Kasım
sayımız çıktı

Doğal felaketlerin siyasi yağmacıları ve George Bush’a bye bye

18 sene önce New Orleans’ı yıkıp geçen büyük kasırga sonrası -üstelik tehlike önceden biliniyorken- bölgede önlem alınmadığı ortaya çıkmış, “devletinin yanındaki” basın kuruluşları 10 binlerce insanın yaşadığı felaketi “birçok yağmalama olayları yaşanıyo” diye vermeyi tercih etmişti. ABD’nin AFAD’ı diyebileceğimiz FEMA’nın başındaki yetersiz ve yalancı şahıs ise “Asrın felaketi, kim olsa yapamazdı” falan demiş; Allah’tan ülkenin büyük çoğunluğu aklını yitirmediği için “Ay, dur yaraları sarsın, biraz süre verelim, bir dönem daha belki” falan demeyerek Bush’u ve partisini İzmir Marşı’yla uğurlamıştı.

Tarih boyunca büyük felaketler ve savaşla­rın ardından ama izinli ama izinsiz sayısız yağma ya­şandığı şüphesiz. Ancak yağ­ma, her zaman ilk aklımıza geldiği hâliyle insanların ken­dilerine ait olmayan malları sahiplenerek götürmesi şek­linde gerçekleşmiyor.

Yağmanın her şekliyle ya­saklanması, biliyorsunuz as­lında göreceli yeni bir şey. Es­kiden savaşlar sonrası muzaf­fer komutanlar askerlerine fethettikleri şehri yağmalatır; devletler rakip ya da düşman devletlerin gemilerini yağma­lasın diye korsanlara icazet verir; muzaffer ordular kaybe­den tarafın insanlarını köle­leştirip satar ya da kullanırdı. Yağma ancak yakın tarihte suç olduğuna göre, gelin çok daha yakın bir tarihe, 18 yıl öncesi­ne bakalım.

2005’te Katrina Kasırga­sı ABD’nin New Orleans şeh­rini berhava ederken, kosko­ca haber kuruluşları; günler­ce evlerinin tavanaralarında, çatılarında bir türlü gelmeyen devlet yardımını bekleyen on­binlerce felaketzedenin du­rumu ve yardım organizasyo­nundaki kepazelikler yerine, kasırganın ardından yaşan­dığını iddia ettikleri “yağma” olaylarına odaklandı. Bugün hâlâ Katrina Kasırgası’yla ilgi­li bir görsel malzeme araması yaptığınızda; Siyah bir gencin göğsüne kadar suların içinde, bir elinde peşinde sürüklediği ve içinde ne olduğunu bilme­diğimiz bir çöp poşeti, diğer elinde 12’lik kola paketiyle görüldüğü fotoğrafı bulabilir­siniz. Dave Martin’in çektiği fotoğrafın “altyazısı” çok net: “Bir dükkânı yağmalayan genç bir adam”.

Aynı felaketle ilgili kar­şımıza çıkan ikinci fotoğraf­ta ise yine göğüslerine kadar suyun içinde, bir şeyler taşı­yan iki Beyaz var. Resimaltı bu kez farklı: “İki şehir sakini, buldukları ekmek ve içecek­leri taşırken”. Sular altındaki şehirde, evine yiyecek-içecek bir şeyler taşıyan genç Siyah “şehrin sakini” bile olamıyor. Yine aynı hadiseden başka bir fotoğrafta da bir dükkanın ca­mından çıkan bir Siyah ve üç metre ötesinde elindeki tor­banın içine bakan bir Beyaz adam görüyoruz. Resimaltı: “Bir şahıs [kendisine ait] tor­basının içine bakarak yürür­ken diğer şahıs camları kırıl­mış dükkandan dışarı fırlıyor”.

