İnsanoğlu bu dünya üzerindeki en kötü kıtlıkları ve en büyük kitlesel ölümleri son birkaç yüzyılda gördü. İrlanda’da patatese bulaşan mantarla başlayan “Büyük Açlık”tan bugün birçok ülkenin soykırım olarak tanıdığı “Holodomor”a, 36-45 milyon insan açlıktan öldü. Propaganda posterlerinde neşeli köylüler, yaşanan acı gerçeklerin üzerini örtemedi.
Her yemek sonrası babaannem parmak uçları ile sofradaki ekmek kırıntılarını toplar, yerdi. Sonra eteğine dökülmüş kırıntı varsa onlara geçerdi. “Çok kıtlık görmüşler” derdi annem.
Kayıtlara geçen ilk büyük kıtlık, Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ve barbar istilaları nedeniyle MÖ 400-800 arasında olmuştu. Bu dönemde Roma şehri açlık ve veba nedeniyle nüfusunun %90’ını kaybetmişti. Tarihte en büyük kıtlıklardan bir diğeri de MÖ 800-1000 arasında yıllar süren kuraklık sonucunda 1 milyona yakın insanın ölümü ve nihayetinde Maya uygarlığının sonunu getiren kıtlıktı. Yeni teknolojilerin ortaya koyduğu veriler, ormanların yok edilmesi ve yağmurların karayı yıllarca es geçmesi nedeniyle hiç ürün alınamadığını anlatıyor.
Çok eskilerde fazla takılmadan en kötü savaşların, teknolojik gelişime koşut gittiği son birkaç yüzyıla bir göz atalım isterseniz. İnsanoğlu bu dünya üzerindeki en kötü kıtlıkları ve en büyük kitlesel ölümleri doğal nedenlerin kötü yönetim kararları ile gerçek afetlere dönüştüğü bu zamanlarda yaşamıştır desek yanlış olmaz.
1845-1853 arasında İrlanda’da yaşanan ve halkın “Gorta Mór” (Büyük Açlık) adını verdiği kıtlığa, ekili ve ambardaki patatesi bir anda yok edebilen bir mantar yolaçmıştı. Yedi yıl içinde 1.5 milyon İrlandalı ölmüş, 2 milyonu ise Yeni Dünya’ya göç etmişti. Bu dönemde İngiliz hükümeti dışarıdan gelecek yardımları adayı ablukaya alarak reddetmiş, kendisi ise insani yardım organize etmekte çok geç kalmıştı. Padişah Abdülmecid 1847’de 5.000£ yardımda bulunmak istemiş ancak Kraliçe Victoria’nın dahi ancak 2.000£ yardımda bulunduğu gerekçesiyle isteği geri çevrilmişti. Yapılmak istenen yardımın 1.000£’e düşürülmesini rica eden İngilizlerin bu isteğini kabul eden padişah 4.000£ değerinde buğdayı da gemilerle İrlanda’ya göndermişti.
1921-23 arası Rusya’nın güneydoğusunda ortaya çıkan kıtlığa uluslararası yardımlarla çare bulunmaya çalışılmıştı. Bu dönemden kalma fotolarda yamyamlık bile yapıldığını görmek mümkün. Bu krizde insani yardım ekiplerinin başında olan Fridtjof Nansen, 1922’de bu çalışmalarından ötürü Nobel Barış Ödülü’nü aldı. 1921-23 arası 9 milyon kişinin öldüğü bu kıtlıkta Lenin hükümeti durumun ciddiyetine çok geç uyanmıştı.
1932-34 arasında Stalin’in Büyük Endüstrileşme Programı çerçevesinde ihraç edilmek üzere Ukrayna köylüsünün ürünlerine el konulunca köylü açlıkla karşı karşıya kalmıştı. Bu “yapay” kıtlıkta tahminen 5-10 milyon Ukraynalı köylü ölmüş, köylü nüfusunun %25- 50’si yok olmuştu. Doktorların ölüm belgelerine gerekçe olarak “açlık” yazmasının yasak olduğu bu zor yılları ve kayıpları Ukrayna, “Holodomor” olarak anıyor. Stalin’in kolektif tarıma başkaldıran Ukrayna köylüsünün açlıktan kırıldığı yönündeki raporlara kulak tıkayıp, insani yardımları engelleyerek cezalandırmış olması nedeniyle bugün Holodomor, pek çok ülke tarafından soykırım olarak tanınıyor.
