Kasım
sayımız çıktı

Tarih, bağlam, bakışaçısı

 10. ila 13. yüzyıl arasında (Song dönemi) Kuzey Çin artık medenileşmiş yabancılar tarafından değil de Kıtay ve Cürçen gibi kuzeydoğulu yabancılar tarafından (Liao ve Jin sülaleri) idare edilir olmuştu. Bu yeni durum, artık kendini yerli gibi gören eski yabancıların da bir zamanlar uzaktan gelmiş oldukları gerçeğinin dile getirilmesine yol açmıştı.

Bir tanıdığım “bizim tarihimizi Çinliler yazmış” demişti. Sanki geçmişte “Çin Ta­rih Encümeni” “Türklerin tarihini biz yazalım” demiş gibi… Gerçekten de Çin belgele­rinin doğru bilgiyi aksettirdiği görüşü oldukça yaygındır. Ancak bu belgelere doğru bilgi hazine­si diye bakmak yerine, onların hangi dönemde, hangi bağlamda ve hangi bakışaçısı ile yazıldık­larının farkında olmak daha sağlıklı gibi görünü­yor. Artık gerek Çin’de gerekse Batı bilim dünya­sında kaynakların hangi bağlamda yazıldığı konusu önem kazanmaktadır. 1.000 yıl önceki belgelerde aynı konu na­sıl farklı bir şekilde ele alınmıştır? Aslında biz özellikle TV kanallarında aynı olayın farklı bir şekilde anlatılması­na alışığız; orada da bağlam ve bakışaçısı sözkonusu; ama biz buna “taraf tutmak” diyoruz. Tarihten beklentimiz ise farklı. En azından öyle olmalı.

Tarihte “Şato” adıyla bilinen bir Türk grubu vardır. Vak­tiyle W. Eberhard, Çince kaynaklarda Türklerle ilgili bilgileri toplarken Şatolar hakkındaki görüşlerine bir Türkçe maka­lede (1947) ve sonra da Conquerors and Nomads (Fatihler ve Göçebeler-1970) adlı kitabında geniş yer vermiş­ti. Yakınlarda da Wu Hsing-tung’un Sha-t’o’ların Çin Toplumu’na Etkileri (907-960) adlı çalışma­sı Merthan Dündar editörlüğünde yayımlanmış­tır (2021). Şatoları Türkçede ele alan bu nadir çalışmalar bizde pek bilinmez.

Son yıllarda Batı’da Şatolar (Pinyin ile Sha­tuo) ve kökenleri üzerinde başka önemli çalış­malar da yapılmakta, bu halkın nitelikleri üze­rine yeni bilgiler-yaklaşımlar ortaya çıkmakta (C. Atwood 2010, R. Dunnell 2015, M. Barenghi 2019). Eberhard’ın çalışmasını “Şatolar konu­sunda alışılagelmiş görüş” diye takdim eden bu eserler, Çin’deki “Beş Sülale” devrinde (907-960) Kuzey Çin’de üç sülale kurmuş olan Şato hâkim soyunun etnik kökeni ve 10-11. yüzyıllarda dü­zenlenmiş olan şecerelerinin içeriğini ele almak­ta. Böyle bir durumda genel olarak olaylara en yakın olan kaynağın en doğru bilgiyi verdiğini düşünürüz. Ancak burada durumun öyle olmadı­ğı anlaşılmaktadır.

Tarihte Şatolara bağlı soy gruplarının bir kıs­mı Batı Türkleri arasında, bir kısmı da Tiele (Teg­reg) camiası içinde görülürler. Daha önceleri batıda bulunan bu soy gruplarını sonradan Beşbalık (Tur­fan) civarında görüyoruz. 8. yüzyılda Tibetlilerin bu bölgelerdeki hâkimiyetleri üzerine doğuya doğru göçmüşler ve hatta Tang (618-907) hizmetine gir­mişlerdi. Şato dönemindeki kaynaklar ise böyle bir göç konusundan hiç sözetmeden, hâkim sülalenin Tang (Göktürk) döneminde Çin’in kuzey sakinle­rinden olduğu izlenimini verirler. Hatta Çin /Tang imparatorunun bağlılık ve hizmetlerinden duyduğu memnu­niyetle onlara Tang sülalesinin soyadı Li’yi vererek Şatolara asalet atfettiğini vurgularlar.

Aslında kaynakların göçten bahsetmemeleri yanlış değil de eksik bilgidir. Şato hâkim sülalesinin Şato halkı tarafın­dan asil olarak algılanmasının Li soyadını taşıyan imparator­luk ailesine mensubiyetten mi geldiği; yoksa bazı kayıtlardan gördüğümüz gibi zaten sözkonusu Şato sülalesinin eskiden beri halk arasında asil olarak görülmesinden mi kaynaklandı­ğı başka bir tartışma konusudur. Song sülalesi devrinde (960-1279) gene o dönemin en ünlü tarihçisi Ouyang Xiu tarafın­dan 1060’da yazılmış olan bir diğer kaynakta ise göç meselelerine ayrıntılı olarak yer verildiğini görürüz. Burada Şatolar, aslında “Çin idaresini tanımış yabancılar”, yani bir açıdan medenileş­miş, dolayısıyla Çin’de hükümdar olabilmiş ya­bancılar olarak takdim edilirler.

Güneyde Song döneminde Kuzey Çin artık medenileşmiş yabancılar tarafından değil de Kı­tay ve Cürçen gibi kuzeydoğulu yabancılar tara­fından (Liao ve Jin sülaleri) idare edilir olmuştu. Bu yeni durum, artık kendini yerli gibi gören es­ki yabancıların da bir zamanlar uzaktan gelmiş oldukları gerçeğinin dile getirilmesine yol aç­mıştı. Dolayısıyla eski göç hikayelerinin canlan­dırılması anlaşılır olmaktadır.

Tarihi yazanların da kendi içinde bulunduk­ları durumdan (bağlam) doğan kaygılarının ol­duğunu anlamamız önemlidir. Sadece bilgi ver­menin bizi “doğru”ya götürmediği görmemiz, meselenin etraflıca anlaşılabilmesi için eserleri “tarih ve bağlam” kavramı çerçevesinde ele al­mamız gerektiği yolunda bir adımdır.