18 sene önce New Orleans’ı yıkıp geçen büyük kasırga sonrası -üstelik tehlike önceden biliniyorken- bölgede önlem alınmadığı ortaya çıkmış, “devletinin yanındaki” basın kuruluşları 10 binlerce insanın yaşadığı felaketi “birçok yağmalama olayları yaşanıyo” diye vermeyi tercih etmişti. ABD’nin AFAD’ı diyebileceğimiz FEMA’nın başındaki yetersiz ve yalancı şahıs ise “Asrın felaketi, kim olsa yapamazdı” falan demiş; Allah’tan ülkenin büyük çoğunluğu aklını yitirmediği için “Ay, dur yaraları sarsın, biraz süre verelim, bir dönem daha belki” falan demeyerek Bush’u ve partisini İzmir Marşı’yla uğurlamıştı.
Tarih boyunca büyük felaketler ve savaşların ardından ama izinli ama izinsiz sayısız yağma yaşandığı şüphesiz. Ancak yağma, her zaman ilk aklımıza geldiği hâliyle insanların kendilerine ait olmayan malları sahiplenerek götürmesi şeklinde gerçekleşmiyor.
Yağmanın her şekliyle yasaklanması, biliyorsunuz aslında göreceli yeni bir şey. Eskiden savaşlar sonrası muzaffer komutanlar askerlerine fethettikleri şehri yağmalatır; devletler rakip ya da düşman devletlerin gemilerini yağmalasın diye korsanlara icazet verir; muzaffer ordular kaybeden tarafın insanlarını köleleştirip satar ya da kullanırdı. Yağma ancak yakın tarihte suç olduğuna göre, gelin çok daha yakın bir tarihe, 18 yıl öncesine bakalım.
2005’te Katrina Kasırgası ABD’nin New Orleans şehrini berhava ederken, koskoca haber kuruluşları; günlerce evlerinin tavanaralarında, çatılarında bir türlü gelmeyen devlet yardımını bekleyen onbinlerce felaketzedenin durumu ve yardım organizasyonundaki kepazelikler yerine, kasırganın ardından yaşandığını iddia ettikleri “yağma” olaylarına odaklandı. Bugün hâlâ Katrina Kasırgası’yla ilgili bir görsel malzeme araması yaptığınızda; Siyah bir gencin göğsüne kadar suların içinde, bir elinde peşinde sürüklediği ve içinde ne olduğunu bilmediğimiz bir çöp poşeti, diğer elinde 12’lik kola paketiyle görüldüğü fotoğrafı bulabilirsiniz. Dave Martin’in çektiği fotoğrafın “altyazısı” çok net: “Bir dükkânı yağmalayan genç bir adam”.
Aynı felaketle ilgili karşımıza çıkan ikinci fotoğrafta ise yine göğüslerine kadar suyun içinde, bir şeyler taşıyan iki Beyaz var. Resimaltı bu kez farklı: “İki şehir sakini, buldukları ekmek ve içecekleri taşırken”. Sular altındaki şehirde, evine yiyecek-içecek bir şeyler taşıyan genç Siyah “şehrin sakini” bile olamıyor. Yine aynı hadiseden başka bir fotoğrafta da bir dükkanın camından çıkan bir Siyah ve üç metre ötesinde elindeki torbanın içine bakan bir Beyaz adam görüyoruz. Resimaltı: “Bir şahıs [kendisine ait] torbasının içine bakarak yürürken diğer şahıs camları kırılmış dükkandan dışarı fırlıyor”.
Katrina Kasırgası, George W. Bush’un başkanlığının son döneminde yaşanan dev beceriksizlik, basiretsizlik, yeteneksizlik, hamiyetsizlik, liyakatsızlık ve ayrımcılıkla birlikte tarihe geçti. Kasırganın geleceği de etkisinin ne olacağı da gayet iyi biliniyordu. Hatta örneğin, fırtınadan etkilenen eyaletlerden hamiyetsiz başkan Bush’un kardeşi Jeb Bush’un valisi olduğu Florida’da gayet güzel önlemler alınmıştı. Ancak ülkenin en fakir şehirlerinden biri olan New Orleans’ta doğru-dürüst hazırlık yoktu. Tabii diğer yandan New Orleans, aklımda yanlış kalmadıysa 1870’lerden bu yana sadece ve sadece Demokrat Partili adayları belediye başkanı yapmış; son dönemini yaşayan Bush’un partisine hemen hiçbir zaman oy vermemiş bir şehir.
New Orleans’ta tahliye emri geç de olsa gelmişti ama evlerini tahliye etmesi gereken insanların çoğunun otomobili yoktu. ABD’de toplu taşıma zaten İstanbul’da taksi bulmaktan beter. Tahliye emrinde, otomobili olmayan ya da yaşlı ve engelli şahıslarla ilgili hiçbir destek de yok.
ABD’nin AFAD’ı diyebileceğimiz FEMA, o dönemde gerçekten mal değnekleri tarafından idare edildiğinden, burada görevli yetkili hemen herkes artık Bush’un torpiliyle mi her nasılsa görevlerine geldiğinden, felaket yönetimini ellerine-yüzlerine bulaştırıyor. Bu arada Allah’ın yeteneksiz bir kulunu gidip FEMA’ya direktör yapmışlar; başında yanlış hatırlamıyorsam Michael Brown diye biri var; resmen “Better Call Saul”daki Saul Goodman gibi bir herif, dandik bir avukat. CV’sinde falan yalan söyleyen, hukuktan ziyade para peşinde koşan, daha sonra da ihtimal güzel bir bağış yaptığı için zerre tecrübesi olmadığı hâlde FEMA’nın başına getirilen bir herif. Utanmadan göreve geldikten sonra Oklahoma’da küçük bir şehirde çalışırken “acil durum hizmetleri” yetkilisi olduğu yalanını yazıyor; daha sonra şehrin sözcüsü “Yok yav, o bizde daha çok stajyer gibi bir şeydi, işe vaktinde gelir giderdi, o kadar” diye bu arkadaşı yalanlıyor.