Aymaz hükümet politikaları ile bağlantılı bir büyük kıtlık ve kırım dönemi ise 1958-62 arasında Çin’de Mao Zedong’un yönetimi sırasında yaşanmıştı. “Büyük İleri Atılım” dönemi diye tanımlanan dönemde kötü hava şartları ve doğal herhangi bir afet olmamasına ve silolar tahılla dolu olmasına rağmen hükümet politikaları ile 36-45 milyon insan açlıktan ölmeye mahkum edilmişti. Bu dönemde Çinli ziraat araştırmacıları tohumların 1 metreden derine gömülmesinin onların gücünü artıracağı, başakları gagalayan serçelerin toplu şekilde öldürülmesi ile verimin yükseleceği gibi bugün bizi güldürecek denli yanlış uygulamaları devlet politikası olarak kabul ettirebilmişler. Yüzeydeki en verimli tabakayı derine gömüp verimi düşürünce, serçeleri vurmaktan başka çare kalmamış. Onları da neredeyse soyunu tüketecek kadar öldürünce, meydan onyıllar boyu çekirgelere kalmış. İnsanlık doğadan kopunca tam kopuyor anlaşılan. Bu arada hiçbir habercinin yol kenarındaki ölülere dair haber yapamamış olması, parti propaganda posterlerinin milyonlar açlıktan ölürken bolluk içinde, neşeli köylüleri göstermesi, Mao’nun geçtiği yollara dekor olarak bereketli hasat sahneleri ile neşeli köylüler konulması gibi birçok gizleme taktiği ile anılacak, insanlık adına zavallı bir dönemden bahsediyoruz.
Bir de İngilizlerin Doğu Hindistan Kumpanyası’nın yedi kısım tekmili birden “açlık oyunları”na bakın. Kumpanya önce arazi vergilerini beş misli artırıp, hasat edilen ürünün yarısını köylünün elinden almış, sonra da afyon üretimi için geleneksel ürünlerin yetiştirilmesinin yasaklamıştı. 1770’de Bengal’de 10 milyon kişinin ölümüne neden olan kıtlık, 19. yüzyıla dek Hindistan’ı kasıp kavuran serinin başlangıcını oluşturdu. 1792’ye dek İngiliz yönetimi altında açlıktan ölenlerin sayısı 22-33 milyona ulaştı. İngilizlerin hegemonyası altında geçen yıllar Hindistan’ın açlıkla sınandığı yıllardı ve toplamda 60 milyona yakın Hintli açlık ve bağlantılı salgın hastalıklar nedeniyle öldü. Özet olarak şunu diyelim; 1700’lerde İngilizler geldiğinde Hindistan’ın dünya gayrısafi hasılasındaki payı %25 idi, 1947’de bağımsızlık kazanıldığında ise %2.
Kendi coğrafyamıza baktığımızda, Anadolu’nun da tarih içinde kuraklığa bağlı kıtlıklardan nasibini almış olduğu görülüyor. MÖ 1200 yılında Hititleri kavgalı oldukları Mısır’dan yardım istemek zorunda bırakacak denli büyük bir kıtlık yaşanmıştı. Daha yakın tarihe geldiğimizde 1873-1875 arasında Orta Anadolu’da yakın tarihimizin en büyük felaketlerinden biri yaşanmıştı. Ankara Valisi Mehmet Refet Paşa’nın yazdığı rapora göre Ankara’da yağmurlar zamanında yağmamış, ekinler kuruyup telef olmuş, herkes telaşa kapılmış, evinde zahiresi olanlar dahi zahire ve ekmek almaya başlamışlardı. Bir yanda da sular azaldığı için değirmenler çalışmıyordu. El değirmenleri imal ettirilmeye başlanmıştı. Eylül ayına gelindiğinde kış mevsimi nakliyeyi güçleştirmeden ve yollar kardan kapanmadan önce Orta Anadolu’nun her yerleşim birimi zahire bulup saklamaya çabalıyordu. Bu iki yıllık dönemde devlet, yabancı misyonerler ve halk elinden geleni yapmış olmakla birlikte yaklaşık 150 bin kişinin etkilendiği, 20 bin kişinin ise açlık nedeniyle ölmüş olabileceği söylenmektedir.
Bu ve benzeri kıtlık öykülerinden çıkardığımız ders doğanın hassas dengelerine dair hiçbir şey bilmeden giriştiğimiz, onu yeniden şekillendirme projelerinin sonuçlarını çok hızlı, çok geç ve çok acı verici şekilde fark ediyor olmamız. Bugün kıtlık çoğumuzun yaşamına pek uzak görünüyor. Gerçekten öyle mi acaba? FAO’nun beslenme raporuna göre 963 milyon insan mutlak açlık sınırının altında yaşıyor. Bu konuyu araştırmayı sizlere bırakıp, büyüklerimizin bir deyişi ile bitirelim: “Açlıkla terbiye etme Allahım” derdi anneannem. “İnsanı gördüğünden ayırma…”