta) ve kuşla­ra cesetleri bırakma düşüncesi külliyen doğal değil mi? Mo­dernleşme süreci Parsîleri bile şapşallaştırdı gerçi, yok ölüye ağız örtüsü takılmalı mı, yok ayarlar çapraz mı tutulmalı; bence abes türevler.

Urbain’den yola çıkarak mezarlıklara odaklandığı­nızda bir ‘yok kültür’e gidiş­ten dem vurmuştunuz.

# Öyle. İyisi kötüsü ayrımı yap­maksızın, kültür de karşı-kültür de değer taşıyor mezarlık bağla­mında. Nereden nereye gelin­di kaygısı boşyere değil: Ölüm’e ilişkin kayıplar olduğu gibi Ha­yat’ın kendisinden eksilmiyor mu? Korsika’da yeni bir Etrüsk mezarı bulundu kazılarda. Genç ölmüş bir kadına ait bulunan is­kelet. Yanında kap-kacak türü eşyalar bulunması kadim uygar­lıklarda sık rastlanan bir durum. Ama burada, fazlası görülmüş: Genç kadın küpeleri ve altın yü­züğüyle gömülmüş. İçinde ya­şadığımız dönemde buna yer var mı?

Ölülerin kayığı Güneş tanrısı Ra, 1. Ramses’in mezarındaki Kapılar Kitabı’nda kayığıyla yeraltı dünyasında seyahat ederken tasvir edilmiş.

Nereden nereye gelindi di­yorsunuz.

# 4 bin yıl kadar önce papirüs­lere döşenen, birbuçuk yüzyıldır “Mısır’ın Ölüler Kitabı” olarak adlandırılan Işığa Erişme Ki­tabı, güneş tanrısının kayığıyla gecenin içinden geçiş seferinin log-book’undan buraya. Arada Fayum portrelerine uğrama­yı unutmaksızın. Olağanüstü örnekleridir portre sanatının. Mısır ile Roma’nın buluşması, o melez alaşım benim gözümde olgun sanatın anahtarı niteliğini taşıyor. Kişinin sağlığında ona ölümünde eşlik edecek karşılığı­nı hazırlaması derin bir ders.

Kanat Hareketleri’nin için­deki “Fayum Portreleri” şi­irleri, Son Kare’de fotoğraflı mezartaşlarından hareketle yazdıklarınız: Yüz, ölümün hayattan silememesini dile­diğiniz işareti mi?

# Fayum portreleri ile sözgeli­mi Bülbülderesi mezarlığındaki “dönme” taşlarındaki fotoğraf­ların iki temel ortak yanı var. Birincisi, kişinin toplumsal-sı­nıfsal-biyolojik künyesini taşı­ması; ikincisi, iki farklı kültü­rün buluşmasından bir üçüncü­ye erişmiş olmaları. Yüz, taşın ya da tahtanın üstünden bir tür kabartma tekniği kullanımıy­la can(lılık) yüklenir. Zaman geçecek, aynı yaşta kalacaktır. Yanlış anlamayın, işi “Peak’in Darien”e, Cobbe’un yaklaşımına götürecek elbette değilim!

Irak Kürt bölgesinde ya­pılan yeni bir kazı sonucu­nu değerlendiren uzmanlar, bulunan 70 bin yaşındaki Neandartal’e ait kafatası ve kemik kalıntılarının gömül­dükleri görüşündeler. Homo sapiens’i önceleyen bir dav­ranış ölü gömmek.