Anlayacağınız FEMA’nın başında bu işlerden hiç anlamayan, eğitimini de bu alanda almamış mankafalının teki var. Hâliyle felaketten sonra zerre utanma-sıkılma olmadan “Aaa, ama biz bu kadar insanın etkileneceğini bilmiyorduk kii” diyebiliyor. Sanki oğlunun sünneti için alışveriş yapmış. Binlerce insan sokakta, aç ve susuz kalınca utanmadan bir de “Beklentimizin çok üzerinde insan geldi, asrın felaketi, kim olsa yapamazdı” falan diyor.
Son dönemini yaşayan Başkan Bush, ancak günler sonra bir yardım paketine onay vererek 7.200 askerin bölgede görevlendirilmesini lütfen emrediyor. New Orleans belediyesinin afet koordinasyon sorumlusu Terry Ebbert, açık açık “FEMA falan yok, günlerce FEMA’dan tek bir insan bile gelmedi buraya. En sonunda geldiklerinde de ne yapacaklarını bile bilmiyorlardı, sıfır koordinasyon!” diyerek hükümeti eleştiriyor. Dönemin belediye başkanı Ray Nagin yardımların yetersizliğini vurguluyor; Bush’a felaketten önce neler olabileceğinin harfi harfine anlatıldığı ve önlem alınmadığı ortaya çıkıyor; milletindense devletinin yanında basın kuruluşları 10 binlerce insanın yaşadığı felaketi “birçok yağmalama olayları yaşanıyo” diye vermeyi tercih ediyor.
Ha yağma hiç mi yok? Var elbette. Bana sorarsanız New Orleans’taki ilk yağma bizzat bu yandaş basın tarafından yapılıyor: Gerçeği yağmalıyorlar. Yukarıda bahsettiğim fotoğrafı hâlâ aynı resimaltıyla satıyorlar. Zaten daha sonra Columbia Journalism Review’da Ko Bragg’ın da isabetle buyurduğu üzere, olay yerine intikal eden gazetecilerin bir kısmı sadece “yağma haberi” yapmak üzere oraya geliyor ve ortada bir yağma olmadığı hâlde çoğu defa çektikleri fotoğrafları kasıtlı olarak “yağma” başlığıyla yolluyorlar. Daha ilgi çekici, daha dikkat uyandırıcı, daha “tık alıcı” diye bire bin katıp, masum insanlara hiç çekinmeden iftira atarak gerçeği yağmalıyorlar.
İkinci yağma, bizzat kendi seçmeni olarak görmediği bölgelere yardım götürmeyi geciktiren hükümet tarafından gerçekleştiriliyor. Kendi beceriksizliklerini, yetersizliklerini, ahlaksızlıklarını, kimbilir FEMA ve diğer yardım kuruluşları üzerinden yaptıkları dev hırsızlıkları örtmek için tüm muhalif sesleri susturup “siyasetin zamanı değil” diyorlar. İnsanların çaresiz öfkesini belki üç-beş tanesi gerçek ama çoğu kendi kuklalarınca uydurulan yağma haberlerine yönelterek siyasi yağma yapıyorlar. Allahtan ABD’nin büyük çoğunluğu aklını yitirmediği için “Ay, dur yaraları sarsın, biraz süre verelim, bir dönem daha belki” falan demeyerek başkanın partisinin iki dönemlik iktidarına son verip, onları İzmir Marşı’yla uğurluyor. Yerine de işte çok bilmişlerin “Amerikalılar siyah bir adaya oy vermez”; bizden bir takım namussuzun da “Amerika o siyahı başkan seçsin Taksim Meydanı’nda eşek gibi anırırım” dediği Hüseyin Barack Obama’yı çatır-çatır başkan seçiyor. Son dönemini yaşayan Bush’un bu siyasi yağma girişimi de elinde patlıyor.
Bir de tabii en başta belirttiğimiz, “sözde yağma” fotoğraflarına resimaltı yazarken bile sergilenen ırkçı yağma var. Siyah bir genç sular altındaki bir kentte elinde ekmek ve kolayla görüntülendiğinde yağmacı sıfatı yapıştırmak için hiç vakit kaybetmeyenler, benzer görüntülerin kahramanları beyaz olduğunda “insancıklar yiyecek bulmuş” diye geçiştirebiliyor. Toplumdaki ırkçı önyargıları yağmalamakla kalmayıp daha da besliyor, bir içsavaşın fitilini ateşlemeye bile çekinmiyorlar.
Yani özetle, tarihte her felaketin ardından illa ki bir sorumlu aranıyor. Ancak bu sorumlu doğrudan felaketle ilgisi olmayan insanlar oluyor. Böylelikle asıl sorumlular gizleniyor; beceriksizlikleri, yetersizlikleri, hırsızlıkları örtülüyor. Hele işin içinde bir de ırkçılar varsa, bunlar da genellikle muhalif göründükleri diktatörlükleri korumak için halkın haklı öfkesini kendisini savunma imkanı ve cevap hakkı olmayan azınlıklara yöneltiyor. Genelde tabii.