Türkiye’deki 12 Eylül 1980 darbesinden 10 gün sonra patlak veren İran- Irak Savaşı 8 yıla yakın sürdü, yaklaşık 1 milyon asker ve sivilin hayatını kaybetmesine, büyük acılara yol açtı. Devletlerin Ortadoğu politikalarını kökünden değiştiren, Irak’ın kimyasal-biyolojik silahlar kullanmasıyla katliama dönüşen savaşı; Tahran doğumlu yazar-sosyolog Shahzadeh N. İgual’ın çocukluk yıllarındaki anılarıyla hatırlıyoruz.
SHAHZADEH N. IGUAL
Ceng-i Tahmili. İran’ın içine sürüklendiği, yüklenmek zorunda kaldığı savaş…
İran-Irak Savaşı, yüzyılın en anlamsız harbi olmakla birlikte her iki ülkede ağır hasarlar bıraktı. Ölenler, ölüsü dahi bulunamayanlar, gaziler, kimsesiz kalan çocuklar, bu insanlık trajedisine şahit olanlara kocaman-atlatılamaz bir travma bıraktı. Canından, toprağından olanların yanısıra, İran halkı da bir daha eskisi gibi olamadı… Yani, insanlar dünya değiştirdi yahut insanların dünyası değişti…
Ben savaşa, yıkımlara, ölümlere gözünü açan milyonlarca çocuktan sadece biriydim. Dünyaya ayak basalı henüz bir buçuk yıl olmadan kanlı bir devrimin ortasında veda etmiştim çocukluğuma…
Yaşıyor ya insanoğlu her durumda, yaşıyorduk biz de o cehennemin orta yerinde!
Olağan bir vaziyetmiş gibi alışılan bir şey oluvermişti bombardımanlar altında yaşamak o mahşerin içinde sürdürülmeye gayret edilen hayatlarımız…
İşe, okula gidenler, doğanlar, hastalananlar, sessiz sedasız evlenenler, kapkara perdelerin çekildiği evlerde ağırlanan misafirler, rengi koyultulmuş memleketimde silikti hayatlarımızın rengi. Ama yine de yaşanıyordu güç de olsa. Evlere yeni eşya bile alınırdı ölüm korkusuna inat. Doğan erkeklere Omid (Ümit), kızlara Azade (Özgür) adı veriliyordu artık… Okula başladığımda henüz beş yaşındaydım. Birinci sınıfta olmamıza rağmen işlediğimiz dersler, dolayısıyla öğrendiklerimiz pek de hafif sayılmazdı. Hiçbir eğitmen bize savaşı izah edemezken normların dışında dersler veriliyordu okulda…
“Savaşa özel” dersimizin adı ise biz parmak kadar çocuklar için dehşetengizdi. Ve ben tedrisatın yarattığı korkudan muzariptim! Öğrendiklerime kafa tutan öğrenmek istemediklerim, yoksaymak için direndiklerim vardı. Kimi zaman tatbikat gereği gittiğimiz sığınaklara bazen de gerçek hava saldırıları nedeniyle tek sıra halinde, ağlayarak götürülürdük.
“Kimya bombası nedir, size yakın bir yere isabet ettiğinde ne yapılabilir?”
“Enkaz altında kaldınız. Sağsanız dışarı nasıl çıkarsınız?”
“Bombardıman anında paniklememek için neler yapılmalı?”
“El bombalarının zarar verme gücü nedir?”
“RPG-7 roketatarın özellikleri ve tahribat gücü nelerdir?”
“Bebek şeklinde kamufle edilmiş patlayıcıları nasıl tanırız?”
Boyu posu daha sıralara güçbela yetişen bizler, dört kulak sekiz göz dinler, izlerdik en korktuğumuz dersi! Biz savaş çocuklarıydık, küçücüktük ama kahrolası bu savaşın çocuklarıydık. Bilmeliydik bu gerçekleri, çalışıp sınavlarda doğru cevapları da vermeliydik üstelik. Bizi iliklerimize değin ürküten derslerden pekiyi alırdık çoğunlukla, ama pekiyi alan çocuklar da öldü bu savaşta. Oysa onlar da çalışmışlardı derslerine. Lakin çalışılmazdı savaşlara! Bu çocuklar okulunda, evinde, sokaklarda yakalanıverdi kahpe saldırılara…
Saddam hükümeti kimya bombalarıyla saldırıya geçtiğinde ise İran devletinin bu insanlık suçunu derhal durdurmasını bildirmeye gittiği BM Güvenlik Konseyi’nin kapısı yüzlerine kapanmıştı. Tüm dünya Irak’a silah satarken, İran’ın kimya bombası şikayetine kulak tıkanmıştı. Kimyasal silahlarla yokedilen İran halkının çığlığı onların vicdanını sızlatmamıştı. Yalnız bombardımanlar değil, büyük yerleşim merkezlerine atılan sayısız füze de çok ocaklar söndürmüştü. Evi yıkılmayanların da zihninde bir ömür taşıyacağı harabeler bırakmıştı. Füzeler şehre kulakları sağır edici bir gürültüyle yaklaşıyor, sonra da isabet ettiği yerdeki anlatılamaz patlama sesiyle evi, barkı, canı, yüreği alaşağı edip yok ediyordu.
Bazı gecelerde birkaç füzeyle birden saldıran Iraklılar, hemen ardından bombardıman uçaklarıyla Tahran göklerine geri dönüyorlardı. O uçakları hedef alıp yoketmek isteyen İran hava müdafaasının dehşetengiz sesinin de bombaların patlamasından hiç mi hiç farkı yoktu. Güzelim ülkem acıdan kıvranıyordu, çok yaralar almıştı, kanlara bulanmıştı ama hâlâ direniyordu…
“Gece, duman, ateş ve zulümdür yaşam çıkınlarının özeti, müştekisi meçhul yüzlerce davada şaki kalır ve artık sevinmeyi bilmez, unutur savaş çocukları.
‘Köre beyazı sormak’ gibidir çocukluk neşelerine dair sorular. Sorulmaz, sorulsa da cevabını bilmez savaş çocukları.
Mavi göklere baktıkça kırkında bile hâlâ kısar gözlerini, zihninden kazıyamaz çocukluğunun gri şehrini, renksiz kalır ihtiyarlarken savaş çocukları…
Büyümeden yaşlanır, kararır Behrengi’nin Küçük Kara Balık’ları.
Kayıp çocukluklarını arar ihtiyar savaş çocukları…”.
(Yazarın Tahran’ın Kırmızı Sirenleri adlı kitabından derlenmiştir.)