1. Dünya Savaşı’nda Kafkasya cephesinde esir düşen Türk askerleri, en zorlu koşullarda varoluş savaşını sürdürdü. 10 binlerce esir arasında siviller, yaşlılar, hatta çocuklar bile vardı. Direnişin, onurun, dayanışmanın tarihi…
BİNGÜR SÖNMEZ
Sarıkamış-Kafkas Cephesi hakkında erken Cumhuriyet döneminde uzun bir suskunluk dönemi yaşanmış; sonrasında şehitler konusu açılmış ancak esirlerden pek söz edilmemiştir. Mareşal Fevzi Çakmak’ın konferanslarında bile şehitlerden bahsedilirken, “Sibirya’ya kaç esir gitti; bu insanların kaçı asker kaçı sivil idi; hangi esir kamplarında kaldılar; kimler esir kamplarında yaşamını yitirdi, kimler dönebildi” konuları açıklığa kavuşturulmamıştır.
Gerek Kızılay gerekse Kızılhaç tarafından kayıtları tutulan subaylar hakkında bazı bilgiler elde etmek mümkün ise de er ve sivil esirlerin sayısı/durumu bugün bile karanlıktadır. Subayların esaret yaşamları hakkında az da olsa varolan hatıralardan bilgi edinilmiş olmasına rağmen, er ve sivil esirlerin çektiklerini ancak tahmin edebiliyoruz.
Esir kampları hakkında ilk tez çalışmasını yapan rahmetli Cemil Kutlu’nun 1997 tarihli doktora tezindeki bilgiler ve çok az sayıdaki esaret anılarının yanısıra son yıllarda Alfina Sigbetulina, Esin Güven ve Tülin Uygur’un araştırmalarından da çok değerli veriler elde edilmiştir.
Kızılay Cemiyeti’nin Genelkurmay Harp Tarihi Kurulu’na (Akçura’nın raporuna dayanarak) Rusya’daki Türk esirlerin sayısını 60.000 olarak belirtmesine rağmen, Cemil Kutlu 1. Dünya Savaşı sırasında Rusya’da bulunan Türk sivil esirlerinin sayısını 100.000’in üzerinde olarak tahmin etmiştir. Ancak bu esirlerin ne kadarının subay, er veya yöreden toplanan masum siviller olduğu bilinmemekte Paşa, yurda döndükten sonra Genelkurmay’a verdiği raporda, “Osmanlı-Rus hududu civarındaki köylerin ahalisinden 3 yaşındaki çocuk ve 80 yaşındaki ihtiyarlar da dâhil, kadın-erkek Türklerin tutuklanarak Sibirya’nın muhtelif köşelerine sürüldüğünü” ifade etmiştir.
Prof. Dr. Yücel Yanıkdağ’ın araştırmalarına göre Rusya’daki Osmanlı esirlerinin %43’ü esaretleri sırasında yaygın olarak uygulanan kötü muamele, ihmal, hastalık, yetersiz beslenme ve soğuk hava koşulları nedeniyle yaşamlarını yitirmiştir.
Rusya 1. Dünya Savaşı sırasında farklı ölçülerde en az 223 esir kampı açmıştır. Sibirya’da Krasnoyarsk, Omsk, Vladivostok, Irkutsk, Omsk gibi büyük kamplar olduğu gibi, Krasnoyarsk, Vetluga gibi küçük kasaba kampları da mevcuttur. Orta Sibirya’da, Yenisey Nehri’nin kenarında 30. ve 31. Sibirya Avcı Alayları ve 8. Sibirya Topçu Tugayı için yapılan, ancak tamamı cepheye gittiği için boş kalan Krasnoyarsk kışlasının esirlere tahsis edilmesi, barınma açısından büyük avantaj sağlamıştır. Hemen hepsi kurmay subay, harita mühendisi, ziraat mühendisi gibi özel yetişmiş ve dil bilen subaylar, esaret yaşamının tüm zorluklarına rağmen yaşama umudunu yitirmemişler; sosyal ve kültürel etkinliklere imza atmışlar; bir gazete çıkardıkları gibi orkestra kurmuşlar ve tiyatro oyunları sergilemişlerdir.
Yaklaşık 400-500 Türk subayın ve 100-150 kadar da erin savaş esiri olarak bulunduğu büyük kamplardan biri olan Krasnoyarsk, belki de kültürel anlamda askerlerin en aktif oldukları kamptı. Esirlerin tiyatro oyunu sahneledikleri, konser verdikleri Tahsin İyibar ve Doktor Şehidullah Fikri (Altan) Efendi’nin anılarında detaylı olarak anlatılmıştır. Doktor Yusuf İzzettin Efendi de Sibirya’da Yedi Yıl adlı anılarında, Dauria (Pervaya Reçka) Esir Kampı’ndaki tiyatro faaliyeti hakkında ayrıntılı bilgi verir:
“Bilhassa Avusturyalılar arasında çok kıymetli müzik ve tiyatro sanatkarları vardı. Bunlar bir kışlanın geniş alt salonunu oldukça mükemmel bir tiyatro haline ifrağ etmişlerdi (dönüştürmüşlerdi). Yer amfiteatr haline getirilmiş, güzel bir sahne yapılmıştı. Burada opera, operet, piyes, komedi, vodvil gibi her nevi tiyatro eserleri oynanıyordu (…) Müzik kısmına diyecek hiçbir şey yoktu. Ecnebi arkadaşlar arasında çok kıymetli musikişinaslar vardı. Kıyafetler daima mükemmel bir surette hazırlanıyordu. Bütün çaresizliklere rağmen bulunup buluşturuluyor, hele tarihî eserler için yapılması cidden müşkül olan birçok kostümler ortaya atılıyordu. Ekserisi meslek itibarı ile artist olan ihtiyat zabitleri, muvaffakiyetle oynuyorlardı. Kadın rollerine yine erkekler çıkıyorlardı. Ses, jest itibari ile bunların adeta kadından farkları olmuyordu. Dekorasyon işleri de fevkalade idi. Ecnebi arkadaşların tiyatro sahnesindeki bu muvaffakiyetlerini görmekle biz de imreniyorduk”.
Tiyatro olarak sahnelenmek üzere elde Türkçe bir piyes olmadığı için, Yusuf İzzettin Efendi, Hüseyin Rahmi’nin Mürebbiye ve Metres romanlarını birer ufak piyes haline getirmiş, bunlar başarıyla sahnelenmiştir.