# İnsanbilimciler güçlü ışık tu­tuyorlar ölüm kültürüne. Çok genç ölen Robert Herz, Ölümün Kollektif Temsili üzerine Çalış­malara Katkı’sında (1907), Gra­bowsky gibi öncülerin Tiwak hakkındaki araştırmalarından yola çıkarak yazdıkları, Malez­ya takımadalarının yerli kabile­lerinde ölüm/cenaze ritüelinin modern dünyanın yalapşap tö­renlerindeki baştansavmacılık­la kıyaslanamayacak karmaşık özelliklerini yüzümüze çarpar. Cesedin duruma göre haftalar, aylar, bazı örneklerde yıllar bo­yu hanede ya da hane yakınında tutulması; “geçici tabut”tan sı­zan ifrazatın her gün toplanma­sı; kalıntıların ruhunun bekçilik yaptığına ve asal ruhun hemen ötedünyaya geçemediği için yer­yüzünde oyalandığına ilişkin inanç; ikinci ve nihai bir cenaze töreni gerçekleşene dek bütün gündelik yaşama etkir. Öyle ki, Herz, Bali adasındaki bir kabi­lenin iki cenaze töreni arasın­da yerleşim yerini terkettikleri­ni yazar.

Bugün böyle yaşanamaz şüphesiz.

# Bugün öyle yaşanamadığı için böyle ölündüğünü hesaba kat­malıyız. Biraz acımasız görüne­bilir: Bana nasıl yaşadığınızı an­latın, sizi nasıl bir ölümün bek­lediğini söyleyeyim. Doğruluk payı yüksek denklem.

Hep aynı yaşta Fayum portreleri, Mısır ile Roma’nın buluşmasından bir üçüncü kültür doğuruyor. Yüz, taşın ya da tahtanın üstünden bir tür kabartma tekniği kullanımıyla yükleniyor ve zaman geçse de aynı yaşta kalıyor.

Geçmişin ritüellerini özlü­yor musunuz yoksa?!

# Duyarlığımda, düşünme tar­zımda nostaljik bir damar yok­tur diyemem, gene de geçmişin kendisini değil bazı işaretlerini arıyorumdur; fark önemli. Söz­gelimi 1950’li yılların ırkçı Ame­rika’sının nesini özleyebilirim? Chrysler ve Buick’lerini, Chev­rolet ve Oldsmobile’lerini -bir daha o ayar canavarlar yapıla­madı! Ölüm ritüellerinde nitelik kaybı gözlemleniyor: Kapitalist düzen ölüyü de bir tüketim me­taı olarak gördü, onu bir harca­ma alanına dönüştürmekle kal­madı, üstüne üstlük hızlandırdı. Bir defa daha “ah! kimsenin vak­ti yok durup ince şeyleri anla­maya” hikayesi.

“İnce şeyler” arasına katı­yor musunuz ölümü, cenaze törenlerini, gömme âdetle­rini?

# Hem de incenin incesi şey­lerdir! Adli tıp hekimi ve tarih­çi Philippe Charlier’ye medya köçekliği yaptığı için bir parça içerliyorum gerçi, ama önem­li adımlar attı ölümün “statü”sü bağlamında. En yeni kitabı Ritu­els (2020) üzerine konuşmasını dinliyordum; epeydir okunduğu­nu söyledi ölülerin; fiilin böyle kullanılması birden karanlık bir noktaya ışık düşürdü zihnimde.

Siz “bu durumu nasıl oku­malıyız?” türünden sorula­rında “okumak” fiilini kul­lanan ekran gazetecilerine içerleyenlerden değil miy­diniz?

