Kasım
sayımız çıktı

Tam 41 yıl önce başladı zihinlerde harabeler bıraktı

Türkiye’deki 12 Eylül 1980 darbesinden 10 gün sonra patlak veren İran- Irak Savaşı 8 yıla yakın sürdü, yaklaşık 1 milyon asker ve sivilin hayatını kaybetmesine, büyük acılara yol açtı. Devletlerin Ortadoğu politikalarını kökünden değiştiren, Irak’ın kimyasal-biyolojik silahlar kullanmasıyla katliama dönüşen savaşı; Tahran doğumlu yazar-sosyolog Shahzadeh N. İgual’ın çocukluk yıllarındaki anılarıyla hatırlıyoruz.

SHAHZADEH N. IGUAL

Ceng-i Tahmili. İran’ın içine sürüklendiği, yük­lenmek zorunda kaldığı savaş…

İran-Irak Savaşı, yüzyılın en anlamsız harbi olmakla bir­likte her iki ülkede ağır hasar­lar bıraktı. Ölenler, ölüsü dahi bulunamayanlar, gaziler, kim­sesiz kalan çocuklar, bu insan­lık trajedisine şahit olanlara kocaman-atlatılamaz bir trav­ma bıraktı. Canından, topra­ğından olanların yanısıra, İran halkı da bir daha eskisi gibi olamadı… Yani, insanlar dün­ya değiştirdi yahut insanların dünyası değişti…

Ben savaşa, yıkımlara, ölümlere gözünü açan milyon­larca çocuktan sadece biriy­dim. Dünyaya ayak basalı he­nüz bir buçuk yıl olmadan kan­lı bir devrimin ortasında veda etmiştim çocukluğuma…

Yaşıyor ya insanoğlu her durumda, yaşıyorduk biz de o cehennemin orta yerinde!

Olağan bir vaziyetmiş gi­bi alışılan bir şey oluvermişti bombardımanlar altında yaşa­mak o mahşerin içinde sürdü­rülmeye gayret edilen hayatla­rımız…

2006’da 1980-88 İran-Irak Savaşı’nı anmak için düzenlenen “Kutsal Müdafaa Haftası” sırasında İranlı çocuklar bir tankın üzerinde oyun oynuyor.

İşe, okula gidenler, doğan­lar, hastalananlar, sessiz seda­sız evlenenler, kapkara perdele­rin çekildiği evlerde ağırlanan misafirler, rengi koyultulmuş memleketimde silikti hayat­larımızın rengi. Ama yine de yaşanıyordu güç de olsa. Evle­re yeni eşya bile alınırdı ölüm korkusuna inat. Doğan erkekle­re Omid (Ümit), kızlara Azade (Özgür) adı veriliyordu artık… Okula başladığımda henüz beş yaşındaydım. Birinci sınıfta olmamıza rağmen işlediğimiz dersler, dolayısıyla öğrendikle­rimiz pek de hafif sayılmazdı. Hiçbir eğitmen bize savaşı izah edemezken normların dışında dersler veriliyordu okulda…

“Savaşa özel” dersimizin adı ise biz parmak kadar ço­cuklar için dehşetengizdi. Ve ben tedrisatın yarattığı korku­dan muzariptim! Öğrendikle­rime kafa tutan öğrenmek is­temediklerim, yoksaymak için direndiklerim vardı. Kimi za­man tatbikat gereği gittiğimiz sığınaklara bazen de gerçek hava saldırıları nedeniyle tek sıra halinde, ağlayarak götürü­lürdük.

“Kimya bombası nedir, size yakın bir yere isabet ettiğinde ne yapılabilir?”

“Enkaz altında kaldınız. Sağsanız dışarı nasıl çıkarsı­nız?”

“Bombardıman anında pa­niklememek için neler yapıl­malı?”

“El bombalarının zarar ver­me gücü nedir?”

“RPG-7 roketatarın özellik­leri ve tahribat gücü nelerdir?”

“Bebek şeklinde kamufle edilmiş patlayıcıları nasıl ta­nırız?”

Boyu posu daha sıralara güçbela yetişen bizler, dört ku­lak sekiz göz dinler, izlerdik en korktuğumuz dersi! Biz savaş çocuklarıydık, küçücüktük ama kahrolası bu savaşın çocukla­rıydık. Bilmeliydik bu gerçekle­ri, çalışıp sınavlarda doğru ce­vapları da vermeliydik üstelik. Bizi iliklerimize değin ürküten derslerden pekiyi alırdık ço­ğunlukla, ama pekiyi alan ço­cuklar da öldü bu savaşta. Oysa onlar da çalışmışlardı dersleri­ne. Lakin çalışılmazdı savaşla­ra! Bu çocuklar okulunda, evin­de, sokaklarda yakalanıverdi kahpe saldırılara…

Saddam hükümeti kimya bombalarıyla saldırıya geçti­ğinde ise İran devletinin bu in­sanlık suçunu derhal durdur­masını bildirmeye gittiği BM Güvenlik Konseyi’nin kapı­sı yüzlerine kapanmıştı. Tüm dünya Irak’a silah satarken, İran’ın kimya bombası şikaye­tine kulak tıkanmıştı. Kimyasal silahlarla yokedilen İran hal­kının çığlığı onların vicdanını sızlatmamıştı. Yalnız bombar­dımanlar değil, büyük yerle­şim merkezlerine atılan sayısız füze de çok ocaklar söndür­müştü. Evi yıkılmayanların da zihninde bir ömür taşıyacağı harabeler bırakmıştı. Füzeler şehre kulakları sağır edici bir gürültüyle yaklaşıyor, sonra da isabet ettiği yerdeki anlatıla­maz patlama sesiyle evi, barkı, canı, yüreği alaşağı edip yok e­diyordu.

Galibi olmayan savaşın kurbanları İran yönetimi tarafından “Kutsal Savunma” olarak tanımlanan savaşın galibi yok; 8 yılda kaybedilen 1 milyon hayat var. İran cephesindeki yaralı askerler (üstte). Siyah çarşaflı İranlı kadınlar, savaşın sonlarına doğru Tahran’daki bir mitingde (altta).

Bazı gecelerde birkaç fü­zeyle birden saldıran Iraklılar, hemen ardından bombardıman uçaklarıyla Tahran göklerine geri dönüyorlardı. O uçakla­rı hedef alıp yoketmek isteyen İran hava müdafaasının deh­şetengiz sesinin de bombaların patlamasından hiç mi hiç farkı yoktu. Güzelim ülkem acıdan kıvranıyordu, çok yaralar al­mıştı, kanlara bulanmıştı ama hâlâ direniyordu…

“Gece, duman, ateş ve zu­lümdür yaşam çıkınlarının özeti, müştekisi meçhul yüzler­ce davada şaki kalır ve artık se­vinmeyi bilmez, unutur savaş çocukları.

‘Köre beyazı sormak’ gibidir çocukluk neşelerine dair soru­lar. Sorulmaz, sorulsa da ceva­bını bilmez savaş çocukları.

Mavi göklere baktıkça kır­kında bile hâlâ kısar gözlerini, zihninden kazıyamaz çocuklu­ğunun gri şehrini, renksiz kalır ihtiyarlarken savaş çocukları…

Büyümeden yaşlanır, kara­rır Behrengi’nin Küçük Kara Balık’ları.

Kayıp çocukluklarını arar ihtiyar savaş çocukları…”.

(Yazarın Tahran’ın Kırmızı Sirenleri adlı kitabından derlenmiştir.)