Katrina Kasırgası, Geor­ge W. Bush’un başkanlığının son döneminde yaşanan dev beceriksizlik, basiretsizlik, yeteneksizlik, hamiyetsizlik, liyakatsızlık ve ayrımcılıkla birlikte tarihe geçti. Kasırga­nın geleceği de etkisinin ne olacağı da gayet iyi biliniyor­du. Hatta örneğin, fırtınadan etkilenen eyaletlerden hami­yetsiz başkan Bush’un kardeşi Jeb Bush’un valisi olduğu Flo­rida’da gayet güzel önlemler alınmıştı. Ancak ülkenin en fakir şehirlerinden biri olan New Orleans’ta doğru-dü­rüst hazırlık yoktu. Tabii diğer yandan New Orleans, aklım­da yanlış kalmadıysa 1870’ler­den bu yana sadece ve sadece Demokrat Partili adayları be­lediye başkanı yapmış; son dö­nemini yaşayan Bush’un par­tisine hemen hiçbir zaman oy vermemiş bir şehir.

Gerçeği yağmalayanlar Dave Martin imzalı bu fotoğraf, halen Katrina Kasırgası ile ilgili bir görsel araması yaptığınızda ilk karşınıza çıkacak karelerden. Fotoğrafın açıklamasında “Bir dükkanı yağmalayan genç bir adam” deniyor. Benzer durumda Beyazların kareleri ise “Buldukları yiyecekleri taşırken” gibi altyazılarla paylaşılıyor.

New Orleans’ta tahliye em­ri geç de olsa gelmişti ama ev­lerini tahliye etmesi gereken insanların çoğunun otomobi­li yoktu. ABD’de toplu taşıma zaten İstanbul’da taksi bul­maktan beter. Tahliye emrin­de, otomobili olmayan ya da yaşlı ve engelli şahıslarla ilgili hiçbir destek de yok.

ABD’nin AFAD’ı diyebi­leceğimiz FEMA, o dönemde gerçekten mal değnekleri ta­rafından idare edildiğinden, burada görevli yetkili hemen herkes artık Bush’un torpiliy­le mi her nasılsa görevlerine geldiğinden, felaket yöneti­mini ellerine-yüzlerine bu­laştırıyor. Bu arada Allah’ın yeteneksiz bir kulunu gidip FEMA’ya direktör yapmış­lar; başında yanlış hatırlamı­yorsam Michael Brown diye biri var; resmen “Better Call Saul”daki Saul Goodman gi­bi bir herif, dandik bir avukat. CV’sinde falan yalan söyleyen, hukuktan ziyade para peşin­de koşan, daha sonra da ihti­mal güzel bir bağış yaptığı için zerre tecrübesi olmadığı hâlde FEMA’nın başına getirilen bir herif. Utanmadan göreve gel­dikten sonra Oklahoma’da kü­çük bir şehirde çalışırken “acil durum hizmetleri” yetkilisi olduğu yalanını yazıyor; daha sonra şehrin sözcüsü “Yok yav, o bizde daha çok stajyer gibi bir şeydi, işe vaktinde gelir gi­derdi, o kadar” diye bu arkada­şı yalanlıyor.

Anlayacağınız FEMA’nın başında bu işlerden hiç anla­mayan, eğitimini de bu alanda almamış mankafalının teki var. Hâliyle felaketten sonra zerre utanma-sıkılma olmadan “Aaa, ama biz bu kadar insanın et­kileneceğini bilmiyorduk kii” diyebiliyor. Sanki oğlunun sün­neti için alışveriş yapmış. Bin­lerce insan sokakta, aç ve su­suz kalınca utanmadan bir de “Beklentimizin çok üzerinde insan geldi, asrın felaketi, kim olsa yapamazdı” falan diyor.

Son dönemini yaşayan Başkan Bush, ancak gün­ler sonra bir yardım paketi­ne onay vererek 7.200 askerin bölgede görevlendirilmesini lütfen emrediyor. New Orle­ans belediyesinin afet koordi­nasyon sorumlusu Terry Eb­bert, açık açık “FEMA falan yok, günlerce FEMA’dan tek bir insan bile gelmedi buraya. En sonunda geldiklerinde de ne yapacaklarını bile bilmi­yorlardı, sıfır koordinasyon!” diyerek hükümeti eleştiriyor. Dönemin belediye başkanı Ray Nagin yardımların yeter­sizliğini vurguluyor; Bush’a felaketten önce neler olabile­ceğinin harfi harfine anlatıldı­ğı ve önlem alınmadığı ortaya çıkıyor; milletindense devleti­nin yanında basın kuruluşla­rı 10 binlerce insanın yaşadı­ğı felaketi “birçok yağmalama olayları yaşanıyo” diye verme­yi tercih ediyor.