# Hem de nasıl içerliyorum! Charlier, ölünün yakın tarihe gelesiye, kapağı sıkısıkıya kapalı bir kitap gibi karşımızda durdu­ğunu ifade ediyor. Ya da, Voy­nich gibi sökülememiş bir yazı. Teknik düzlemde yaşanan çok hızlı gelişmeler adli tıbbın işini doğrudan etkiledi; deyim yerin­deyse kapağın kilidi açıldı, yazı sökülmeye başlandı. Kalıntılar ciddi ipuçları veriyor. Dolayısıy­la basmakalıp bir eğretileme gö­revi yüklenmiyor ‘okumak’ fiili burada. Arkeolojik kazılarda el­de edilen bulgular süreci hızlan­dırdı. Yeni aygıtlar o çerçevede de etkin. Herculanum’daki kas­katılaşmış gövdede beyin kalın­tıları bulundu sözgelimi. Gent’te kemiklerle yapılmış bir duvara ulaşıldı kazıda. Sibirya’da bu­lunan bir iskelete “kuş-adam” adı takıldı, çünkü gömü yerinde çok sayıda kuş gagasına ve kafa kemiğine rastlandı. 20 yıl ka­dar önceydi, MNAAO’da “Ölü­mün Haberi Olmaz” sergisinde -ki Apollinaire’in ürpertici şii­rinden esinle koyulmuştu adı, “süslü” kafatasları yeralmıştı. Mezarlıkta ölülerini unutma­manın tek yolu ‘taş ziyareti’nden geçmiyormuş bazı kültürlerde. Modena’da, nekropolda elele tu­tuşmuş hâlde bulunan iskelet “çift”ini görmüş müydünüz?

Siz bir ölü/m koleksiyonu oluşturmuşsunuz anlaşılan!

# Benim herhangi bir koleksi­yon oluşturacak gücüm olmadı hiç. “Dosya”larım olur, yılların içinde işaretler toplarım. Gizlisi saklısı yok elbette, bir ikonagraf yanım olduğu açık. Gördüğüm­de ayırırım –ayırmak işimin ca­nalıcı cephelerinden biri. Bakın size bu bağlamda ilgimi çekmiş birkaç kare göstereyim: MÖ 5. yüzyıla ait Varna’da bulunmuş iskelet; MÖ 50’den kalma, atla­rıyla birlikte ölmüş Galyalı sü­variler; 1915’te topluca gömül­müş İngiliz askerleri: Hepsini birer “sayfa”sı olarak görebiliriz Ölüm Kitabı’nın.

‘Modena âşıkları’ 4-6. yüzyıllardan kalma iki iskelet, elele gömülmüş olduğu için 2009’da onları bulanlar “Modena âşıkları” adını taktı. Araştırmacılar daha sonra kasıtlı olarak elele gömülmüş iki iskeletin de erkek olduğunu belirledi

“Biz”den örnek vermiyor­sunuz. İskeletler, kemikler üstünde çalışmayı mekruh saymış bir kültüre ait oluşu­muzla mı ilgili bu?

# Bu inanış tarzıyla ilişkim ol­masa da, anlarım. Kabul edile­mez bulduğum, hangi döneme, inanca, kültüre ait olursa olsun kalıntılara yönelik kayıtsızlık, saygısızlık, horgörmelerdir. Çok değil 25 yıl kadar önce, Kon­ya’da, güya türbe onarımı çalış­maları yürütülürken, Alaaddin Camii’nin höyüğündeki Selçuk­lu sultanlarının kemikleri orta­lıkta, sokak köpeklerine bırakıl­mış, ertesinde ‘toplanabilenler’ rastgele ‘birleştirilip’ yeniden gömülmüştü. Biz bu bağışlan­ması olanaksız vandallığı yaşa­dık ve gömerek unutmayı yeğle­dik. Selçuklular, Anadolu’nun en yüce kültürlerinden birini yarat­mışlardı, borç öyle ödendi! Asıl mekruh olan bu zihniyet.

Yanılmıyorsam, sizin Os­manlılardan çok Selçuklu­lara estetik düzlemde bir hayranlığınız var. Ahlat’a, Karamürsel Hersek’e sefer­lerinize ilişkin metninizi okumuştum.

# Taşlara saplantım, taş işçiliği­ne sevdamı tetiklemişti. Bugüne dek, Doğu’da ve Batı’da karşıma çıkan örnekleri sınır olarak gö­rürsek, en görkemli işler Selçuk­luların mührünü taşıyor. Me­zartaşları için de geçerli öznel değerlendirmem. Benim 1970 yazında oldukça dağınık halde ziyaret ettiğim Ahlat mezarlığı “sahih” bir görünümdeydi, yan­lış anlamadıysam epey “düzeltil­miş” taşlar. Günümüzün büyük mezarlıklarında, “büyük kent”­lerimizde estetik bir patetik tab­loda eriyip gitmiş.

30 yıl önce Milliyet gaze­tesindeki köşenizde Maçka Mezarlığı konusunda alarm sesi çıkaran bir yazınız çık­mıştı. Bilebildiğim kadarıyla “mezarlık” ile “ziyaret” keli­meleri arasında hısımlık var, hâlâ ziyaret ediyor musunuz taşları?

# Maçka Mezarlığı bugün de bakımsız durumda, aradaki tek fark kapısına zincir vurulmuş olması! Arasıra, başka yazarlar da üzerinde durdular; özellik­le Atatürk’ün İsviçre’de intihar ettiği varsayılan manevî kızı Zehra Aylin orada gömülü ol­duğu için. Oysa mezarı kayıptır. Mehmet Rauf da Şeyh Mezarlı­ğı’ndadır. Terkedilmiş, yokedil­meyi bekleyen, kırık dökük bir mekan. Yakınlarım dağılmış İs­tanbul mezarlıklarına. Babaan­nem ve amcam Karacaahmet’te, anam ve babam, anamın ailesi Zincirlikuyu’da, Yusuf Atılgan sırf sevdiği için Bülbüldere’de; Latin mezarlığında ve Ermeni mezarlığında arkadaşlarım, ta­nıdıklarım var. Ve yazar dostlar: Âşiyan’da, Büyükada’da, Edir­nekapı şehitliğinde Bruno Taut, Fenâri dergâhında Hüseyin Hâ­ki Efendi, tanıdıklarım-tanış­madıklarım, bilirsiniz sık sık Si­mavnalı Bedrettin ile Halil Şerif Paşa’ya da uğrarım ben…

Konya Ahlat’ın Selçuklu sakinleri Konya Ahlat’taki Selçuklu Mezarlığı, “düzeltmeler”in ardından sahih görünümünü de yitirmiş. UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ndeki alan dünyanın en büyük Türk-İslâm Mezarlığı…

Biliyorum, yurtdışında da mezar ziyaretleri yapıyorsu­nuz ayrıca. Görmek istediği­niz hangi mezarlar, mezar­lıklar var dilek kutunuzda? Siz ki Benjamin’in boş meza­rı için epey yol teptiniz, bek­lettiğiniz hedefler oluyor mu haritada?

# Türkiye’de Özdemirci Mezar­lığı’nı görmek istiyorum, balbal­lara elimle dokunmak. İtalya’da, 12. yüzyıldan kalma Camposan­to’yu, bir de modern mezarlık San Catoldo’yu ziyaret etmeyi tasarlıyorum. Oldukça yapılma­sı zor bir sefer: Filipinlerin Lu­zon adasında boşlukta tabutla­rın yüzdüğü mezarlığa yolum düşebilseydi!

Mezarlıklarla ilgili okudu­ğunuz hangi metinler üzeri­nizde izler bıraktı? Bir “seç­ki” yapmayı düşünseniz, ne­leri seçerdiniz?

# Fazlasıyla geniş bir alandan sözediyoruz, konuya o türden bir hakimiyetim yok benim. Bu­na karşılık, “dosya”larımı andım ya az önce; bir tanesinde birara­ya getirdiğim, benim kuşağımın yazarlarının metinleri duruyor: Samih Rifat, Edhem Eldem, Ek­rem Işın, Aksel Tibet imzalı ya­zılar. Dilerseniz bir sonraki söy­leşide sözedelim onlardan.

Arada yolumuzu kesmezse Ölüm!

# Yeri gelmişken… Bayılıyorum Türkçede “ölümlü dünya” deyi­şinin olmasına.

DEVAM EDECEK…