Ha yağma hiç mi yok? Var elbette. Bana sorarsanız New Orleans’taki ilk yağma bizzat bu yandaş basın tarafından yapılıyor: Gerçeği yağmalıyor­lar. Yukarıda bahsettiğim fo­toğrafı hâlâ aynı resimaltıy­la satıyorlar. Zaten daha sonra Columbia Journa­lism Review’da Ko Bra­gg’ın da isabetle buyur­duğu üzere, olay yerine intikal eden gazetecile­rin bir kısmı sadece “yağ­ma haberi” yapmak üzere oraya geliyor ve ortada bir yağma olmadığı hâlde çoğu defa çektikleri fotoğrafları kasıtlı olarak “yağma” başlı­ğıyla yolluyorlar. Daha ilgi çe­kici, daha dikkat uyandırıcı, daha “tık alıcı” diye bire bin katıp, masum insanlara hiç çekinmeden iftira atarak gerçeği yağmalıyorlar.

İkinci yağma, biz­zat kendi seçmeni olarak görmediği bölgelere yar­dım götürmeyi gecikti­ren hükümet tarafından gerçekleştiriliyor. Kendi beceriksizliklerini, yeter­sizliklerini, ahlaksızlıkları­nı, kimbilir FEMA ve diğer yardım kuruluşları üzerin­den yaptıkları dev hırsızlık­ları örtmek için tüm muhalif sesleri susturup “siyasetin za­manı değil” diyorlar. İnsanla­rın çaresiz öfkesini belki üç-beş tanesi gerçek ama çoğu kendi kuklalarınca uydurulan yağma haberlerine yönelte­rek siyasi yağma yapıyorlar. Allahtan ABD’nin büyük ço­ğunluğu aklını yitirmediği için “Ay, dur yaraları sarsın, biraz süre verelim, bir dönem daha belki” falan demeyerek baş­kanın partisinin iki dönem­lik iktidarına son verip, onla­rı İzmir Marşı’yla uğurluyor. Yerine de işte çok bilmişlerin “Amerikalılar siyah bir adaya oy vermez”; bizden bir takım namussuzun da “Amerika o siyahı başkan seçsin Taksim Meydanı’nda eşek gibi anırı­rım” dediği Hüseyin Barack Obama’yı çatır-çatır başkan seçiyor. Son dönemini yaşayan Bush’un bu siyasi yağma giri­şimi de elinde patlıyor.

Bir de tabii en başta belirt­tiğimiz, “sözde yağma” fotoğ­raflarına resimaltı yazarken bile sergilenen ırkçı yağma var. Siyah bir genç sular altın­daki bir kentte elinde ekmek ve kolayla görüntülendiğin­de yağmacı sıfatı yapıştırmak için hiç vakit kaybetmeyen­ler, benzer görüntülerin kah­ramanları beyaz olduğunda “insancıklar yiyecek bulmuş” diye geçiştirebiliyor. Toplum­daki ırkçı önyargıları yağmala­makla kalmayıp daha da besli­yor, bir içsavaşın fitilini ateş­lemeye bile çekinmiyorlar.

Yani özetle, tarihte her fe­laketin ardından illa ki bir sorumlu aranıyor. Ancak bu sorumlu doğrudan felaketle ilgisi olmayan insanlar olu­yor. Böylelikle asıl sorumlu­lar gizleniyor; beceriksizlikle­ri, yetersizlikleri, hırsızlıkları örtülüyor. Hele işin içinde bir de ırkçılar varsa, bunlar da ge­nellikle muhalif göründükleri diktatörlükleri korumak için halkın haklı öfkesini kendisini savunma imkanı ve cevap hak­kı olmayan azınlıklara yönelti­yor. Genelde tabii.

­